İradesini bilerek veya bilmeyerek hâkim olamayıp, suç/günah işledikten sonra insanın vicdanında meydana gelen dehşetli bir sancı ve(ya) ruhî rahatsızlık olarak tanımlanan vicdan azabı, neticede insanın fıtrat ayarlarına geri dönmesini sağlayan hem en tesirli iç güç, hem de en güçlü yaptırımdır. Kriminoloji, henüz fıtrat ile vicdan arasındaki ilişki üzerine yeterince bilgilere sahip değildir, ama şunu şimdiden söylemek mümkündür:

İnsanın vicdanı, adaletin en iyi vekilidir ve dolayısıyla en mükemmel adalet, vicdanın azap duyması ile başlar. Günümüzde nadir de olsa bilerek veya bilmeyerek, suç ve hatta cinayet işleyen bazı insanlar, yakalanmadıkları ve dolayısıyla adalete teslim olmadıkları halde derin vicdan azabı çekmenin sonucunda kendiliklerinden teslim olduklarına dair haberler okuyoruz. İşte bu gibi haberler, beni asr-ı saadette cereyan eden bir olayı hatırlattı. Bilhassa suç ve ceza konularına ilgi duyanlar için örnek teşkil eden bu olayı, bizzat Hz. Ebu Hureyre’den dinleyelim:

“Bir gece vakti Resulullah (sav) ile yatsı namazını kıldıktan sonra mescitten çıktım. Ansızın yolun ortasında duran örtülü bir kadınla karşılaştım. Bana hitaben dedi ki: ‘Ben zina ettim. Bu zinadan bir çocuğum oldu. Onu öldürdüm. Tövbe edebilir miyim? Ben, ‘Sen helak olduğun gibi başkasını da helak ettin. İyilik görememesice. Hayır, tövbe edemezsin’ dedim. Benim bu sözüm üzerine kadın, büyük bir üzüntü içinde bir çığlık atıp yanımdan ayrıldı. Sabahleyin Allah Resulü (sav) ile namaz kıldım. Namazdan sonra yanına gidip kadının bana söylediklerini ve benim ona verdiğim cevabı Allah Resulüne (sav) anlattım. Bana ‘Sen ne kadar yanlış söylemişsin öyle’ dedikten sonra ‘şu âyeti sen hiç okumuyor musun?’ dedi:

‘Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah’a tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa ‘ağır bir ceza ile’ karşılaşır. Kıyamet günü, azap ona kat kat artırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır. Ancak tövbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere (sevaplara) çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.’ (Furkan:68-70).

Böylece Peygamberimiz (sav), bu şekilde bana ikazda bulundu ve yanlışımı gösterdi. Hatamı anladım ve Allah Resulünün (sav) yanından ayrılıp Medine’deki bütün evleri tek tek arayıp, kadını bulmaya çalıştım. Ancak bir türlü bulamadım. Büyük bir üzüntüyle geri döndüm. Kendisini aradığımı öğrenmiş olacak ki kadını akşamki yerde buldum. Allah Resulü ile aramda geçen konuşmayı anlatıp âyeti okudum ve buna göre kendisi için tövbe etme hakkının bulunduğunu anlattım. Hanım çok sevindi ve sevinçten secdeye kapandı ve ‘Benim için çıkış yolu yaratan Allah’a hamd olsun,’ dedi. Ardından ‘Bana ait bir bahçe var, ben onu günahım için yoksullara sadaka olarak veriyorum’ dedi.”

Hepimiz nefis taşıyan insanız ve dolayısıyla hepimiz, hiç arzu etmediğimiz halde bazen ani bir gafletin etkisiyle günah/suç işleyebiliriz. Ampirik (tecrübî/deneysel) kriminoloji ve derin psikoloji, bize şeytanî tahriklerle şehvetimize mağlup olabileceğimizi veya menfî hissiyatlarla (öfke, kızgınlık vb) bir insana zarar verebileceğimizi göstermektedir. Fakat yine aynı insan yaptıklarından dolayı derin pişmanlık duyabilir. O halde bizim görevimiz, olaylara ve insanlara sadece bir yönüyle değil bütüncül boyutuyla bakmamız gerekmektedir.

Hukuk Sistemi, Vicdan Azabı Çeken Suçlulara Nasıl Yaklaşmalıdır?

Yukarıda geçen sosyal olaydan birçok ders çıkartmak mümkündür. Bunları maddeler hâlinde kısaca belirleyelim:

Bir insan, cinayet dâhil bilinçli/plânlı/kasti olarak veya nefsanî/ani/tepkisel hareketle suç/günah işlemiş olsa dahî yaptığından dolayı vicdan azabına bağlı olarak derin bir pişmanlık duyabilir ve bu şekilde tövbesini gösterebilir. Derin pişmanlığın tezahürü ise kişiye hiçbir şekilde cebir kullanılmadığı halde kişinin alenî olarak günahını/suçunu itiraf etmesi, kendi hür iradesi ile adalete teslim olması ve hak ettiği cezaya razı olmasıdır.

Suçluların suçun niteliğine göre makul ceza almaları, farklı uygulamalarla birlikte hemen bütün beşerî ve ilahî hukuk sistemlerinde vardır. Verilen ceza, özellikle pişmanlık duyan kişilerin vicdan azabını da (bir derece) dindirir. İslâm ceza hukuku ise, cezayı öngörmekle birlikte kul hakkına giren konularda sivil alanda onarıcı adaleti de benimser. Buna göre bir suç mağduriyeti akabinde, suçun tarafları olan fail (katil), mağdur veya maktulün yakınları tamamen gönüllük esasına göre genelde bir arabulucu eşliğinde bir araya gelip, suçun sebep olduğu yaraların telafi edilmesi ve onarılması adına bir uzlaşamaya varabilir.

İslâmî anlamda onarıcı adaletin işlevsel olabilmesi, mağduriyetlere sebep olan failin maddî/manevî zararların ortaya çıkmasında sorumluluğunu kabul etmesine, samimî pişmanlığını ortaya koymasına, helallik dilemesine ve zararı telafi etmesine bağlıdır.

İslâm ceza hukuku, kasten öldürmede prensip olarak ilk etapta kısası öngörür ancak ifade edildiği üzere maktulün yakınları, bu haktan vazgeçip katili affetmek suretiyle diyet (manevî tazminat) talep edebilir. Maktulün yakınlarının pişmanlık duyan kişinin vicdan azabı çektiğini dikkate alarak, onu affetmeleri, bir erdem olduğu kadar kan davalarını önlenmesi gibi sosyal barışa katkı sağlaması açısından da birçok hikmeti içinde barındıran çok önemli bir uygulama biçimidir.

Peki, hukuken diyet ödemeye mahkûm edilen böyle bir insanın ödeme gücü yok ise bu durumda ne olacak? Burada böyle bir kişi, borçlu (garim) olarak kabul edildiği için, zekâttan yararlanma hakkına da sahip olabilmektedir. Peygamberimizin (sav) ifadeleriyle kan davası için diyet borcu altına giren bir kimse için, devletin zekât gelirlerinden yardım talep etmesi helaldir (Müslim; Zekât: 36; 109). Buna binaen zekât fonundan bu borçlu kişi adına zarar gören maktulün yakınlarının zararı, İslâm devleti tarafından kapatılmaktadır. Nitekim Peygamberimizin (sav) yaşadığı dönemde buna benzer birçok örnek vardır. Böylece zekât gelirlerinden yapılan böyle bir ödeme ile aşiretler arası olası husumetler de önlenebilmiştir.

İslâm’ın dünya insanlığına sunduğu sosyal ve hukukî sistemin fıtrî yüceliğini görebiliyor musunuz? Bir ülkede hukuk sistemi, adalet ilkelerini tam anlamıyla uygularsa o toplumda mağdur olanlar dâhil vicdan azabı çekenlere karşı âdil davranacak ve böylece toplumsal barış ve huzur temin edilecektir. İşte İslâm’ın küresel silm yani millî ve milletler arası barış anlayışı da adalete ve vicdana dayanmaktadır.