Hani “adil şahidler” olacaktık. “Emrolunduğunuz gibi dosdoğru ol”acaktık. Hani yalan söylemeyecektik! G20 zirvesinin nihai bildirisini niçin açıklamıyorsunuz. Niçin iklim yasası taslağını bilgi için paylaşmıyorsunuz. O taslağı kim hazırladı?

Bu konu sadece siyasilerin sorunu değil, her ferdin tek başına sorunu olduğu gibi, aile, parti, tarikat, cemaat ne derseniz deyin, hepimizin ortak sorunudur bu. Ve tabi en ağır sorumluluk, toplumun vekaletini üslenen siyasilerin ve bürokratların sorumluluğudur. Sonra Cemaat denilen yapılar, STK lar ve ilim sahiblerinin, Medyanın sorumluluğudur.

Ha! Zaten Paris şartı olarak imzaladığınız belgenin hükümlerin iç hukuka aktarılması sözkonusu yapılacak iş. O da belli. O şartın resmi açıklaması da yasanın gerekçesi olacak. Meclis müzakelerinde grublar adına konuşurken de herkes o konuda uzmanlar komitesinin raporlarından VOA, BBC, WDR’nin Türkçe haber bültenlerinden özet olarak, anladıkları kadar, kulağa hoş gelecek şekilde bahsedeceklerdir.

“Uluslararası sistemle birlikte hakreket edeceğiz” ya, bunun başka şekli yok. Gazi Mustafa Kemal Atatürk paşa hazretlerinin (Herkesi memnun etmek için böyle bir sıfat kullanıyorum, herkesin atası kendine) İsviçre’den, Fransa’dan, Almanya’dan İtalya’dan yasaları tercüme ettiriyor, yasalar tercüme yanlışları ile, gerekçesiz genel kurula geliyor, icabında bu yasa tasarıları müzakeresiz olarak oy birliği ile kabul ediliyor diye itiraz
ediyorduk, 100 yılın başında böyleydi, 100. Yılda da Türkiye cephesinde yeni bir durum yok.

İstanbul sözleşmesi, Lanzartote, Hayvan hakları yasası böyle geçmedi mi meclisten. Milletvekili denilen adamlar bir defa bile okumadıkları yasa için grub başkan vekillerinin eline bakıp oy kullanmadılar mı? Grub adına konuşan kimi milletvekilleri bile, bırakın yasa tasarısını okumayı, gerekçesini bile okumadan konuşmadı mı?

“Türk tipi Demokrasi” mi diyeceğiz buna. Haksız ve halksız bir Demokrasi tipini biz ve bizimkiler gibi olanlar üretti. Zaten batıda da bu böyleydi de, onlar bu işi üstüne başına dökmeden yapıyordu, bizimkiler işin suyunu çıkarttılar. Başkanlık sisteminin aynı şekilde suyunu çıkartmadık mı? Sahi o politika kurulları, bilim kurullarına ne oldu!?

Depremde kaç kişi öldü bilen var mı?
Ya da mRNA aşısından kaç kişi öldü?
Enflasyonun gerçek rakamı ne?
Bakın Hak herşeyi görür, duyar, bilir. Hem de kapalı kapılar arkasında fısıldayarak konuşulanları da, kalpten geçenleri de, şifreli haberleşmeleri de..  Elbette, bir gün mutlaka bunların hesabı sorulacaktır. Sipariş fetvalarla yakalarını kurtaracaklarını sananlar o gün, o güvendikleri kişiler, evladından kaçan anne gibi kendilerinden nefsi, nefsi diye uzaklaşacaklar, yanlarında yardımcı ve kurtarıcı kimseyi bulamayacaklar. Unutmaytın Allah cahillere, zalimlere, yalancılara, fasıklara, münafıklara, müstekbirlere yardım etmez.

O gün ihaleye fesat karıştıranların, rüşvet alanların, torpil yapanların, haksızlıklar karşısında susanların vay haline!

Sahi, mesela Bilgehan Bilge hocanın başına gelenleri biliyor musunuz? Bir kişiye yapılan bir haksızlık, bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir. Adama Üniversiteden 6 ay uzaklaştırma cezası verdiler. Kim verdi derseniz yerli ve milli DSÖ’müz, Tabibler odası. Şimdi konuyu yargıya taşımaya hazırlanıyor. Bu dava hepimizin ortak davası olmalı. Belki de iklim belası, Karbon ayak izi belası ile tanışmak üzere olduğumuz şu günlerde bu olay bir
erken uyarı işareti olur.

Sahi, Gazze’de ya da bölgede neler olup bitiyor izliyor musunuz? Hiç kimse dünyada olup bitenleri, görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir.

Maalesef, Dinin de, tarihin de, siyasetin de içini boşalttık. Magazinleştirdik. Resmi din öğretisi “benim dinim” değil. Herşey ikonalara, ritüellere, seromonilere, idollere indirgendi.

Din bugün büyük ölçüde ekonomi, siyaset, toplum hayatından, bilimden, sanattan, ahlaktan, izole edildi. BİREY’sel (!?) anlamda vicdanlara, toplumsal anlamda Mabedlere hapsedildi. Kamusal alanda din artık sadece bir kültürel aidiyet sembolü olarak camiler ve mezarlıklarda kaldı sanki.

Uğur Mumcu demiş ya da dememiş, ne farkeder, bu bir gerçek: “Türk vatandaşı; İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir”.. Evet George Orwell’in dediği gibi .

“Sahtekarlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.”

Aziz Nesin’in bütün kitaplarını Rusçaya çeviren biri, Aziz Nesin’le tanışmak için Türkiye’ye gelir. Onun hayal dünyasına hayrandır. Nesin’e “Çok büyük bir hayal dünyanız var. Bir takım olayları, çok güzel bir şekilde kurguluyor ve insanlara anlatıyorsunuz, basit, yalın, anlaşılır şekilde” der. Aziz Nesin, “Hayır” der. “Ben çok basit bir şey yapıyorum. Basit bir muhabir, gözlemci, raportör, daha doğrusu gerçek hayatta yaşanan olaylar rivayet eden bir ravi düşünün benim yaptığım bu?” “Nasıl yani bu yazdıklarınız kurgu değil gerçek mi?” Aziz Nesin gazete haberlerini, kendine gelen mektupları, bazı mahkeme tanık ifadelerini göstererek, “olayın aslı bu, ben sadece hikaye ederek olayı anlatıyorum, yaptığım bundan ibaret” der. Rus mütercim, ben bir deha ile tanışmak için geldim, siz kendinizin basit ve sıradan bir iş yaptığınızı söylüyorsunuz, bu bir mizah, bir şaka mı” der.

Şaka değil, gerçek! Bu gerçekler, gerçek olmaya devam ettiği sürece değişen fazla bir şey olmayacak. Aksine kötüleşme devam edecek.

Biz kendimizi değiştirmeden de Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.

Değişmesi gerekenin ötekilerden önce biz olduğumuzu ne zaman anlayacağız. İnsanlar servet ve iktidarı devleti dönüştürmek için isterler ama o servet ve iktidar, önce ona sahip olanı dönüştürür. Servet ve iktidarın böyle bir yanı var. Maalesef birileri bunu anladığında da çok geç kalmış olurlar.

Selam ve dua ile.