Derin Gerçekler

Dilerim Uluslararası 8 Mart Kadınlar Günü vesilesi ile, bu günü kullanarak ahlaksızlığı özgürlük diye bize sunmazlar. Aslında bu gün, İstanbul Sözleşmesi'nden sonra önemini kaybetmiş olması gerekir. Trans Humanizm ve , “Biyolojik cinsiyet”i inkar ederek Toplumsal Cinsiyet gibi bir saçmalıktan sonra, Kadın ve Erkekten sözetmenin de bir anlamı kalmadı.

Kadın artık bir cinsel obje, emekçi bir BİREY olarak tanımlanmaya çalışılıyor, DİN, AHLAK, GELENEK, AİLE, Biyolojik Cinsiyetinden bağımsız, Cinsiyetini, eğilim-yönelim, deneyimleri sonucu bir tercihe dayalı seçebilen (Bu tercih akışkan ve değişken de olabilir, nötr de olabilir, intersex ya da Panda sex de olabilir. LGBTIQ derken bunu Ensest ve Pedefoliye kadar uzatabilirsiniz.) Tabi bunlar arasında adalet ve eşitlik tartışması, ''soyguncuların çaldıkları malı aralarında taksim ederken eşit mi yoksa risk ve emek endeksine dayalı bir adaletle paylaşması gerekir'' gibi bir soruyu akla getiriyor bu durum. Bu konuyu şimdilik, KADEM’in önderliğinde akademisyenlerimiz, üniversitelerde bilimsel olarak araştırmaya ve tartışmaya devam ediyorlar.
Henüz bu tartışma sona ermediği içinde 6284’de bir ilerleme sağlanamıyor sanırım. Herhalde biraz da seçimi bekliyorlar, ama seçimlerin Mayıs'ta mı olacağı yoksa Haziran'da mı olacağı, daha sonra mı olacağı, yerel yönetim seçimleri ile Milletvekili Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birleştirilerek mi yapılacağı henüz belli değil.

Biliyorsunuz biz henüz BİREY’i sözlükte bir kelime olarak bile tanımlayamadık. Kimliklerimizde cinsel kimliğimiz GENDER olarak tanımlanıyor artık. Hani Mustafa Kemal zamanındaki Nufus cüzdanlarında Din, Mezheb hanesi vardı. Ana, baba adı da yazıyordu, aile adı-sanı da. Artık ne din hanesi var ne de mezhep, ne ana-baba adı, ne evli-bekar, artık cinsiyetimizde beyana dayalı, tevbe estağfurullah. Fay hattını bilmem ama bu ar damarını çatlatır. Ar damarı çatlamış insanlar da fay hattını çatlatır.

Artık modern batılı, asri/çağdaş aileyi CHP tam başaramadı, anlaşılan AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilere ve onların Papatyalarına ihale etmiş olmalılar ki, bu, malum sermayenin İngilizcesini söyleyince İK’larında pozitif ayırımcılığa tabi, Türkçesini söyleyince edep dışı, ahlak dışı kabul edilen ama İngilizcesi pozitif ayırımcılığa ve yasal korumaya tabi, bu malum fahişe ve türevlerine karşı darbe döneminin CEDAW’ı yetmemişti, onları güncellemek ve desteklemek için İstanbul Sözleşmesi  ve 6284 le geldiler, o da yetmemiş olmalı ki, bir de Lanzaroteyi başımıza bela ettiler. Sonra UN WOMAN’a diplomatik statü, ayrıcalık, imtiyazlı statü, vergi ve yargı konusunda muafiyet verdiler, hem de İstanbul sözleşmesinden çekildik “irade beyanı”ndan sonra oldu bu olanlar.

BM bu yetmiyormuş gibi, bu 3 sözleşmeyi kendi içinde ilişklendirdi ve bütünleştirdi. Ah ah!.. 6 ay bir güz gittik, sonunda aldığımız mesafe bir arpa boyu. İstanbul Sözleşmesi, misal vermek gerekirse “Osmanlı Bankası” idi, yeni durum bu işin “Duyun-u umumiyesi” oldu. Bu işin psikolojisi ve lafzı bize armağan kaldı, Ümit Mehmedin ekmeği ye Mehmet ye!

8 Mart herhangi bir ”Kadınlar günü” değil, “Çalışan Kadınlar günü” de değildi. Başında beri bizde resmi bir gün değildi, Uluslararası da değildi. Olay ABD de 8 Martta 1857’de Fabrika işçisi kadınların kötü şartlar, ücet, çalışma saatlerine itiraz ederek başlattıkları grev/direnişte, polis bir kısım kadını protestoya katılmasınlar diye fabrikaya hapsetti. Fabrikada yangın çıktı ve çıkan yangında 129 kişi hayatını kaybetti. Aslında bir facianın yıldönümü. Toplu bir ölüm olayı anılıyor, ama artık kimsenin umurunda değil bu konu. Avrupada Solcular, Sosyalistler, Sosyal Demokratlar konuyu bir vijdan konusu ele aldılar. “Emekçi kadın” üzerinden çalışma şartları, eşit işe eşit ücret talepleri ile, kadının ev, aile ve annelik hakları ile tartışmaya başladılar. İşin bu anlamda insani bir boyutu da vardı. Ahlaki boyutu ise 3. Planda kaldı ve unutturuldu. İşin felsefi ve tarihi arka planı unutturulunca iş soğuk savaş sürecinde, siyasi, iktisadi, ideolojik ve toplumsal bir olay olarak farklı bir yere çekildi.

Aslında işçi yerine köleler çalışırken, bir mevsim çalışan kölelere, bütün mevsim bakmanız gerekiyordu. Eğitim yoluyla ve kilise üzerinden “Sam amca”laştırma süreci de beklenen başarıyı sağlamadı. Makinalaştıkça daha az emek yani işçi gerekiyordu ve emeğin kalitesi öne çıktı. O zaman “Köleleri özgürleştirmenin zamanı gelmiş” demekti, onları açlığa, ölüme terketmek gerekiyordu, eğtilebilenler, kilisenin ehlileştirdikleri ise, ücretli işçilere dönecekti. Yeni göçmenlerle ile birlikte bunlar sanayi topluma geçişte önem kazanıyordu. Yani kadın işçi dedikleri bu sınıf. Yani önceki kadın ve erkeklerin sokağa, ölüme terkedilmeleri, uyuşturucuya alıştırılıp, sağlıklı olanların taş ocaklarına, ya da gemilerle kürek çekmeye gönderilmeleri anlamına geliyordu. Hergün yüzlerce insanın öldürüldüğü, intihar ettiği Amerika'da bir günde 129 kişinin ölümü, bu günlere taşınan bir gün olarak tescillendi. Kadın daha ucuz bir emekti onlar için, dahası, emek arzı artınca, erkek emeği de ucuzlamış oluyordu. Tek erkek çalışıp aile geçinebilecekken, kadın erkek çalışıp geçinemez oldular. Çocuğa bakacak kimse de yoktu. Aileler dağıldı ve çocuk doğumu azaldı. İnsanlar evlenmemeye başladı.

Bugün adeta tüm dünya çocukları dizliler, çizgi filmler, oyunlarla ölmeye öldürmeye programlanıyor. O çocukları artırılmış sanal gerçeklik aleminde, anneleri iş peşinde, ölüm dansı yapan çocukların ne anneleri, ne babaları, ne komşuları, ne öğretmenleri ne de imam farkında! Kadın dernekleri de çocuklarla ilgilenmiyor zaten. Hem zaten Lanzarote var, psikologlar ilgilensin onlarla. Tamam hemen ihale açık, dev, modern Çocuk psikolojisi danışmanlık ve rehberlik merkezleri açın. Bu yasalar böyle devam edecekse aile mahkemeleri için yeni modern aile danışmanlık merkezleri, yanında kadın sığınma evleri, onun yanına çok çok büyük dünyanın en büyük aile mahkemelerini açın... Büyük Türkiye’ye büyük aile mahkemeleri, 8 Mart'ta kadınlara ne iyi müjde olur ama!?.

Milletin anasını ağlatanlardan yakasını kurtaramayanları bu dünyada da, ahirette de çok kötü bir akibet bekliyor. Boyunları eğdirilmiş erkeklerle siz ülkenizi savunamazsınız, ezilmiş kadınlar da şahsiyetli erkekler yetiştiremez. Ana mektep olmaktan çıkarsa, hiçbir mektep o çocukların sağlıklı gelişimini sağlayamaz. Çocukları ağlayan analar mutlu olmaz. Karı koca arasına kavgayı soktunuz, hakemliği de reddettiniz, şahidliğin de içini boşalttınız. Hani bunlar yetmez bir de gelin-kaynana kanunu çıkartın, madem kanun çıkartarak her şeyi düzeltiyorsunuz. Babaların kızları, kız kardeşleri, anneleri, nineleri, halaları, teyzeleri vardı eskiden. Artık bireyin biyolojik babası, yasal babası, taşıyıcı annesi de var. O da gerçek anne-baba değil, çünkü onlar da cinsiyetlerini değiştirmiş olabilirler. Bu 3 sözleşme tam bir şeytan üçgeni oluşturuyor.

Yarın bu dünya kadınlar gününü tarihine biraz daha derinlemesine bakalım.
Bu konu nasıl bizim gündemimize geldi ve bugün nereye ulaştı.
Yarın da onları yazalım inşAllah.
Selam ve dua ile.