İslâm bütün varlıkları ve insanları yaratan Allah’ın insanlık için yasallaştırdığı hayat düzenidir. İnsan doğasıyla örtüşen bu yüce dinin yüklediği ana görevlerden biri Kur’ân’ımızın Mümtehine sûresinin 8.âyetinde şöylece açıklanmaktadır:

“(İyiliksever ve adâletli olun.)Zira Allah, inancınızdan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyenlere iyilik yapmanızı, adâletli davranmanızı yasaklamaz.Çünkü Allah âdil olanları / sosyal adâletten yana tavır koyanları sever.”

Açıkça anlaşılacağı üzere temel haklar ve hürriyetlerimizi kullanarak dini- mizi yaşamamıza karşı çıkmayan, yaşamımızı sürdüreceğimiz yurdumuzdan bizi çıkarmaya kalkışmayan ve bu amaçla aleyhimize ittifaklar oluşturmayan bütün insanlara karşı iyilik yapmak ve adâlet göstermekle mükellefiz.

İnanç ve kültür farklılığının ve değişik sebeplerden ötürü duyulabilecek şahsi ve toplumsal kırgınlıklar ve öfkelerin iyilik ve adâlet görevlerimizi yapmamıza engel oluşturmaması da Kur’ân’ın buyruğudur.Örneğin Nur sûresinin 22.âyeti ile öfkelerin iyiliklere mani kılınmaması vurgulanırken Mâide sûresinin 8.âyetinde ise “…bir topluluğa olan kininiz sizi adâletsizliğe yöneltmesin” buyrulmaktadır.

İyilik ve adâleti emreden İslâm, iyilik ve adâletin egemenliği için zalimle- şen insanlara karşı âdil şiddet uygulanmasını da emretmektedir.

Âdil şiddet, kullandığı yöntemleri istimal ederek zalime zulmünü tattırmaktır. Zalime zulmünü yaşatmanın meşru yolu kişisel zulümlerde birebir ceza olan kısas, toplumsal zulümlerde ise silahlı savaştır.

Kur’ân’ımızda kısasın görev olarak yüklendiği vurgulanırken silahlı savaş da şöylece yasallaştırılmaktadır:

Size savaş açanlara karşı Allah yolunda savaşın. Ama(amacınızı aşıp)saldırganlık yapmayın. Doğrusu Allah saldırganları sevmez.” (Bakara 190)

İnsanlığın mutluluğunu üstlenen İslâm, yalnızca bize zulmeden zalimlere değil gücümüz ölçüsünde tüm zalimlere karşı savaş açılmasını da emretmektedir. Güvenliğin oluşturulması için zalimler zulümlerinin karanlıklarında boğulmalı, mazlumlar aydınlığa, esenliğe çıkarılmalıdır.

Önünde bütün âdil insanlığın ihtiram duruşuna kalkması gereken Nisa sûresinin 75.âyetinde müminler şöylece yüreklendirilip vazifelendirilmektedir:

“(Nasıl olur da Allah yolunda savaşmazsınız.) Nasıl olur da Allah yolunda savaşmayı ve “Ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu topraklardan kurtarıp özgürlüğe kavuştur ve rahmetinle bizim için bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder” diye yalvaran çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmayı redde- dersiniz.”

İnançları, dilleri, renkleri ve coğrafi bölgeleri farklı da olsa yardım çağrısında bulunan mağdur ve mazlum insanlara canımızla, malımızla ve yüreğimizle yardımcı olmak bu ve benzeri Kur’ânî buyruklara imanın gereğidir.

Zalimler hiçbir şekilde onaylanamaz
Cezalandırılması gereken zalimler hiçbir şekilde mazur da görülemez.

Onların zulüm politikaları ve eylemleri de onaylanamaz.

Zalimlerden yana oy kullanmak, medya, proje ve para desteği sağlamak, yanı başlarında fiilen yer almak adâlet ve fazilet ile birlikte dünya ve âhiret hayatını da yıkıma uğratmaktır.Zira bir kısmı âhiret hayatına ertelenmekle birlikte zulümlerin cezası dünya hayatında verilecek, ateş azabı da ebedî hayatı kuşatacaktır.

Korkudan gözlerin yuvalarından fırlayıp dona kalacakları Kıyâmet Günü, uğranacak azapla ilgili olarak Kur’ân’ımız şöylece uyarmaktadır:

“Asla zulümde ısrar edenlerden yana eğilim göstermeyin yoksa (zulüm ve de cehennem) ateşi size de dokunur. Allah’tan başka koruyucularınız olmadığına göre yardım da alamazsınız.” (Hud 113)

Zalimlerin bizden olanı, zulmü mazur görülecek yönü, açıktan veya örtülü olarak destek verilecek türü de yoktur.Bunun içindir ki İslâm, hukukun üstünlüğü ilkesiyle hiçbir zulme istisna getirmemiş, bütün zalimlere kısas cezasını belirlemiştir. Kişinin milletini, ırkını yaptığı zulümlerinde desteklemesi olan ırkçılık da Peygamberimizin diliyle “Irkçılar bizden değildir.” buyrularak yasaklanmıştır.

Zalimlere yapılacak tek yardım dünya ve âhiret mutluluklarını mahvede bilecek olan zulümlerini engellemektir, durdurmaktır. Bunun içindir ki Peygamberimiz “Zulmünü engelleyerek zalime yardım et.” buyurmuşlardır.

Düşmanlık milletlere değil, zalimleredir
Yukarıda açıklanan görevlerimiz ışığında bizler müslümanlar olarak tarihi zulümler gibi Çeçenistan’da, Keşmir’de ve Filistin’de işlenen zulümleri de takbih etmek ve gücümüz ölçüsünde mazlumların yanında yer almakla yükümlüyüz. Ancak çok iyi bilinmelidir ki bizim söndürülemez bir kinle yüreklerimizde besleyeceğimiz düşmanlık bütün Ruslara, Hindulara ve Yahûdilere değildir. Yalnızca ve yalnızca zalimlere ve onların zulüm politikaları ve eylemlerine onay verenleredir. İçte ve dışta insan hakları ve özgürlüklerini çiğ- neyenleredir.Bu da insan olmanın, insanlık çizgisi olan İslâm’a inanmanın gereğidir.

İlke olarak yükümlülüğümüz gücümüzle orantılı olduğu ve maalesef fiili durumumuz da bunu gerektirdiği için ışıklarımızı söndürmekten, gösterilere katılmaya, zalim ülkelerin paraları ve mallarına boykot etmekten yapılabilecek parasal yardımlara, gece yarılarında duâlar etmekten, yöneticilerimizi uyarmaya…kadar yapabileceklerimizi yapmalıyız.Zira canlar ve mallarla edilebileceği gibi yüreklerle de cihad edilebilir.

Yazımızı “düşmanlığın yalnızca zalimlere yöneltilmesi” gerektiğini ilân eden Kur’ân ilkesi çizgisinde Peygamberimizin yaptığı ve yapmamızı istediği dûa ile bitirelim:

Allah’ım! İntikam duygularımızı bize zulmedenlere yönlendir. Bize düşmanlık yapanlara karşı bize yardım et.