Kubbetü’s-Sahra’daki ilk sanat programında, İslam’ın sanat yoluyla “da” yer-yüzü-nün yüzünü yenilemeye talip olması ne demektir?

Bu soruya doğru bir verebilmek için din, dünya, yeryüzü ve yenileme terimlerinin İslam’daki karşılıklarını bilmeye muhtacız.

Çünkü dünyanın içinde, yeryüzünün üstündeyiz. Üstelik dünya, içinde olduğumuz kadar da içimizde olandır; dünya hemen her varlıkta kendisini dünyasallık yoluyla çoğaltarak örten, hem de özel surette tekrar kurularak açığa çıkandır. Din, bu içinde ve üstünde bulundurulma bakımından bulunduranla kurulacak ilişkilerin toplamdır. Yenilenme ise yeryüzünde bu toplamın hükmüne göre bir düzen kurmaktır.

Bu kısa belirlememizden anlaşılacağı üzere dünyanın ne’liği, dünyanın da dahil olduğu kozmik düzeni ve insanın bu düzendeki yerini ve mahiyetini kavramayı zorunlu kıldığından, bu bahse dalmamız bizi asıl konumuz olan sanattan uzaklaştıracak ve dolayısıyla ona tekrar dönüşümüzü zorlaştıracaktır. Bu endişeyle okurlarımızı İslam kozmolojisiyle ilgili müstakil eserlere yönlendirerek, biz yeryüzü terimiyle yol alma ihtiyacındayız.

Dinler üzerinden bize ulaşan alem/kozmos ile insan arasındaki paralelliklerin bilgisi kadimliği bakımından ortaktır. Ancak bu ortaklık yeryüzü ve insan ilişkisi olarak sınırlandığında mezkur bilgi farklılaşmaya başlar.

Bu bağlamda, dünyayı en aşağı/alçak/denî bir düzey/sema olarak bilip, Neşat Ertaş’ın bir türküsünde dile gelen şekliyle, “Cahildim dünyanın rengine kandım /Hayale aldandım boşuna yandım / Seni ilelebet benimsin sandım” diyerek dünya ile aramıza dini/akli/hissi bir mesafe koymaya çalışırken, İslami esasında yeryüzüyle daha sorunsuz bir ilişki kurmamızın sebebi nedir diye sormak durumundayız.

Diğer bir ifadeyle İslam, yeryüzünü insana nasıl açmaktadır? Dünyaya tahakkümü mümkün olmayan insanın, yeryüzünde ve onunla yakın düzeylerde/semalarda tasarruf sahibi olması ne demektir? bu vb. sorulara karşı cevaplar bulmak zorundayız.

Yine bu bahiste de hedefimizi kısaltmak için şu mealdeki ayetten hareket edebiliriz:

“Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına (ve sahhara) vermiştir.” (Casiye, 45:13)

“Sahhara kelimesi ve türevleri Kur’an’da emr kelimesiyle doğrudan bir dizi gramer bağlantısı içinde geçiyor. Bu kelime mevcut tefsir ve meallerde ‘kullanımına verildi’, ‘kontrolüne verildi’, ‘boyun eğdirdi’ şeklinde çevriliyor. Ancak meallerde ‘sahhara’ kelimesi ile ‘emr’ arasındaki ilişki açıkça ifade edilmediği için bu fiilin fonksiyonu tam olarak anlaşılmıyor. Halbuki sahhara kelimesinin anlaşılması ‘emr’ kelimesiyle arasındaki kavramsal ilişkinin anlaşılmasına bağlıdır.” diyen Şakir Kocabaş, Kur’an’daki sahhara kelimelerinin anlam çerçevelerini şöyle belirliyor:

“...Sahhara kelimesinin en az üç kullanımı olduğunu görüyoruz. Bunları şöyle özetleyebiliriz: (1)Sahhara / musahharat: Bağımlı kılmak / kılınmak, dinamik bir denge içinde tutmak / tutulmak, kontrol altında tutmak / tutulmak. (2)Sahhara / Musahharat: Bir yer üzerinde asılı tutmak / tutulmak. (3)Sahhara: Kontrolüne vermek, kullanımına vermek.”

Biz emrin, göklerdeki ve yerdeki nizamın tümü anlamında karar kılıp, onda doğru yola (ilahi nizamın hakikatine) ulaşma anlamının mündemiç olduğunu da bilerek, yeryüzü esasında mezkur nizamı din olarak düşündüğümüzde ilgili hedefimize daha da yaklaşmış oluruz.

Nakib el-Attas, dyn kökünden din kelimesinin birincil anlamlarını “(1)borçluluk, (2)teslimiyet, (3)muhakeme gücü, (4)fıtrat ya da istidat” şeklinde dörde indirip, onunla aynı kökten gelen medine’nin “şehir kurmak yahut şehir inşa etmek, medenîleşmek, zarifleşmek ve insanileşmek” anlamına geldiğini belirttikten sonra, medeniyet ve temeddün kelimeleriyle ilgili de şunları söyler:

“Sosyal kültürde medeniyet ve zarafet anlamına gelen temeddün ise meddene’den türeyen bir başka terimdir. Böylelikle, borçlu olmanın birincil anlamından, küçük düşmek, (bir efendiye) hizmet etmek, köle olmak gibi anlamları türetiriz. Hâkim, yönetici ve vali anlamlarını içeren terimden de (deyyân), kudretli, güçlü, kuvvetli olma; bir efendi, yüksek rütbeli kişi ve şeref sahibi olma; ayrıca, (kararlaştırılmış bir zamanda) hüküm, ceza, hesap gibi anlamlar türetilmiştir.”

El-Attas’ın bunlarla vardığı sonuç, din kavramında mülk ve kozmos fikrinin aslen mevcut olduğudur.

Kozmos, din, dünya ve onun mülkü anlamında yeryüzü ile medeniyet terimlerini iç içe kullandığımızda ise, ahiret dünyası dahil dünyaların tek bir hakikat içinde toplandığını düşünerek sanata doğru yol almaya başlarız.