Elbette çoğumuz muhasebeci değiliz ama bir yılı daha geride bıraktığımız şu günlerde ömrümüzün muhasebesini yapmamız gerektiğini biliyoruz. İnsan, yaratıldıktan sonra hayvanlar gibi başıboş bırakılmış bir mahluk değildir. Akıl, kalb ve vicdan üçgeninde Allah'ın kendisine yüklediği sorumluluk ve yetkileri doğru kullanmaya mecburdur. İnsanlara karşı adaletle davranmasının yanında, hayvan, bitki hatta cansızlara bile ölçülü davranmak zorundadır. Bunun şuurunda olan insanlar, küçük hesapları bir tarafa bırakıp büyük hesap gününe hazırlanmalıdır.

Zerrece iyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağı, boynuzsuz koyunun boynuzlu koçtan hakkını alacağı o büyük mahkemeden hangimiz muaf olabiliriz? Seriül-hisab olan Âlemlerin Rabbi, insanları mahşerde topladığı zaman "Oku kitabını! Bugün hesap görücü olarak nefsin sana yeter" (İsra Suresi, ayet 14) emrine bütün nefisler boyun eğecek ve ağızlar yerine eller ayaklar konuşacak. Küçük büyük hiçbir şeyin ihmal edilmeden kaydedildiği amel defteri, diğer bir deyişle ömrümüzün video diski elimize verildiği zaman, artık pişmanlık fayda etmeyecek.

Hazreti Yusuf gibi iffet abidesi bir peygamberin ağzından Kur'ân-ı Kerim'de ifade edilen " Nefsimi temize de çıkarmıyorum, çünkü nefis gerçekten emmaredir/kötülüğü emreder" (Yusuf Suresi, ayet 53) gerçeği, bu muhasebenin programını bize açıkça vermektedir. Oto kritik veya öz eleştiri diyerek basitleştirilen programın aslı, nefis muhasebesi veya tasavvuf diliyle nefis terbiyesidir. Bugünkü eğitim sisteminde asla yer bulamayan nefis terbiyesi, insanın ömür boyu muhtaç olduğu tekamül etme yani olgunlaşma enerjisidir. Bundan mahrum olarak yetiştirdiğimiz genç nesilden şikâyet etmeye hakkımız olabilir mi?

***

Nefsi aşırı ve gayri meşru isteklerinden vazgeçiren, hayır ve iyiliğe teşvik eden en önemli amil, ölüm gerçeği olsa gerektir. Ölümü muhasebe için bir celp daveti olarak görüp ibret alabilenler, acaba herhangi bir haksızlığa kalkışabilir mi? Maddi olarak kazandıklarının tamamını bırakıp, hesabı zor olan amellerini yüklenip giden bir insanı, o büyük mahkemede acaba neler bekliyor? Hele Allah'ın sonsuz olan affının dışında kalan kul hakkı ile hesap gününe ulaşanların hali nice olur?

Ömrü boyunca hayır hasenat yapmış, muhtaçların yardımına koşmuş, karıncayı bile incitmemiş, dualarla ebedi aleme yolcu edilen insanlara gıpta etmemek mümkün mü? Birkaç gün önce rahmeti Rahman'a kavuşan, yakından tanıdığım Emin Üstün ağabeyimizin cenazesindeki binlerce insanın hüsnü şehadeti ve helallikleri, önündeki sonsuz âlem için malından çok daha kıymetlidir. Kendisini yakından tanıyan hoca efendi, geride bıraktığı malından mülkünden bahsetmedi. Sadece yaptığı hayırlardan, verdiği öğrenci burslarından, yetişmesine vesile olduğu hafızlardan, muhtaç olanlara yardımlarından bahsetti. Böylesine hayırla yad edilen ve "Allah razı olsun" dualarına mazhar olan bir insanın hesabı da o derece kolay olur. Demek ki merhum sağlığında muhasebeyi çok iyi yapmış. Dünyevi muhasebe ile çok sağlam şirketler kurup varlıklı bir iş adamı olmakla kalmamış, asıl derin muhasebeyi yaparak önündeki büyük hesap gününe iyi hazırlanmış. Allah rahmet eylesin, makamını cennet eylesin.

***

Peygamberimiz (a.s.m.) bir gün ashabıyla otururken onlara şöyle bir soru sorar:

- Söyleyin bakalım müflis kimdir?

Ashab şöyle cevap verir:

- Ya Resulallah, müflis parası pulu olmayan kimsedir.

Peygamberimiz (a.s.m.) onlara şöyle buyurur:

- Hayır gerçek müflis şu kimsedir:

“Bir Müslüman kıyamet günü Allah'ın huzuruna çıkar. Kıldığı namaz, tuttuğu oruç, verdiği zekâtlarla pek çok sevap kazanmıştır. Ama kimine sövüp hakaret etmiş, kimine iftirâ atmıştır; onun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, şunun canını yakmıştır. Hesap görülmeye başlanınca, yaptığı ibadetlerinin sevabı hakaret ettiği, iftira attığı, canını yaktığı kimselere dağıtılmış, daha üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları tükenivermiştir. Başkalarına verecek sevabı kalmadığı için, haklarını yediği kimselerin günahı sırtına vurulmuş ve cehennemin yolunu tutmuştur. İşte asıl müflis bu kimsedir.” (Müslim, Birr 59; Tirmizî, Kıyâmet 2)

Bu Hadisi Şerif'te, kul hakkına riayet etmeyen, bilerek veya umursamazlık yüzünden insanların hukukunu çiğneyenlerin yaptıkları ibadet ve kazandıkları sevapların nasıl ellerinden alınacağı, hatta gerekirse onların günahlarının da kendi sırtına yükleneceği anlatılmaktadır. Bu gerçeği idrak edenlerin muhasebelerini çok iyi yapmaları gerekir.

Gıybet de bir çeşit kul hakkıdır. Kur'ân-ı Kerim'de "ölmüş kardeşinin etini yemek" olarak tavsif edilen bu çirkin fiil, Hadisi şerif'te ise şöyle ifade edilmiştir:

"Ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi, gıybet de salih ameli yiyip bitirir."

***

 Ömrünü at üstünde geçirip, saraylar yerine kıl çadırlarda konaklayan, az yiyip, az uyuyup, hiç gülmeyen ümmetin derdini kendine dert edinen Kudüs Fatihi Sultan Selahaddin Eyyubi ölüm döşeğinde ne yapmış biliyor musunuz? Kefenini askerlerine verip bir mızrağın ucuna taktırmış ve Şam sokaklarında dolaştırarak şöyle duyuru yaptırmıştı:

"Ey ahali! Sultan Selahaddin'in dünyadan götüreceği tek malı bu kefendir. Bu size ibret olsun. Birbirinizin hakkına riayet edin ve harama bulaşmayın"

Gerçekten de bu göstermelik bir hareket değildi. Selahaddin Eyyubi vefat ettiği zaman yanında sadece 1 dinar 47 dirhem para çıkmıştı. Ölmeden evvelki son nasihatında ise oğluna şunları söylemişti:

"Evladım şunu unutma ki, benim bu makama gelmem hep iyi işler ve güzel davranışlarımın neticesidir. Bütün insanların öleceklerini hatırından asla çıkarmayasın. Kimseye karşı kin tutma. Herkesin hakkını gözet. Çünkü Allah merhametlilerin en merhametlisi olduğundan onun hukukuna karşı yapılan hataları tevbe sonunda affedebilir. Ama kul hakkı, kulları memnun etmedikçe kolay kolay affolunmaz."

***

Geçen haftalarda bir televizyon programı için eski fotoğrafları döküp içlerinden bazılarını seçmem gerekti. Hafızam beni alıp ta çocukluk ve gençlik yıllarıma götürdü. iş hayatı, çocukların büyümesi daha sonra torunlarla ilgilenme derken koskoca 65 yılı geride bıraktığımı fark ettim. Allah'a verdiği nimetlerden dolayı sonsuz şükürler ederken, lüzumsuz işlere harcadığım çok kıymetli zamanlar için de pişmanlık duydum. Pişmanlık tevbe kapısının anahtarıdır. Geç olmadan istiğfar ederek hatalı işlerimizden vaz geçmeli, dünyadayken muhasebemizi sağlam ve doğru yapmalıyız. Yoksa müflis tüccar durumuna düşebiliriz.

Benim yeni yıldan anladığım budur. Gerisi laf ü güzaftır. Allah'tan, 2020 yılının ve 20'li yılların milletimize ve Âlemi İslam'a hayırlar getirmesini niyaz ediyor, siz kıymetli okuyucularıma sıhhat ve afiyetler diliyorum.