İşte, “Abdullah bin Mesud kimdir? Abdullah bin Mesud nerede doğmuştur? Abdullah bin Mesud ne zaman doğmuştur? Abdullah bin Mesud nasıl Müslüman olmuştur? Abdullah bin Mesud nasıl hicret etmiştir? Abdullah bin Mesud nasıl evlenmiştir? Abdullah bin Mesud’un cesareti, Abdullah bin Mesud ‘un hayatı, Abdullah bin Mesud’un vefatı…” sorularının cevapları…

Genç bir çoban. Akabe bin Ebu Muit'in koyunlarını güderdi. Bir gün koyunlarının başında iken iki misafir geldi. Misafirler susadıklarını söyleyerek ondan süt rica ettiler. Genç çoban onlara şöyle cevap verdi: "Var, ama veremem. Bu koyunlar bana emanet edilmiştir. Sahibinin iznini almadan süt veremem. Aksi halde emanete hıyanet etmiş olurum."

Bunun üzerine misafirler henüz çocuk yaştaki çobandan, hayatında hiç teke yüzü görmemiş bir keçi istediler. Çoban o vasıftaki bir keçiyi alıp onlara götürdü. Misafirlerden biri keçiyi tuttu dua etti. Sonra da sütten kesilmiş keçiyi sağmaya başladı. Sanki keçinin memeleri bir anda sütle doluvermişti. Bir tabak götürüp sütü ona doldurdular. Sağılan sütü sırayla içip susuzluklarını giderdikten sonra, keçiyi sağan zât tekrar dua etti, keçi eski haline döndü.

Karşısındaki zatın Allah'ın Resulü (a.s.m.), yanındakinin de Hz, Ebû Bekir (r.a.) olduğunu bilmeyen genç çoban heyecan içinde sordu: "Şu okuduklarınızı bana da öğretir misiniz?"

Resulullah mübarek elini çobanın başına koyarak ona, "Sen öğretilmiş bir gençsin" diye cevap verdi. Ve daha İslam’a girdiği anda Allah Resulünün mübarek dualarına mazhar olan bu çocuk yaştaki çoban, sonradan Kur'ân'ı Kerim’i okuma hususunda bütün diğer Ashabın üstüne çıktı ve Sahabilerin "Altı Abdullah"ın dan biri olarak tarihe geçti.

Evet, bu masum ve hassas çoban, Abdullah bin Mesud Hazretleri idi (r.a.). Böylece ilk Müslümanlardan olma şerefini kazanıyordu. Mekke'de müşriklerin baskısının şiddetlendiği sıralarda Sahabîler bir araya toplanmış, Kureyşlilere karşı Kur'ân'ı açıktan okuyamadıklarından yakınıyorlardı. Hz. Abdullah, "Ben Kur'ân'ı onlara duyururum" dedi. Diğerleri, "Onların sana bir şey yapmalarından korkarız" diye cevap verdiler. Kur'ân'ı aşireti ve sülâlesi kuvvetli birinin okumasından yana olduklarını söylediler. Abdullah, "Bana müsaade edin, Allah beni korur" deyip çıktı ve Kâbe'nin yakınında kureyş müşriklerinin toplandığı yere gitti. Besmele çekerek Rahman Sûresinin başından okumaya başladı.

Çok şaşıran müşrikler, ilk şaşkınlıkları öfkeye dönüştükten sonra, hemen Abdullah'ın yanına gittiler ve yüzüne gözüne vurmaya başladılar. Ama Abdullah yine susmadı. Okumaya devam etti. Bilâhare arkadaşlarının yanına döndü. Onlar endişe ile yanına koştuklarında, Abdullah şöyle diyordu:

"Vallahi benim gözümde, Allah'ın düşmanları arasında bunlardan daha basit olanı yoktur. İsterseniz yarın da gidip aynı şeyi yapayım."

Genç ve çelimsiz bir çobanken imanın sırrına erip bütün dünyaya meydan okuyabilecek bir manevi kuvvete erişen Hz. Abdullah, Mekke'nin sözde büyük liderlerini hiçe saydığını açıkça göstermiş ve hepsini küçük düşürmüştü. Dolayısıyla maksat hâsıl olmuştu. Bu sebeple Sahabiler Hz. Abdullah'ın ertesi günü de oraya gidip kendisini yeniden tehlikeye atmasını uygun görmediler."

Abdullah bin Mes'ud (r.a.) iki defa hicret etme faziletini kazanan Sahabîlerdendi. Müşriklerin işkenceleri dayanılmaz bir hal alınca Habeşistan'a hicret etti. Fakat Peygamberimizin hasretine dayanamadı. Bir müddet sonra tekrar Mekke'ye döndü. Hicret izni çıkınca da Medine'ye hicret etti. Resulullah (a.s.m.) onu Zübeyir bir Avvam ile kardeş yaptı.

Peygamberimiz Hz. Abdullah'ı mescidin bitişiğinde bir yere yerleştirmişti. Bu sebeple her an Resulullahın hizmetine koşardı. Abdullah (r.a.), Peygamberimizin devamlı beraberinde yürür, ayakkabılarını giydirir; asasını, yastık, koku ve misvak gibi hususî eşyalarını taşırdı. Peygamberimiz uyuduğunda kendisini İbni Mesud uyandırırdı. Bu yüzden onun Sahabeler arasındaki ünvânı, "Sahibü's-Sevadı ve's-Sivâk" idi.

Hz. Abdullah Resulullah ile o kadar beraber oluyordu ki, Medine'ye ilk gelenler onu Ehl-i Beytten zannediyorlardı. Hayber'in fethinden sonra Medine'ye gelen Meşhur Sahabîlerden Ebû Musa el-Eş'arî (r.a.) bununla ilgili olarak şöyle der: "Ben ve kardeşim Medine'ye geldiğimizde Resulullahın yanına çok girip çıktığı için onu ve annesini Resulullahın Ehl-i Beytinden sanıyorduk.”

Bir rehber olarak Resulullaha en yakın zatın kim olduğu sorulduğunda, "Yol göstericilik ve huy bakımından Allah Resulüne en yakın olan kimse Abdullah bin Mesud’dur" demişti.

Onun Resulullaha olan yakınlığı ile ilgili bir diğer rivayeti de Abdurrahman bin Yezid'den öğreniyoruz. O bu hususta şöyle diyor: "Biz bir defa Huzeyfetü'l Yemen'e (r.a) gelip, Sahabeler içerisinde meslek ve meşrep cihetiyle Resulullah’a en yakın olan kimdir ki, biz onu bilip onun haline bakarak hayatından örnek alalım, diye sorduk. Hz. Huzeyfe şöyle dedi: "Güzel yaşayışıyla, meslek, meşrep ve siret cihetiyle Resulullaha en yakın olan Abdullah ibni Mes'ud'dur. Ondan başkasını bilmiyoruz."

Hz. Abdullah çok güzel Kur'ân okurdu. Peygamberimiz Sahabilere Kur'an'ı dört kişiden öğrenmelerini tavsiye ediyordu. Bunlardan birisi de Hz. Abdullah idi. Buhâri'de yer alan bir rivayete göre, Peygamber Efendimiz Hz. Abdullah'tan kendisine Kur'ân okumasını istemişti. Bunun üzerine İbni Mesud Hazretleri, "Ey Allah'ın Resulü Kur'ân sana indirildiği halde ben mi sana okuyacağım?" diye sordu. Peygamberimiz de, "Evet, onu başkasından dinlemek benim hoşuma gider" diye cevap verdi. İbni Mesud okumaya başladı. "Her ümmetten bir şahit gönderdiğimiz zaman durumları ne olacak?" mealindeki âyete kadar geldiğinde, Resulullah, "Şimdilik yeter" dedi; o anda gözlerinden yaşlar boşanıyordu.

Abdullah bin Mes'ud'un (r.a.) Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Bir defasında şöyle buyurdu: "Benden sonra iki kişiye, Ebû Bekir ve Ömer'e uyunuz. Ammar'ın gösterdiği yoldan gidiniz. İbni Mes'ud'un tavsiyelerine sımsıkı sarılınız."

Başka bir gün Hz. Abdullah bir şey almak için bir ağaca çıkmıştı. Bu arada çok zayıf olan bacakları göründü. Bazı Sahabeler bunu görünce gülüştüler. Peygamberimiz bunu hoş karşılamadı ve şöyle buyurdu: "Niçin gülüşüyorsunuz? Abdullah'ın bacakları Kıyamet Günü Uhud Dağından daha ağır gelecektir.

İbni Mesud (r.a.) Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Bedir Savaşında yaralı bir halde bulduğu Ebû Cehil'in kafasını keserek Resulullaha götürdü. Peygamberimizin vefatından sonra da Yermük Savaşına katıldı.

Suffe Ashabından olan, Resulullahın hususi hayatıyla içli dışlı bulunan, ondan zaruri durumlar haricinde ayrılmayan, bütün ömrünü Kur'ân'a adayan ve Resulullahın huzuruna teklifsizce girip çıkabilen Hz. Abdullah'ın ilmî vukufu emsalsizdi. Bilhassa tefsir ilminde müstesna bir yeri vardı. Kendisi bu hususta şöyle der:

"Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın Kitabından hiçbir süre yoktur ki, onun nerede indiğini en iyi bilen ben olmayayım. Hiçbir âyet yoktur ki, niçin indiğini en iyi bilen ben olmayayım. Develerin ulaşabileceği yerde Allah'ın Kitabını benden daha iyi bilen birinin olduğunu bilsem, mutlaka deveye binip ona giderdim."

İbni Mesud (r.a.) hadis ilminde de mümtaz. 848 hadis rivayet etti. Hadis rivayet ederken çok ihtiyatlı davranırdı. Benzi solar, renkten renge girerdi. Çoğu zaman "Resulullah buyurdu" şeklinde kesin söylemez, ona yalan isnad etmekten korkardı. Onun rivayet ettiği hadislerden bir kaçı şöyledir:

Resulullah (a.s.m.), "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennete giremez" buyurdu. Bunun üzerine bir zât, "Yâ Resulallah, insan, elbisesinin ve ayakkabılarının güzel olmasını sever, arzu eder" dedi. Resulullah (a.s.m.),

"Şüphesiz ki, Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise kendini yüksek görerek hakkı inkâr etmek ve insanları hor görmektir" buyurdu.

"Doğruluğa sarılınız. Şüphesiz ki, doğruluk iyiliğe, iyilik de Cennete götürür. İnsan doğruyu söyleye söyleye, neticede Allah indinde 'Sıddık [pek doğru sözlü] mertebesine yazılır. Yalan söylemekten kaçının. Çünkü yalan söyleye söyleye neticede Allah yanında 'Kezzâb [çok yalancı]' olarak yazılır."

"Kim geçim sıkıntısından dolayı insanlara dert yanarsa, onun ihtiyacı giderilmez, açığı kapanmaz. Fakat kim geçim darlığını Allah'a arz ederse, Allah, onun sıkıntısını giderir, bolluğa çıkarır."

"Hastalığa veya başka türlü bir sıkıntıya maruz kalan hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah bu vesileyle, ağacın yapraklarını dökmesi gibi, onun günahlarını affetmesin."

Hz. Abdullah'ın fıkıh ilminde de müstesna bir yeri vardı. Birçok fetvâ verdi. Ebû Musa el-Eşarî (r.a.) gibi büyük bir âlim, onun bu husustaki ilmine saygı duyar, "Ibni Mes'ud içinizde iken bana bir şey sormayın" derdi. Hz. Ömer de, "İbni Mesud ilimle doldurulmuş bir dağarcıktır" diyerek iltifatta bulunurdu.

Abdullah (r.a) iyi bir alim olduğu gibi, iyi bir öğreticiydi de. Bildiklerini en güzel şekilde başkalarına öğretirdi. Hz. Ali'nin bulunduğu bir mecliste, "Biz Hz. Abdullah’dan daha güzel ahlâklı, öğretme hususunda daha şefkatli, daha hoş sohbet ve daha takvalı bir kimseyi görmedik" denildi. Hz. Ali "Bunu gerçekten samimi olarak mı söylüyorsunuz?" dediğinde, "Evet" cevabını aldı ve "Şahit ol ya Rab, ben de aynen bunların dediklerini ve daha fazlasını tasdik ediyorum" dedi.

Bu liyakatini bildiği içindir ki, Hz. Ömer onu Küfe'ye muallim olarak vazifelendirdi. Kûfe halkına da şöyle bir mektup yazdı: "Size emir olarak Ammar bin Yasir'i, muallim olarak da Abdullah bin Mesud'u gönderiyorum. Her ikisi de Sahabînin mümtaz şahsiyetlerindendir. Onlar tabi olun, itaat edin ve sözlerini dinleyin. Bilmiş olun ki, Abdullah bin Mesud hususunda sizi nefsime tercih ettim."

Hz. Ömer bu son cümlesiyle, kendisinin de Hz. Abdullah'a çok zaman ihtiyaç duyduğunu, ama buna rağmen Küfelileri nefsine tercih ederek onlara Hz. İbni Mesud’dan istifade imkânını verdiğini söylüyordu. Bu vazifeyi en güzel bir şekilde yerine getiren Ibni Mesud (r.a.) Hz. Osman zamanında kadılık ve fetva verme hizmetine devam etti. Ayrıca Beytü'l-Mal memurluğu da yaptı. O yıllarda Bizanslılarla savaşan mücâhidlerin ihtiyaçları Kûfeden temin ediliyordu. İbni Mesud (r.a.) bu vazifesini de iyi bir şekilde eda etti.

Hz. Osman'ın hilafetinin son yıllarında fitne hareketleri yayılınca Hicaz'a döndü. Hz. Abdullah, vefatına yakın hastalandı. Hz. Osman (r.a.) onu ziyarete geldiğinde şikâyetini sordu. "Bir tek şikâyetim var, o da günahlarımdır" diye cevap veren Hz. Abdullah bin Mesud, ne istediğini soran Hz. Osman'a, Allah'ın rahmetini istediğini söylüyordu. Hz. Osman bu defa, "Sana birşey alalım mı?" diye sordu. Cevap kısaydı: "İhtiyacım yok." Bunun üzerine Hz. Osman, "Çocuklarına bırakırsın" dediğinde şu cevabı aldı: "Çocuklarımın aç kalacağından mi korkuyorsun? Ben onlara her gece Vâkıa Süresini okumalarını emrederdim. Çünkü Resulullahın 'Kim her gece Vâkıa Süresini okursa, dünyada fakirlik sıkıntısı çekmez' buyurduğunu işittim." Hz. Abdullah 64 yaşında iken Hicretin 32. yılında vefât etti. Bâki mezarlığına defnedildi.