Hayatın en geçer akçesi, herhalde tartışmasız olarak; vicdanlı olmaktır. İnsanlar arasında, itibar ve karakter göstergesi, aile ya da yakınlar içinde mevcudiyetin ayrılmaz parçası gibi, dilimizde dolaşan bir temel erdem noktası olarak vicdan.

Vicdanın, insanın yaratılışında verilen bir his mi yoksa kontrol edilerek geliştirilen bir davranış şekli mi olduğu tartışılabilir. Bazılarımız, yufka yüreklidir mesela, onlara birilerine acıması ve yardım etmesi için laf etmeye bile gerek duymayız. Bırakın uyarılmayı, bizim bildiğimiz ve inandığımız manada, ahirete inanmasa da, vicdanlı insanlar vardır.

Yani fıtrattan kaynaklanan diğer hisler gibi, insanın ruhunun taşıdığı, makbul bir erdem, güzel bir histir vicdan.

Bazılarımız acımasız olur; ne ailesine ne çevresine yumuşaklık göstermez, darda kalana el uzatmaz, düşene destek olmaz. Bu insan tiplerinin, temel manada Müslüman olduğunu bilsek ve kendisi de ikrar dahi etse, onda bir eksiklik olduğunu hissederiz.

İnsanlar sayıları kadar farklı karakterlere sahip olabilirler. Hepimizin aynı olması gerekmiyor. Parmak izlerimiz gibi, her birimizin kalbinin ve ruhunun da izleri vardır. Benzeyenlerimiz olur, uyumlu olanlarımız çıkar ama herkes tek başına ve özel bir insandır.

İslam, insanların kendi kontrollerinde olan tüm hareketlerini düzenlemelerini ister. İçinde en ufak bir vicdan taşımasa da, her iman eden mutlaka zekat verecek, hayır ve iyilikler yapacaktır. En acımasız olanımız bile, haksız yere bir canlıyı incitmeyecek, birilerinin hukukunu çiğnememek için, en hassas insan o olacaktır. Aksi düşünülemez.

Ahirete iman eden her bir ferdin, kaçınılmaz bir hesaptan endişesi olur ve orada kendisini zora sokacak, hesabını vermeden ayağının kıpırdayamayacağı işlerden uzak kalmaya çalışır.

Kimine, aman karıncayı ezme dersin; kimisi, karıncayı ezmemek için başı yerde yürür.

Kimine, sadaka ver, zekat ver demek zorunda kalırsın; kimisi, elindekini dağıtır, yetmez başkalarının ellerindekini de dağıtır, yetmez dağıtmak daha fazlasını için çırpınır durur.

Kimileri, önünü ardını, muhatabını mağdurunu düşünmeden, züccaciye dükkanına girmiş bir fil gibi yaşar; kimisi, bir kulun hakkına girmemek için kılı kırk yarar.

Ancak unutulmaması gereken temel husus; İslam’ın temelleri güzel ahlak üzerine kurulu olduğudur. Ahlaksız birinden iyi bir Müslüman olmayacağı herhalde tartışılmayacak kadar net bir durumdur. Yine aynı İslam’ın temel terimlerinden biri de merhamet ve adalettir. Merhametsiz ve adaletsiz birinden iyi bir Müslüman olmayacağını anlamak için çok şey bilmeye gerek yoktur.

Vidan ise, adaletli ve merhametli olmanın kalpte bulunan yansımasının adıdır.

Adaletsiz bir zorbanın vicdanlı olması beklenmeyeceği gibi, merhametten nasibi olmayanlar da aynı zamanda vicdansız olurlar.

Dindarların vicdanlı olması ise, dindarlıklarıyla doğru orantılıdır. Bir insan hem dindar hem vicdansız olamaz. Ya ikisinden biri yoktur ya da her ikisi. Belki de bizim bakışımız yanlıştır.

Dindarlıkla vicdan arasında bir bağ olduğu muhakkak; zalim ve gaddar bir adam iman edince davranışlarını İslam’a teslim eder ve vicdan dediğimiz şey gelişir ve görünür. Munis biri İslam olunca duygusu aynı şekilde İslam’a teslim olur ve gerekirse kurban keser hatta savaşa girer. Bu onun vicdansız olduğu anlamına gelmez. Zira adaleti ve merhameti tesis etmek için bazen kurban kesmek gerekir, bazen savaş vermek.

Kısaca; İslam’ın istediği Müslümanın, duygu ve fiil dünyası zaten İslam ahlakıyla şekillenir ve bunun dışında ve üstünde bir vicdan mefhumu ve uygulaması zaten yoktur. Müslümanın vicdanı İslam’ın adalet ve merhamet ekseninde durur ve İslam’ın adalet ve merhamet anlayışından daha öte ve üstün bir vicdan olamaz.

Bu hem ibadetler hem de muamelatlar açısından, İslam’ın hiçbir emri ya da yasağı vicdana ters düşmez, aksine vicdan ve fıtratın gereğinin yerine getirilmesini ister. İslam’ın emir ya da yasaklarıyla vicdanı çelişenlerin, önce kendilerini sonra da İslam anlayışlarını bir gözden geçirmeleri gerekir. Bir yerde bir hata yapılıyordur.

Vicdansız bir dindarla karşılaştığımızda, ya onun dindarlığının yanlış olduğunu ya da bizim bakışınızda bir sorun olduğunu düşünmemiz gerekir.

Ömer bin Hattab’a (r.a.) ait olduğu rivayet edilen şu söz, insanları değerlendirme konusunda bize bir yol açacaktır:

“Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda doğruluğuna, kendisine bir şey emanet edildiğinde güvenilirliğine, dünya kendisine güldüğünde takvasına bakın.”

Münafıklar da namaz kılar veya oruç tuttuğunu söyleyebilir; ancak Mü’min bir adam yalan söyleyemez! Emanete ihanet eden ve insanların kınaması veya alayı nedeniyle dininden ve ibadetlerinden uzaklaşan birinin dindarlığı yarımdır.

Sonra çıkıp, dindarlar vicdansız dersek; hem din hem de vicdan bizden davacı olur.