Ciddi bir krizden geçiyoruz.

Fakat bu ilk değil, insanoğlu daha önce de pek çok kriz yaşadı.

Sadece geride kalan yüzyılda, yüz milyonlarca insanın canına mal olan savaşlar, devrimler, salgınlar yaşandı. 

Yaşananlar, tepesine bomba düşmeyen ya da salgın hastalıklara doğrudan yakalanmayanları da derinden etkileyerek dönüştürdü.

Çünkü bu tür süreçler belki de insanın en çok moral gücünü test eder.

İnsanın nelere, hangi noktaya kadar tahammül edebileceği, dayanma kapasitesinin ne kadar olduğu bu tür zorlu süreçlerde ortaya çıkar.

Korona dolayısıyla yaşadığımız süreç de buna çok benziyor.

Bu kriz, yaşamak için diğerine ihtiyaç duyan insanın, çevresiyle temasını minimuma indirdi. Bir toplama kampını andıran modern şehirlerde insanı, tabiri caizse modern mağarasına, anne rahmine hapsetti.

Aslında krizin dayattığı izole yaşam modeli, modern insana süslenerek sunulan, zemini filmlerle hazırlanan bir gelecek rüyası idi.

Büyük ailenin karmaşışından, hatta herkesten uzak, sakin ve yalnız bir yaşam…

Modern insan diğer insanları ya bir fazlalık olarak görüyor ya da kendini çevresiyle tanımlıyordu. Dünyadaki misyonunu işiyle izah ediyor, işi için yaşıyordu.

Satın alma gücünü bir saygınlık aracı olarak kullanıyor, berbat hayatını mesleğiyle meşrulaştırıyordu.

Virüs modern insanın çevre, iş, para gibi varoluşunu tanımladığı sahte enstrümanların hepsini elinden alarak onu öyle bir izole etti ki, insan afallayıp kaldı...

Sanki, “Hadi bakalım söyle bana; mesleğin, statün, paran, çevren olmadan, kimsin sen?

Kim olduğunu biliyor musun?

Bunu daha önce hiç düşündün mü?

İşte sana bunu düşünmek için bir fırsat…” dedi.

Hepimize dedi yani sana, bana, hepimize…      

****

İnsan anne rahmine hapsoldu dedik, şimdi asıl mesele insanın anne rahminden, yani modern mağarasından ne halde çıkacağı…

Yani daha güçlü bir yapıya evrilerek mi yoksa daha da dayanıksız hale gelerek mi?   

Bu süreç insanları yapay etkinliklerin daha da bağımlısı haline getirdi farkındaysanız.

Yapay etkinlikler derken, insanın çaba harcamadan deneyimlediği, elektrik enerjisine bağlı olan ve bir tuşla açılıp kapanan etkinliklerden bahsediyorum…

İnsanlar önceden de sosyal medya ve televizyonda zaman geçiriyorlardı.

Fakat bu, zaman zaman dışarıda yapılan başka aktivitelerle bölünebiliyordu.

Şimdi ise sabahtan akşama, kesintisiz bir şekilde teknoloji ile iç içeyiz.

Herkesin en yakın dostu haline geldi teknolojik aletler. 

Yalnız başına vakit geçirmek büyük bir cesaret konusu oldu.

Bunun şöyle bir nedeni var tabii: Teknolojinin kullanılmadığı bir ortamda yalnız başına kalabilmek, insanın kendi ile doğru ve dürüst bir iletişim kurabilmiş olmasıyla, kendi gerçeğiyle yüzleşmesiyle mümkün ancak. Bu yüzden herkesin harcı değil.

İnsanların, kendilerini göksel coşkunun dalgalarına ulaştıracak bir sunakmışçasına teknolojiye sığınmalarının nedeni bu.

İnsanın teknolojiye bu derece bağımlı hale gelmesi hiç iyi değil. Hatta tahmin edilmeyecek kadar büyük bir sorun…

BÜYÜK BAĞIMLILIK KRİZİ

Virüs ile ilgili yaşadığımız krizin gelecekte enerji ile ilgili yaşandığını bir anlığına düşünür müsünüz?

İnsanoğlunun uzunca bir süre enerjiden yoksun kaldığı bir senaryonun gerçek olduğunu…

Yani insanların Twitter’a, YouTube’a, Instagram’a giremediği, Netflix izleyemediği bir karantina düşünün…

Sosyal medyada dedikodu yapma şansınızın olmadığını, ekmek yapma videolarınızı sadece ailenize izletmenizin nasıl bir kabus olacağını…

Müge Anlı’yla cinayet hikayelerinin olmadığı, Hint dizileri de dahil hiçbir dizinin seyredilemediği gündüzler düşünün…

Survivor’ın, Sefir’in Kızı’nın, Çukur’un , Kuruluş Osman’ın, Yasak Elma’nın olmadığı, 8’den 12’ye bomboş geçen akşamlar düşünün…

Bir Zamanlar Çukurova’yı izleyemeyen gözleri dönmüş, elleri hamurlu teyzelerin sokaklara döküldüğünü; Çukur’dan mahrum kalan gençlerin Doğan görünümlü Şahin’lerle trafiği kilitlediğini; Sefir’in Kızı’nı izleyemeyen genç kızların, evlenmeyerek bu durumu protesto ettiklerini; Survivorsızlığı hazmedemeyen ergenlerin örgütlenerek Survivor partisi kurduklarını; video çekemeyen Enes Batur ve Kerimcan’ın siyasete atıldıklarını; Barış Özcan abonesi liselilerin anne terliği, çay tepsisi ve ceviz kıracağından dinamo üretmeye çalıştıklarını…

Komedi filmi gibi değil mi?

Fakat, 10 liralık plastik eldiven paketinin 120 liraya satılacağı 6 ay önce bize söylenseydi, bunu da komik bulurduk herhalde…

Şaka bir yana, bence asıl hazırlık yapılması gereken senaryo bu olmalı.

Yani büyük bağımlılık krizine hazırlanmalıyız.

Çünkü geleceğin mücadelesi hayatta kalmak veya kalmamak konusunda değil, bağımlı ya da bağımsız olmak konusunda verileceğe benziyor…

Çünkü sadece virüs tarafından değil, bağımlılıklarımız tarafından da esir alınmış durumdayız.