Kalabalık yalnızlığın zirvede olduğu, herkesin herkese kusur arayan gözle baktığı zamanlar var hayatta. Birlikte güldüğümüz fakat birlikte ağlayamadığımız insanların sayısı arttıkça, giderek büyüyor modern insanın derin yalnızlığı..

Bir yanımız acı ve hüzünle dolu. Ay yıldızlı tabutlar, metanetli babalar ve aldığı bayrak emanetini ilelebet taşıyacak Yusuf yüzlü çocuklar görüyoruz ekranlarda. Şehit haberlerini verirken manşetten, her rakamın arkasında koskoca hayaller, yarım kalmış sevdalar var. Kimi eşi ve çocuğunun gözleri önünde şehit edildi, kimi de uyurken. Düğün davetiyesi dağıtılıyordu şehit polisin. Yetim bebeğe şehit babasının adı konuldu, gerektiğinde aynı fedakarlığı göstersin diye..

Atme'nin çocukları ölüyor güvenli bildikleri son şehirlerde. Suriye'de her gün onlarca saldırı var. Pazar yerine atılan varil bombaları, korkulu gözlerle bakan çocuklar ve hangi amaç uğruna savaştığı belli olmayan üst aklı aynı birçok örgüt.. Yeryüzünde barış ve demokrasi getirdiğini iddia edip zulmeden, her kan emici gücün arkasında katil yüzüyle boy gösteren beyaz adamların merhametsizliği var bir de. Oysa ki hep uzak kalmalıydık 'koalisyon' gibi soğuk, sahte kelimelerden.. Oturup çay içemediğimiz biriyle aynı dertle dertlenemiyorsak zulüm-adalet ikileminde safımızı belirlemek durumundayız. O adamlar hiçbir toprağa barış getirmedi biliyoruz. O adamlar bir çocuğun kimyasal gazla vurulup çırpına çırpına ölüşünü sadece kınarlar bunu da biliyoruz. Öyleyse bir duruşumuz olmalı hakikatten yana..

Bir yanımız çok sesli düğünler, sınırsız eğlenceler ve maskeli yüzlerle dolu. Görünme tutkusu içimizdeki 'ben'i tanınmaz hale getirip aynalarda tüketiyor. Güzellik kavramına bakışımız ne aradığımızı ve niçin yaşadığımızı ifade ediyor aslında. İnsanı bu denli kendinden uzaklaştıran sınırsızlık arzusu çağın en büyük felaketlerinden belki. "Stres atıyoruz, buna da ihtiyacımız var" diye bir tepki bekliyorum. Çünkü her eylemin arkasında kendimizi inandırdığımız 'dünyaya bir daha mı geleceğim' gibi gerekçe cümleleri vardır. Fakat uzaktan baktığınızda insan olduğunuza dair bir belirti göremeyecek hale gelmenin adı eğlence değildir. Kaldı ki millet olarak zor günler geçirdiğimiz şu zamanda sizin kadar mutlu olamayan başkalarının da varlığını kabullenmelisiniz. Asıl problem de burada zaten. Günümüz insanı kendi hayatından, kendi bakış açısından ya da ideolojisinden başkasını bırakın anlamayı varlığını dahi kabul etmiyor. Zira eğlence sınırı ve tatil yerine tebdil anlayışı hedonist insana akıl-irade-vicdan üçlüsüyle 'eşref-i mahlûkat' olduğunu hatırlatmalı..

Hüznü ve mutluluğu bir arada yaşamak toplumsal hayatı etkileyen en önemli unsurlardan biri. Çünkü bize verilen roller gereği içinden çıkamayacağımız sorumluluklarla sınanıyoruz çoğu zaman. Bir bebeğin ilk nefes alışı umut verir fakat yetim kalışı derin bir hüznü beraberinde getiriyor. Peki böylesi durumlarda acılarımızı nasıl yönetebiliriz? Vahiyle teselli olanlar için her insan bir ayettir. İki dünyalı olmak, sınırsızlık girdabında ruhunu tüketen insanı kendiyle tanıştırır. Öyleyse aynalarda gördüğümüz, emanet olarak verilen cesedi dünyalık uğruna ruhundan koparmayalım. Ankebut/64’ü hatırlattı bu cümleler:
“(Akletselerdi, bileceklerdi ki) şu dünya hayatı (tek başına) geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir; bir de hayatın öteki yüzü vardır ki, işte odur capcanlı gerçek hayat. Keşke bunu olsun bilebilseydiler..”

Biz zulme karşı adaletten yana olalım sevgili dost. Göğe bakalım ârafta kalınca. Yıldızlar umut olsun hüzün denizine. Sonra bir şarkıda bulalım aradığımız cümleleri:
“Yaprak döker bir yanımız / Bir yanımız bahar bahçe..”