* Filistin'e yapılan ihanetin odağında kimler var?

* Filistin 1948'e nasıl geldi?

* Filistin'de demografik yapı nasıl değiştirildi?

* Siyonist terör örgütlerini kimler kurdu?

* Filistin'e ilk ihanet ne zaman yapıldı?

* Filistin'i satan Şerif Hüseyin'in oğlu kimdi?

Yüzyılın ihanet planı, sanki Filistinliler'e ikinci bir Nekbe'nin başlangıcı olması için düşünülmüş. Bilindiği üzere 14 Mayıs 1948'de Ben Gurion'un Telaviv'de Teodor Herzl'in portresi altında İsrail'i ilan ettikten bir gün sonra, Nekbe (Büyük felaket) başlamıştı. Trump'ın o akşam dikkatlerden kaçmayan şu sözleri aslında bunu hatırlatmaktaydı: "Filistinliler ve Araplar, 14 Mayıs 1948 günü önlerine gelen fırsatı kabul etmeyip, İsrail'e saldırdılar. Umarım bu defa yüzyılın barış planını iyi değerlendirirler. Bu plan şimdiye kadar onlara sunulmuş en iyi fırsattır."

Bunun açık anlamı şudur: İngilizlerin desteği ile 1948'de İslam dünyasının tam ortasında siyonistlere devlet kurma hakkı verildi. Gerçek manada hiçbirisi devlet olamamış Arap ülkeleri İsrail'e saldırdı. Sonunda Müslümanlar kaybetti, siyonizm kazandı. Şimdi de ABD bütün gücüyle İsrail'in arkasındadır. İslam dünyasındaki uyanışı engellemek için, birçok Arap ülkesinin liderlerini de yanına alarak Filistin'e ikinci bir felaketi yaşatmak için bu sözde barış planı yapıldı. Bu plan, İslam âleminin ikiye bölünerek düşman bloklara ayrılması için, adım adım gelinen bir büyük oyunun parçasıdır. Irak, Suriye ve Mısır bu planın üç ayağıdır. Merhum Mursi'nin darbeyle devrilmesi sonunda geriye tek engel Türkiye kaldı. İçerdeki hainleri kullanarak düzenledikleri 15 Temmuz darbesi başarısız olmasına rağmen, bu büyük plan uygulamaya kondu.

FİLİSTİN'E İKİNCİ İHANET

Trump ve Netenyahu'nun başrolünü oynadığı, 28 Ocak Salı günü vizyona giren tiyatronun aktörlerinden çok seyircileri daha önemliydi. Seyircilerin içinde bulunan üç onur konuğu BAE, Bahreyn ve Umman, hem alkışladı hem çok alkış aldı. Onların temsilcisi olduğu cephenin asıl destekçileri ise Mısır ve S. Arabistan'dı.

Aslında kesinlikle kale alınmayacak bu planın, meraklı okuyucular için kısaca ayrıntılarından bahsedelim. Trump konuşmasında tam bir göz boyama kurnazlığıyla, Filistin'e devlet kurma hakkının verileceğinden ve başkentinin Kudüs olacağından söz etti. Planın tümü incelendiği zaman tarif edilen devletin bağımsızlığını bir tarafa bırakın, bir federasyon bile olmadığı görülecektir. Filistin'in hiç bir askeri gücü olmayacak, hatta polisi bile İsrail'in güvenliğini sağlamak üzere kurulacak ve devamlı kontrol altında bulunacakmış.(!)

Planda Filistin'in başkentinin, Kudüs'ün şehir sınırlarının dışında bir banliyö olan Ebu Dis Mahallesi olması öngörülüyor. Açıkça Kudüs'ün tamamen İsrail'e terk edilmesi, ekonomik yardım kılıfı ile Filistinlilere yutturulmaya çalışılıyor. Bu 50 milyar dolarlık bütçenin, hangi ahmak Arap devletlerinin petrol gelirlerinden karşılanacağı ise çok açıktır. ABD, başkasının kesesinden hovardalık yaparak, hem İsrail'e hem de işgal ettiği toprakların ilhakına meşruluk kazandırmaya çalışıyor.

Biri 20. Yüzyıl'da, diğeri içinde bulunduğumuz günlerde gerçekleşen iki ihanet, Kudüs'ü ve Filistin'i bugünlere getirmiştir. 1948 yılındaki büyük felaketi (NEKBE) hazırlayan İngilizler, Osmanlı toprakları üzerine kurdurdukları devletçiklerin başına oturttukları kukla liderlerin ihanetini de çok iyi organize etmişlerdi. Bugün de aynı şeyi ABD Başkanı Trump yapmaktadır.

FİLİSTİN 1948'E NASIL GELDİ?

Filistin meselesine 100 yıllık tarihi perspektiften bakıldığında; başta Kudüs olmak üzere tüm Ortadoğu'nun temel probleminin, 1. Dünya Savaşı'nda Sina, Filistin, Suriye cephesinin kaybedilmesine dayandığı söylenebilir. Özellikle 9 Aralık 1917'de Siyonist ve Haçlı ittifakıyla elimizden çıkan Kudüs ve 20 Eylül 1918'de Nablus Savaşı sonunda kaybettiğimiz Filistin, Lübnan, Suriye ve Irak toprakları yüz sene sonra kaosun merkezi haline gelmiştir. Osmanlı Devleti'nin adil idaresinde 4 asır boyunca insanların barış ve huzur içinde yaşadığı kutsal topraklar, önce Haçlı ardından Siyonist işgal ile kin, nefret, katliam ve zulüm coğrafyasına dönüşmüştür.

İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour imzasıyla 2 Kasım 1917'de Lord Walter Rotshchild'e verilen deklarasyonla Yahudilere vadedilen devletin altyapısını hazırlamak üzere, BM kararıyla İngiliz manda yönetimi kuruldu. Her şey dünyanın gözü önünde o kadar aleni yapılıyordu ki, ilk Filistin valisi Herbert Samuel isimli siyonist, Yahudilere silahlı örgüt kurmak dahil her türlü hakkı verirken, Müslümanların üzerinde boş mermi kovanı bulunmasını dahi suç sayıyordu.

Siyonizm'in uyguladığı işgal planına göre ilk iş, mümkün olan en çok sayıda Yahudi'nin Filistin'e göç etmesini sağlamaktı. 1882 yılında başlayan ilk Aliyah (toplu göç) hareketi ile Akdeniz'in Hayfa ve Yafa kıyılarında oluşturulan kolonilerin sayılarının artırılması ve genişletilmesi gerekmekteydi. Bu göçlerin teşvik edilmesi ve finansmanının sağlanması için başta Rothschild ailesi olmak üzere zengin Yahudi işadamları kesenin ağzını açmışlardı.

DEMOGRAFİK YAPI NASIL DEĞİŞTİRİLDİ?

İngiltere'nin 31 Aralık 1922'de yaptırdığı sayımda Filistin'de yaşayan 757 bin kişinin, 663 bini Arap, 83 bini ise Yahudi idi. (Yüzde 88 Arap, yüzde 11 Yahudi) Almanya'da Nazilerin yaptığı katliam yüzünden 1945'e kadar 400 bin Yahudi Filistin'e geldi ve toplam nüfusları 600 bine çıktı. 1946 sayımına göre Filistin’in toplam nüfusu 1 milyon 942 bin idi ve bunun 1 milyon 175 binini Müslümanlar, 602 binini Yahudiler meydana getiriyordu. (Yahudi nüfus yüzde 31'e yükselmiş)

Bu demografik yapıya rağmen Siyonist propaganda; Filistin'in halksız bir vatan, işlenmemiş topraklarının ise bir çöl olduğunu iddia ediyordu. Dolayısıyla bütün dünya Yahudilerini, buraya gelip istedikleri kadar arazi alabileceklerine ve tarım yapabileceklerine inandırmışlardı. İsrail'in 4. Başbakanı Golda Meir'in şu sözleri Siyonizm'in yalanlarına dünyayı nasıl inandırmaya çalıştığının en bariz delilidir:

"Bir Filistin halkı yoktur. Bizler gelip de onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil. Onlar mevcut değildir."

TERÖR ÖRGÜTLERİNİ KİM KURDU?

İngiliz manda yönetimi sırasında kurulan silahlı örgütler ve mensupları bize İsrail'in nasıl kurulduğunu ve bugün devam eden devlet terörünün hangi temele dayandığını göstermektedir. 1920'de kurulan Haganah Örgütü'nün kurucuları İzak Rabin, Ariel Şaron, Moşe Dayan idi. Bu örgütü pasif gören Menahem Begin ve arkadaşları 1931'de daha aşırı Irgun örgütünü kurdular. Bunu da beğenmeyen İzak Şamir ve Avraham Stern 1940'ta Lehi (Stern) örgütünü kurdular. Bu silahlı terör örgütlerinin kurucuları içinde daha sonra bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı olacak kişiler vardı. Bugün bile İsrail yönetiminde bu örgüt zihniyeti hakim bulunmaktadır.

İngiltere sonunda Filistin meselesinin çözümünü Birleşmiş Milletlere havale etti. ABD'nin ağır baskısı ile Birleşmiş Milletler 29 Kasım 1947 tarihinde aldığı 181 nolu taksim kararıyla, Filistin topraklarını Arap ve Yahudiler arasında böldü: % 56,5 Yahudilere, % 43,5 Araplara verildi. O günlerde beğenilmeyen bu taksim planı, günümüzde hayal bile edilemeyecek bir durumdu.

1948 yılından itibaren terör eylemlerini artıran ve daha büyük çaplı katliamlara imza atan silahlı Yahudi örgütlerinin tek amacı, devlet kurmayı planladıkları topraklarda "etnik temizlik" yapmaktı. En korkunç eylem ise Deyr Yasin'de yapılmıştı. 9 Nisan 1948 Cuma günü sabaha karşı, 600 Filistinli Müslümanın yaşadığı Deyr Yasin köyüne gelen 120 Irgun ve Lehi militanı, acımasız bir katliam yaparak çoluk çocuk demeden tam 254 kişiyi hunharca şehit ettiler.

ARAPLARIN FİLİSTİN'E İLK İHANETİ

15 Mayıs'tan itibaren Haganah ve diğer terör örgütlerinin militanları İsrail Silahlı Kuvvetlerine katıldı ve 35 bin askerle bütün Filistin şehir ve köylerini işgale başladılar. Arap Birliği ise Ürdün, Mısır, Suriye, Irak, Lübnan kuvvetlerinden oluşan 21 bin kişilik bir koalisyon ordusunu Filistin'e gönderdi. Ayrıca Kudüs ve çevresinde Abdülkadir el-Hüseyni liderliğinde mahalli direnişi örgütleyen mücahitler ile Fevzi el-Kavukçu komutasında Suriye'de eğitim gören 4 bin kişilik bir gönüllü ordusu vardı.

Aslında bu beş devletin askerleri içinde eğitim ve donanım açısından en iyi durumda olan Ürdün Arap Lejyonu idi. Diğer birlikler düzensiz ve koordinasyondan yoksundular. Ürdün Arap Lejyonunun başında komutan olarak İngiliz Sir John Bagot Glubb Paşa vardı.

Fakat İsrail geniş bir seferberlik emriyle bir ay içinde asker sayısını 65 bine, Aralık'ta ise 95 bine çıkardı. Çatışmaların durduğu ateşkes dönemlerinde Doğu Bloku ülkelerinden silah ve cephane takviyesi yaparak Arap ordularına karşı üstün duruma geçti. Savaşın sonucunu da bu güç üstünlüğü tayin etti.

Burada çok önemli bir noktayı vurgulamak gerekir. Beş Arap ordusu arasında ciddi bir askeri koordinasyon olmadığı gibi, ülkelerin yöneticileri arasında da siyasi olarak hiçbir ortak hedef bulunmuyordu. Her biri menfaati için kendine yakın bölgede bir operasyon yapıp, kısa yoldan bir şeyler elde etmeye çalışıyordu. Ama en ilginç olan Ürdün'ün durumuydu.

FİLİSTİN'İ SATAN ŞERİF HÜSEYİN'İN OĞLU KİMDİ?

Osmanlıya ihanet eden Şerif Hüseyin'in oğlu olan Ürdün Kralı Abdullah daha İngilizler'den sözde bağımsızlığını alalı iki sene bile olmamıştı. Ordunun başında Glubb Paşa ve çok sayıda İngiliz subayı bulunuyordu. Kral Abdullah aslında İsrail'in kuruluşuna karşı değildi. Onun hayalinde Suriye, Lübnan, Ürdün ve Batı Şeria'yı içine alacak Büyük Suriye Kralı olmak vardı. Bunun için Yahudi Temsilcileri ile görüşmekten çekinmemişti.

En önemli görüşme 17 Kasım 1947 tarihinde Kral Abdullah ile Golda Meir başkanlığında, Şeria Nehri kıyısındaki Naharayim'de gerçekleşti. Bu toplantıda Yahudilerin Filistin'de bağımsız bir devlet kurmalarına karşılık, Ürdün'ün Filistin'in topraklarının bir bölümünü işgal etmesi prensip olarak kabul edilmişti. Ortak düşman olan Kudüs Baş Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni'nin başkanlığında bağımsız bir Filistin devleti kurulması ise kesinlikle engellenecekti.

Sonuçta 15 Mayıs'tan sonra bazı bölgelerde Ürdün Arap Lejyonu İsrail Silahlı Kuvvetleriyle çatıştı ve Doğu Kudüs'ü işgal etti. Fakat Lejyon daha önce mutabık kalındığı üzere Taksim Planında Yahudilere bırakılan bölgelerden geri çekildi. Arap Kurtuluş Ordusu'nun çekildiği bölgelerde yaşayan binlerce Filistinli sahipsiz ve korumasız kaldı. İsrail, işgal ettiği köy ve kasabalarda yetişkin erkekleri direnişçi diye öldürdü, çocuk, kadın ve yaşlıları ise kuzeye ve doğuya doğru sürgün etti.

Toplam Filistinlilerin % 80'i, yaklaşık 750 bin kişinin evinden yurdundan sürülmesinin ne korkunç bir felaket olduğu sonraki yıllarda daha iyi anlaşıldı. Ama bundan daha korkuncu 5 Arap ülkesinin yaptıklarıydı. Mısır, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan askerleri güya yardıma geldikleri Filistinlilere tam bir ihanet içinde, onları korumak yerine ellerinden silahlarını alıp direnişlerini kırmaya çalıştılar. Ürdün Genelkurmay Başkanı İngiliz Gallup Paşa (!) bile bu savaşın sahte bir savaş olduğunu, daha sonra yazdığı hatıralarında belirtmişti. Şerif Hüseyin'in oğlu Ürdün Kralı Abdullah, Golda Meir ile kirli pazarlığa oturmuş, Batı Şeria ve Doğu Kudüs karşılığında Filistin işgaline göz yummuştu. Yıllar sonra da, 1951'de Mescidi Aksa bahçesinde yapılan bir suikastta ihanetinin bedelini canıyla ödemişti.

MÜSLÜMANLAR İÇİN EN ZOR İMTİHAN

Başta Ürdün, Lübnan, Suriye olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış altı milyon Filistinli mülteci, açıklanan barış (!) planında yok sayılıyor. Birleşmiş Milletler'e bağlı UNRWA'nın desteğiyle çok kötü şartlarda da olsa hayatını devam ettirmeye çalışan Filistinliler 72 yıldır anahtarlarını saklayarak bir gün evlerine dönecekleri günü beklemektedir. ABD İsrail'e desteğini açıkça göstererek, UNRWA'nın bütçesine yaptığı katkıyı önce azalttı, sonra kesti. Dünyanın gözü önünde bu insanları açlığa, hastalığa, eğitimsizliğe, daha doğrusu ölüme mahkum etti. Peki Müslüman ülkeler ne yaptı? ABD'nin emrine girmiş, tahtını koruma sevdasına düşmüş kukla liderler, elbette bir şey yapmadı. Sadece Türkiye ve bazı ülkeler yardımlarını artırdı.

Bu açıklanan ihanet planı, İslam ülkelerinin başındaki liderlerin gerçekten Müslümanları temsil edip etmediğini ortaya koyacak. İslam ümmetindeki Kudüs şuurunu yok etmeye çalışan, İsrail güdümündeki ABD'nin emrine giren kukla liderler, kendi sonlarını hazırlayacak!

1948'de İsrail'i ilk tanıyan devlet Başkanı Truman'dan bu yana, garip bir isim benzerliği ile Trump, ABD'yi resmen siyonizmin yalakası olmak derekesine düşürdü. Netenyahu ve Trump iç politika hesapları yapsa bile, Kudüs ruhu onların bütün hilelerini boşa çıkaracaktır, İnşaallah.