Düşen, tutunacağı dalı seçemez der Cemil Meriç. Düş görürken düşüyoruz. Ama yataktan değil. Buhranın tırnakları, maddi manevi bütün varlığımızı enikonu kanatıyor. Donuklaşan bakışlarımızda, dokuz ayın çarşambasını bir araya toplayan hadiseler serisinin densiz izi var. Tek ayak üstünde yakalanmanın tarihine mazi diyoruz ya; mazi hasret gidermek üzere baş ucumuzda dikiliyor. Hoş vakitler kumpanyası, temsilini tamamlayıp selamlarken seyircileri... Sahnenin perdeleri çekiliyor.

Savaş, ufukta bütün debdebesi ile ihtimaller denizini kabartadursun. Her koyunun kendi bacağından asılmayacağını, adeta kusuyor uluslararası şuuraltı. Ümit, bir taş atımı uzakta salınan bir karaltı. Varlık zemininde yaşanan erozyon, yokluklara göz kırpıyor arsızca. Azdan az, çoktan çok gider önermesinin tatbikatını yapacağız belli. 
Her gün eksiliyoruz. Eksilmeyi, kaybetmekle açıklıyor olmamız düşürüyor gardımızı. Her nefeste eksilen ömrümüz, bir kayıp değil aslında. Yaptıklarımız ya da yapmadıklarımız kayıp mevzuunun esas oğlanı olsa da bu senaryoda, filmin sonunu güzel bitirme niyetimiz yoksa; önemli bir sorunumuz var demek. Değerler silsilesinin canını yakmasa idik, böylesi bir değersizliğin avucuna düşer miydik? Değerler üzerinden devşirilmiş bir buhran, ete kemiğe bürünmüş halde karşımıza savaş sıfatında çıkıyor kaçınılmaz bir şekilde. Takke düştü kel göründü der ya eskiler... Yerelden küresele uzanan zulmün, hakiki yüzünü bedel ödeyerek göreceğiz. Hakikatin eğilip bükülmezliğini de tecrübe ederek.
Kuduz ölür amma daladığı da ölür. Bakalım bu dehşet dengesizliği vadisinden nasıl geçeceğiz? Taraf olmayan bertaraf olur sözünün aldatıcılığına kapılacak mıyız? İçinde, kıyısında köşesinde olduğumuz uluslararası örgütler üzerinden, bize doğru sirayet edecek olası sıçramalardan korunabilecek miyiz? Coğrafya kader denir ya, bizim kaderimiz coğrafya sanki... 

Telaşa lüzum yok. Zira kader planında olacaklar endişeye yer bırakmaz. Şartları yerine getirilmiş bir tevekkül, yegane merhemidir bu mevzunun. İmtihan çerçevesinde bakınca, yapılacakları yapıp yapılmayacakları yapmayarak; olmuşlara da takılmayarak lakin ders almış tövbekârlar olarak yürümek kâfi... Som akıla ihtiyatlı bir mecra çizip, gönül hükmünde bir tavır olmazsa olmaz tabi ki! Zira akıl çelinebilir fakat gönül külyutmaz!