Kültür kavramı, ilk çıkışı itibarıyla tarıma dair olup, fen bilimleri temelli bir kullanıma sahip iken; zamanımıza yaklaştıkça sosyal bilimler cephesine kaymıştır. Genele hakim bilinişi de sosyal bilimler odaklı anlamında kemikleşmiştir.

TDK sözlüğüne göre popüler, halkın arasında yaşayan motiflere, ögelere yer veren, onlardan yararlanan, halkın zevkine uygun, halk tarafından tutulan ve herkesçe tanınan, bilinen anlamındadır. Kubbealtı sözlüğüne göre popülerleşmek ise; halkın zevkine uygun, halkın tuttuğu tanınan ve sevilen kimse veya bir şey durumuna gelmek, popüler olmak, ünlü olmak manasındadır. Yine TDK sözlüğüne göre popüler kültür; belli bir dönem için geçerli olan, hızlı üretilen ve hızlı tüketilen kültürel ögelerin bütünü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu kadar sözlük bilgisi kâfi... Mevzuya doğru yol alalım o vakit!

Küresel-yerel(!), iç-dış, maddi-manevi... Her ne şekilde bakarsak bakalım, kötü huylu bir tümör gibi büyüyen bir popülarizm sorunumuz var! Yozlaşmanın tam da merkezinde, popülist(!) anlayış uluorta saklanmış vaziyette yıpratıcılığını eksiksiz yerine getirmekte...

Yukarıda zikrettiğim tanımlar çerçevesinde düşündüğümüzde, popüler ve ilgili kavramların halk üzerinden yürüyen bir tabiata sahip olduğunu bir çırpıda anlıyoruz. Kültür ise daha rafine, milli hususiyetlerin ve tarihi birikimlerin dönüştürücü/özümseyici filtre vasfının belirleyici olduğu bir husus... Gerçek manada bir kültür/medeniyet meselesi olacaksa, milletleşmiş ve/veya milletleşme süreci devam etmekte olan bir insan grubundan da bağımsız kalınamayacağı aşikar. Yığın mesabesinde bir halk kavramı değil elbette. Peki mevcut vaziyet ne alemde?

Onlarca asırdır ağır aksak da olsa yürüyüp giden milletleşme olgusu, bizim için artık; halk griliğinde kitle/yığın olmaya yuvarlanmanın dayanılmaz hafifliğinde... Popülizme pey veren müzik, edebiyat, eğitim, siyaset ve bürokrasi çarkları, kitleleşmenin de kapılarını ardına kadar açmış oluyor ne yazık ki! Özellikle popüler kültür tanımındaki çabuk üretilen ve çabuk tüketilen ibareleri bu noktada kan dondurucu... İşin garibi, kültür kapsamında ürettiğimiz yok gibi fakat tükettiğimizin haddi hesabı yok. Aklımıza, ruhumuza ne zerk edilse hemen herkesin kabulüne mazhar oluyor. Halkın beğenisi popüler olmanın şartıysa, biz kimin halkıyız Allah aşkına?

Popülist yaklaşımlar çürümeyi de hızlandırıyor zahir... Değer erozyonu ve yitimi, en geniş manasıyla ahlak telakkisinin buharlaşması, salt hakikati geçtim makyajlı gerçeklerin bile yolunu şaşması ancak popülarizm kazanında bulamaç haline gelene kadar kaynatılmakla olurdu. Oldu da! Ayırdedici, karakter verici herşeyimizi göz göre göre kaybediyoruz. Tarihi zaafımız tekerrür ediyor belki de? Orta Asya Türk devletlerinin vaktiyle Çinlileşmesi, Avrupa'ya hükümran olan Hun topluluklarının gittikleri coğrafyada erimesi, Hint diyarında Hintlileşen, Anadolu'ya uzanan süreçte Fars etkisiyle direkten dönen, Moğol istilası sonrası Yunus Emre şiirleri gibi berrak, riyasız, kendiyle barışık, sadece rızay-ı bari için Âhi meşrebinde başını üçyüz seneliğine kaldıran Osmanlı tecrübesi sonrası bitmeyen patinajımız... Popülarizme yakayı kaptırdık kaptıralı iflah olmayan, fakat itlaf ile iflas arasında tık nefes tutunmak telaşımızın perişanındayız.

Popüler popüler tepe taklak vaziyetimiz öngörülemeyen bir müddet daha sürecek anlaşılan... Deveye boynun eğri demişler de nerem doğru ki diye cevap vermiş. Bizim ki o misal!

Unutmadan! Kötü misal emsal olmaz...