Rosa Luxemburg (1870–1919), zengin bir Yahudi ailesinin en son çocuğu olarak 5 Mart 1870’de Polonya’nın Güneydoğusunda dünyaya gelir. Babası, odun ticareti ile uğraşır. Kızının doğumundan sonra aile, Varşova’ya yerleşir. Rosa, Rusya’ya bağlı bir kız lisesinde eğitim alır. O yıllardan itibaren, devrimci bir çevre içinde militanlık yapar. “Proletarya” isimli yasaklanmış bir sosyalist örgüte üye olur. 1889’da gizlice İsviçre/Zürich’e gider ve üniversitede felsefe ve kamu hukuku öğrenimi görür. 1897’de Polonya’nın Endüstriyel Gelişmesi üzerine bir doktora tezi hazırlar.

Ağustos 1893 yılında II. Sosyalist Enternasyonal Kongresinde ilk siyasî konuşmasını yapar. 1898’de Gustav Lübeck’le danışıklı bir nikâh yaparak, Alman vatandaşlığına geçer ve Berlin’e yerleşir. Değişik gazetelerin sürekli yazarlarından olur. Alman Sosyal Demokrat Partisinin (SPD) ve Enternasyonal’in kongrelerine delege olarak katılır. 1904 ve 1914 yılları arasında Sosyalist Enternasyonal bürosu üyeliği yapar. Aslında demokratikleşmiş bir Rus İmparatorluğunun himayesi altında bölgesel özerklik içinde bir Polonya’yı arzulayan Rosa Luxemburg, Lenin ile anlaşamaz ve 1904’de “Rus Sosyal Demokrasisinin Teşkilatlanma Sorunları” adlı makalesini yazar.

Devrime katılmak üzere 1905’de Varşova’ya gider. Mart 1906’da burada tutuklanır, fakat Temmuzda kefaletle serbest bırakılır. Finlandiya’ya yerleşir ve Rus devriminden Alman Sosyal Demokrasisi için bazı dersler çıkartarak, “Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar” adlı çalışmasını tamamlar ve alternatif devrimci stratejisini belirler. 1906’dan itibaren SPD okulunda ekonomi dersler vermeye başlar. Bu dönemde “Millî İktisada Giriş” ve “Sermaye Birikimi” adlı iki önemli eser yazar.

SPD’nin resmî çizgisinden gittikçe uzaklaşan Rosa Luxemburg, savaş aleyhtarı sol gruplar ile birlikte hareket etmekten dolayı 1915-1917 yıllarında hapis cezalarına çarptırılır. Bu arada Alman SPD’den ayrılan bir grup, 1915 yılında Spartakus Birliğini (Spartakusbund) oluşturur. 30 Aralık 1918 tarihinde bu Birliğin önderlerinden olan Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg, SPD’den memnun olmayanlarla birlikte 1 Ocak 1919’de Alman Komünist Partisini kurarlar.

SPD hükümetinin ilan ettiği yeni seçimler yerine komün sistemini savunan Komünist Partisi ve Spartakus Birliği, başta Berlin’de olmak üzere birçok kentte isyan çıkartır. “Spartakus Ayaklanması” olarak tarihe geçecek olan bu olaylarda özellikle 11-13 Ocak 1919 tarihlerinde Berlin’de kanlı sokak çatışmaları yaşanır. Hükümet, isyancıları bastırmak için, ordunun yanında emekli subayların inisiyatifi ile oluşturulan anti-komünist özel askerî birliklerin yardımına ihtiyaç duyar.

İstemediği halde Spartakusçu ayaklanmacılara katılan Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ile birlikte bu özel komando birliği tarafından ele geçirilir ve herhangi bir mahkemede yargılanmadan ikisi de derhal öldürülür. Rosa Luxemburg’un cesedi, ancak 2 ay sonra bir kanalda bulunur. İnfazı gerçekleştirenler, hafif de olsa bir ceza alır.

Şimdi gelelim Rosa Luxemburg’un bilinmeyen yönlerine.

Sakatlığı ve Özel Dünyası

Rosa, dünyaya geldikten sonra yürümeye başladığında bir ayağını sarkarak ancak gidebiliyordu. Beş yaşına bastığında Rosa, hekimlere gösterilir. Bunun üzerine, kalça tüberkülozu şüphesiyle alçıya alınır ve bir yıl boyunca yatakta yatmak mecburiyetinde kalır. Kaynaklar, Rosa’nın kalçasının doğuştan deforme olduğu veya kalça çıkıklığından bahseder. Rosa’nın bir bacağının diğerinden daha kısa olduğu ve bundan dolayı da ancak aksayarak gidebildiği iddiaları da vardır. Ölümünden sonra yapılan otopsiye göre aksayarak yürümesinin sebebi, omurga eğriliğinden kaynaklanmıştır.

Hekimlerin tedavi çabaları bundan sonra da devam eder. Rosa, sıcak su, egzersiz ve kompreslerle iyileşeceğine inanır. Topallayarak yürümekten bir an kurtulabilme arzusu çok büyüktü. Topal yürümekten ziyâde bedenî sancıları çekmeyi yeğlediği ifade edilir.

Anlaşılan, sakatlığının fark edilmesi veya alenî olarak görülmesi onu epey rahatsız edecektir. Sokakta kimsenin dikkatini çekmeden, fark edilmeden yürüyebilmek, onun için büyük bir başarı sayılacaktı. Rosa, bütün gücünü normal bir şekilde yürüyebilmek için kullandı, ne var ki topallığını bir türlü bertaraf edemedi, ancak elinden geldiği kadar bunu, kısmen de olsa gizlemeyi başardı. Özellikle uzun ve bol etekler giyerek, aksaklığını ustaca göstermemeye özen gösterirdi.

Rosa, kız Rus lisesinde de psikolojik olarak birçok zorluk yaşamıştır. Sakatlığı sebebiyle burada öz güveni sarsılmış ve kimlik arayışlarına girmiştir. Şuuraltında fizikî yönden herkes gibi olabilme şansından mahrum olduğunu düşünerek, Yahudi inançlarından ziyâde Polonyalı olma özelliğini ön plânda tutmuş ve güçlülerin safında yer almıştır. Özel durumundan dolayı küçük yaşlarında olgun olmasını öğrenen Rosa, olumsuzluklarını saklamayı öğrenmişti. Yüz hatlarını ve yürüyüşünü, özellikle yorgun olduğunda ve topallığı daha da belirginleştiğinde kontrol ederdi.

Küçük boy (146 cm), büyük kafa ve uzun burunlu bir kadın, Hıristiyan bir toplumun içinde azınlıkların oluşturduğu Yahudi dinine mensubiyet ve bir de sakatlık, bütün bunların 19. asrın çalkantılı Avrupa’sında bir kişide toplandığını düşünürsek, bunların bir kişiye avantaj sağlamayacağı ortadadır. Nitekim 1910 yılında Varşova Gazetesi, Rosa Luxemburg’un sakatlığını, Yahudi yozlaşmasının bir işareti olarak göstermek ister.

Ama Luxemburg, bilimsel ve özellikle siyasal alanlarda dönemin birçok kadının aklının ucundan bile geçirmediği boyutta cesurca aktif ve tehlikeli roller üstlenir. Siyasî toplantılarda beden yapısı ile ilk bakışta fazla dikkatlere çekmeyen Luxemburg, sesini duyurmak için, gerektiğinde sandalyeye çıkar, üstün zekâsıyla bütün enerjisiyle ateşli konuşmalar yapar ve etrafındaki erkekleri büyüleyebilirdi. Kabiliyet ve hırs ile karışık özelliklerinden dolayı, dinleyicilerde sadece hayranlık uyandırmaz, bazen kıskançlık ve hasetlere de yola açardı. Kadın haklarına yönelik özel bir gayreti olmamasına ve kadın hareketleri içinde yer almamasına karşılık erkek rakipleri ve muhalifleri tarafından çoğu kez “kaprisli ve kavgacı kadın”, “zehirli avrat” ve “topal çirkin ucube” olarak vasıflandırılmıştır. Luxemburg, bu ithamlara karşılık aynı üslup ile cevap vermekten çekinmezdi.

Küçük boylu olmanın dezavantajlarını, evine uzun boylu kadın hizmetçiler almak sûretiyle telafi etmeye çalışırdı. Bir kız arkadaşına, ziyaretine gelen misafirlerin bir cüce yuvasına girdiklerini zannetmemeleri için, böyle yaptığını anlatır. Bazıları bu durumu, bir şakadan ziyâde iç dünyasındaki ezikliğine ve memnuniyetsizliğine işaret eder.

Düzenli ve disiplinli olmasının yanında israfa temayülü vardı. Samimî bir dostun itirafına göre Rosa Luxemburg, millî iktisat teorilerinde gösterdiği uzmanlığını bu yüzden özel ekonomisinde uygulayamamıştır. Titiz ve hırçınlığından dolayı kendisiyle geçinmek her zaman kolay olmazdı. Başkaları hakkındaki görüşleri kesin ve acımasız olabilirdi. Sadece düşmanlarına karşı değil, gerektiğinde en yakın arkadaşlarını da kırabilirdi. Kendine güvenci tamdı, başkalarına tavsiyede bulunmaktan hoşlanırdı.

Hapishane mektupları, her ne kadar siyasî amaçlarla yazılmış ise de, bir kişinin şahsî özelliklerini tanımak açısından da önemli bir kaynaktır. 1918 yılında Breslau‘da hapishanede iken, “Kör Müzisyen” hikâyesinin yazarı Wladimir Korolenko’nun hayatını Rusçadan Almancaya çevirirken, şöyle bir not düşer Luxemburg: “Her ne kadar doğuştan gelen bir sakatlık, beşerî münasebetlerde birçok gerginliğin kaynağı da olsa, her türlü insanî irade ve eylemden, suç ve günahtan uzaktır. Ancak, ebeveynin kabahati yüzünden çocukların bedduasını yol açan durumlar müstesnadır”.

Bu ifadeler, Rosa Luxemburg’un kendi sakatlığının ailesinin bir ihmali yüzünden ortaya çıktığına yorumlanabilir. Hikâyeden yola çıkarak, Luxemburg, sakatlığın yol açtığı olumsuzlukların, halkın desteği ile giderilebilmesinin mümkün olabileceğini söylemektedir. Ancak, halka inanan ve halkı “devrimci potansiyel” olarak gördüğünü söyleyen Luxemburg, kendi ifadesiyle “yabancı insanlardan meydan gelen kalabalıklarla temastan dolayı içine fenalık geldiğini” de gayri ihtiyarî olarak bir başka yerde zikreder. Rosa Luxemburg’a göre anormal sosyal ilişkilerde, yani sosyal adaletsizliğe dayanan bütün münasebetlerin sonucunda kitlesel görüntü olarak ruhî sakatlıkların ortaya çıkacağını belirtir. Belki de kitlenin ruhî sakatlıklarının bulaşıcı olmasından korktuğu içindir ki kitlelerin içine girmekten çekinirdi.

Batı dünyası ve bilhassa idealist sosyalistler, Rosa Luxemburg’u özellikle “Özgürlük, her zaman farklı düşünenin özgürlüğüdür” cümlesinden dolayı efsaneleştirir. Birinci Cihan Harbine karşı tutumundan dolayı “hürriyeti tehdit eden eylemlerinden” dolayı hapishaneye atıldığında ortaya çıkan bu cümle, Rus Devrimi ve Bolşeviklerin dogmatik baskılarına tepki olarak ele alınan bir yazıda geçmektedir. Mezkûr cümlesinden önce şu ifadelere yer verir Luxemburg: “Sadece hükümet mensuplarına ve sadece belli bir partinin üyelerine özgürlük, sayıları ne kadar çok olursa olsun bu özgürlük değildir.” “Avam ve ruh hastalarıyla” beraber olmaktansa diğer siyasetçilerle aynı hücrede kalmaktan gurur duyuyordu Luxemburg.

Lenin’le fikir tartışmasına girmesi ve onun idare biçimini tenkit etmesi, Rosa Luxemburg’un demokratik sosyalizmin öncülerinden olmasını sağlar, Alman askerleri tarafından ulu orta öldürülmesi ise onu kahraman ve efsane yapar. Bu küçük boylu devrimci kadının bacağından sakat olduğunu bizim yerli sosyalistlerimiz biliyor muydu acaba? (1)

(1) Bu yazı, 2016 yılında Rağbet Yayınlarından neşredilen “Geçmişten Günümüze İz Bırakan Meşhur Engelliler” kitabımızdan derlenmiştir.