Okuyacaklarınız bir müslümanın, başkasını değil sadece kendisini sigaya çekme yazısıdır...
...

Ve İran, İsrail’i vurdu!
İran kaynaklarına göre; ''maksat hasıl oldu ve İran, İsrail’e tarihinde olmadığı kadar büyük bir hasar verdi'' ve hatta ''İsrail'in vurulan askeri tesislerinde ölü ve yaralılar var ama gizliyor!''
Kimilerine göre ise bunlar; ''külliyen yalan! İran ve İsrail arasında süregelen ‘’dalaş’’ son yaşanan ‘’tatbikatvâri’’ görüntüyle ve hatta Yahudiler hazır Pesah Bayramı hazırlıklarınıda sürdürürken gökyüzünde yakılan menoralar gibi Telaviv semalarını aydınlatıp bitiverdi! Ve İran, İsrail’le Telaviv semalarına gönderdiği dronların ışıkları altında vals yaptı!''
Hiç kuşkusuz Kudüs tarihinden bakarak derinlemesine bir analiz yaptığımızda görürürüz ki (kimilerine göre var olan) bu büyük İran-İsrail ‘’aşkının’’ temelleri, M.Ö 540’a dayanır. Pers Kralı Büyük Kiros, Babil Kralı BuhtunNasr tarafından sürgün edilen Yahudilerin yeniden Kenan Diyarı’na geri dönmelerine izin vermiş ve harap edilen tapınağın inşasını dahi yaptırmıştır.
O zor dönemlerinde Yahudileri himayesine alan, koruyan ve kollayan Kiros’a karşı kalplerinde derin bir sevgi besleyen Yahudilerin çok değil daha 1492’lerde İspanya’dan sürüldüklerinde kendilerine kollarını açan Osmanlı’ya karşı takındıkları tarihi tavır ise pek anlamlı ve ibretliktir!
Pers İmparatorluğu ve Yahuda Krallığı’nın ''kadim dostluklarının'' kökleri hayli sağlamdır ve bu durum her şeyin üstündedir.
Hem halihazırda Kırmızı Düve’de bulunmuş, Zeytin Dağı’nda kurban edilme hazırlıkları yapılırken bu güçlü bağ hiçbir reel politiğe kurban edilemez!
Kimseler bu kavi bağa zarar veremez.
Buna izin de verilemez!
Ki Biden, İran’ın dron saldırısından hemen sonra açıklama yaparak Netanyahu'ya çağrıda bulunmuş ve; ‘’ABD'nin, İsrail'in İran'a yönelik herhangi bir yanıt niteliği taşıyan saldırısına karşı çıkacağını’’ belirtmişti. Biden ayrıca ‘’İran saldırısına verilecek yanıtı görüşmek için G7 liderlerini toplayacağını da’’ tabiî ki sözlerine eklemişti.
Maksat hasıl olmuş ve Netenyahu'ya ihtiyacı olan zaman kazandırılmıştı...
(…)
Değerli okuyucu;
Kudüs Tarihi izzetimiz ve övünç kaynağımızdır! Direniş, mücadele, cesaret ve fedakârlığın muhteşem örnekleriyle doludur.
Ve maalesef Kudüs Tarihi zilletimizdir! Utancımızdan dolayı bazı tarihi vakıaları hatırlamak bile istemeyiz. Anlatmaya dilimiz, yazmaya kalemimiz varmaz! Öfke, keder, utanç ve derin bir hüzün duygusunun harıyla yanar dururuz.
Bunlardan biriside hiç kuşkusuz, Haçlı Terör Örgütü'nün 15 Temmuz 1099’da Kudüs-ü Şerif’e girmesi ve o hengâmda yaşananlardır.
Kudüs’ün 15 Temmuz'daki düşüş hikayesi hazindir!
O vahşet gününde yaşananları özetlemesi açısından Will Durant’ın ”Medeniyetin Hikayesi” adlı kitabındaki şu satırlar yeterli olacaktır sanırım:
”Müslüman kadınlar, mızraklar ve kılıçlar sokularak öldürülüyor, annelerinin kucağından zorla alınan bebekler, surların üzerinden atılarak ya da kafaları direklerde parçalanarak öldürülüyorlardı…’’
(...)

Haçlı ordusu 1099'da Mescid-i Aksa’ya girdiğinde Kudüs-ü Şerif, Mısır’daki Şİİ FATIMİ DEVLETİnin yönetimi altındaydı.
Mısırlı Şii Fatımi ordusunun komutanının adı Bedr'ül Cemal, Kudüs’ün Emiri ise İftihârü’d Devle (Devletin iftiharı-onuru) olarak isimlendiriliyordu.
Tarih, Şii Fatımi’lerin Kudüs Emiri olan İftihârü’d-Devle’nin, Haçlı kontları ve kurmaylarından George Mary, Raymond ve Tenkard’la el sıkışarak Kudüs’ü onlara nasıl (anahtar teslim) terkettiğini anlatır.
Hem de Kudüs-ü Şerif’in o devasa kapılarını Müslümanlar içerideyken üzerlerine kilitleyerek!
15 Temmuz 1099’da Siyon Dağı’nda ki Davut Kulesi'nde Toulouse kontu, Narbonne Dükü, Raymond de Saint-Gilles'le kucaklaşıp aldığı altınlar karşılığında!
Kont Raymon’dan aldığı altınlarla, Tapınakçı Haçlıların korumasında Askalan yolunu tutan Şİİ FATIMİ’nin Kudüs Emiri İftihârü’d-Devle için, Üstad Muhammed Hasan Şurrab (Beyti'l-Makdis ve'l-Mescidi'l-Aksa Et-Tarih-El-Asar-A'lamü'l-Emkine ve'r-Rical) adlı muhteşem eserinde İftihârı, (İftiharü’d-Devle) ifadesi yerine (Âru’l-Ümme) “Ümmetin Utancı” ismiyle anarak hakkında şunları söylemiştir: “Nice bir hayattır senin ki ey ümmetin utancı! Sen ki; ümmetin şerefini kirlettin ve kutsallarını düşmanlara teslim ettin.”
(...)

Fatımilerin o dönemdeki Ermeni asıllı başveziri El-Afdal Şahinşah, Haçlıların Antakya’yı kuşattığı haberini alınca pek çok değerli hediyelerle bir elçi göndererek onların zaferi için duacı olduğunu iletmişti. El-Afdal, Haçlıların sadece Sünnilere zarar vereceğini, onlarla iyi geçinirse Şii Fatımilerin zarar görmeyeceğini ve önlerinin daha da açılacağını düşünmüş her türlü lojistik desteğide vermişti. Tabi ki fena halde yanıldı. Haçlılar, Kudüs’ü aldıktan sonra Şİİ Fatımi topraklarına da girip yağma ve tecavüze başladılar. El-Afdal, Bizans İmparatoruna Haçlılara karşı aracılık etmesi için yalvaran bir mektup gönderdiyse de faydası olmayacaktı.
(Ümmetin utancı) Emir ‘’Hazretlerinin’’ eliyle, Kudüs’ü çarpışma olmadan ve bir direniş sergilemeden Haçlı ordularına teslim eden, Kubbetü’s Sahra’nın üzerine altından devasa bir haç dikmeleri için onlara yardım eden Şİİ Fatımiler’in durumu, yaşadığımız günlerden o günlere bakıldığında büyük bir ihanet ve ümmet için bir utançtır.
Bu hakikate bakarak o günkü Şii aklının temsilcisi (Fatımilerin) Kudüs Davası konusunda nerede durduğunu görmek açısından da ibretliktir.
Şimdi yazıyı buraya kadar okuyan sevgili okurlarımın bazılarının, aylardır ve hatta yıllardır Kudüs Davası konusunda ''rol kesmekten'' başka somut bir şey yapmadığını düşündükleri İran'ın, ''karakter sendromu'' da buna eklenince büyük bir ''Şİİ öfkesine'' kapılması da normaldir!
Ve hatta ilk kıblemiz Beyt’ul Makdis’i ve çevresi mübarek kılınan Kudüs-ü Şerif’i Haçlıya anahtar teslim bırakan ve şehir halkının üzerine kapıları kapatarak minberde dahi Müslüman kesen haçlıyla işbirliği yapmaları üzerinden zihinlerinde tarihi bir yolculuğa çıkarak;
‘’Abbasi halifesi Muhammed "Râdî Billâh" Ebû'l-Abbâs’a da ihanet edenler bunlar değil miydi? Bağdat'ı ve Irak'ı Moğol'a teslim eden vezir İbn al-Alkami'de Şii değil miydi? Hakeza Moğol'un Şam'ı işgaline, Napolyon'un Mısır'a saldırmasının zeminini hazırlayanlar, Frenklere yardım edenler, Osmanlı'nın dahi ayağına Çaldıran'da çelme takmak isteyenler, Selahaddin'e suikastler yaparak ayağına dolananlar, bugün Irak'tan, Yemen'e, Suriye'ye kadar ehl-i sünnet omurgayı kırmak için kan döken, Amerikan askerlerini çiçeklerle karşılayanlar bunlar değil miydi?
Ehli Beyt’ten bazı kişilere ‘’ilahlık’’ atfetmeye kadar varan, ana akım Şiiler tarafından dahi "aşırı" olarak tanımlanan radikal grupları tanımlamakta kullanılan Ghulat-i Şîa'nın iddialı temsilcileri değil mi bunlar?
Bunların kökleri Sebeiye’ye (Abdullah ibn-i Sebe) dayanır!
Karmatilik’ten, Nizarilere, oradan Esasiyyun’la Haşhaşiliğe Alamut’tan esen rüzgarlarla Safeviliğe, İsmailiyeye, Büveyhilere
devamlı kabuk değiştiren ama varlıklarıyla İslam'a ve müslümanlara zarar veren, sırtından hançerleyenlerden başka ne beklenir ki?’’ diyenlerde olacaktır.
Şimdi o halde bundan sonrasını daha da dikkatli okumaya devam et sevgili okur!
(...)
Beşinci Haçlı Seferiyle başlayan ve Altıncı Haçlı Seferiyle Dimyat'ın ele geçirilip, Kahire'nin kuşatılmasıyla neticelenen gelişmelere, her iki kardeşi Melikü’l-Eşref ile Melikü’l-Muazzam’ın kendisine karşı işbirliğine giriştiği düşünceside eklenince, Haçlı'ya; ‘’Gelin Yafa'ya yerleşin, Kudüs'ü size vereyim ve Yafa-Kudüs hattında oluşturacağımız güvenli koridorla can güvenliğiniz sağlansın ancak Dimyat ve Kahire'yi bize bırakın’’ teklifini yapan, emrindeki Kudüs Valisi Emir Muzaffer'e; ‘’Kudüs-ü savunmasız hale getir ve cazibesini yitirmesi için surları yık!’’ emrini veren, takvim yaprakları 17 Mart 1229'u gösterdiğinde yani Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs’ü Fethinden tam 42 sene sonra Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Friedrich'e Kudüs-ü Şerif’i anahtar teslim terk eden kişi ise bu kez Sünni Eyyubiler Devleti’nin Sultanı, Selahaddin Eyyubi'nin öz yeğeni Sultan Kâmil bin Adil’di!
Çağdaşı Sünni Celaleddin Harzemşah Moğol’a kılıç sallarken kendisi yaptığı bir ‘’antlaşma’’ ile Kudüs-ü Haçlıya teslim ediyordu.
Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi’nin öz yeğeni, Eyyubi Sultanı, Sünni Müslüman, El Melik Kâmil bin Adil, 24 Şubat 1229'da II. Friedrich’le bir antlaşma yapıyor ve buna göre on yıl süreyle Yafa’ya kadar uzanan sahil şeridiyle Kudüs, Beytüllahm, Nâsıra, Montfort ve Toron kaleleriyle birlikte Celîle bölgesi ve Sayda etrafındaki bazı bölgeleri Haçlılar’a teslim ediyordu.
Ancak Kudüs’te Mescid-i Aksâ Harem-i Şerif'i müslümanların elinde kalıyor ve müslümanların serbestçe ibadet etme hakları devam ediyordu. (ne lütuf ama)
17 Mart 1229’da II. Friedrich, SÜNNİ EYYUBİLERİN kontrolündeki Kudüs’e girdi.
Böylece Haçlılar silâh zoruyla yapamadıklarını ''diplomatik'' yollarla gerçekleştirmiş oldular.
Antlaşmanın ardından müslümanların Harem-i Şerif dışında Kudüs’e girmelerine izin verilmemesi müslümanlar arasında tepkiyle karşılandı. Şam’da matem ilân edildi. el-Melikü’l-Kâmil’in ''Harem-i Şerif’in müslümanların elinde bulunduğunu ve stratejik açıdan bölgeye hâkim olduklarını'' açıklaması müslümanların acısını ve öfkesini azaltmadı. Tarihe ‘’KUDÜS’Ü HAÇLILARA VEREN SULTAN’’ olarak geçti!
Tam adı (El-Melik el-Kāmil Muḥammed bin Seyfeddin Aḥmed) olan Kâmil bin Adil, kendi babası dahil, amcası Selahaddin’in ve tüm Eyyubi Hanedanının ve ümmetin kanını, canını vererek aldığı Kudüs’ü, Haçlı’ya anahtar teslimiyle terk ediyordu ve hatta Sünni Eyyubi Sultanı, Hristiyanlara ait kutsal yerleri gezip ziyaretlerde bulunan İmparator II. Friedrich’e Kudüs gezileri sırasında bizzat eşlik ediyor ve Tapınak Tepesi'nde (yani Mescid-i Aksa Haremi Şerifi’nde) şahsen görüşüp karşılıklı teatilerde bulunuyorlar, diplomatik zaferlerinin ne kadarda önemli olduğunu konuşuyorlardı.
(...)
Kardeşim!
Kudüs Davası; her ideolojik, politik, mezhebi, meşrebi meselenin dışında ve üstünde ama her siyasi meselenin ise tam da merkezindedir.
Her kim ki bu dava üzerinden şahsına, içinde olduğu oluşuma pâye çıkartmaya kalkarsa zillete düşürülür, rezil ve rüsva edilir.
Sadıklar ve hainlerin ayân edildiği bu davayı her kim ki herşeyin önüne kor ve ihlasla, rızaenlillah, fisebilillah gayret ederse izzet bulur.
Bu Dava ne Şii ve nede Sünni Davasıdır!
Ne kürt, ne türk, ne arap ne acem meselesidir!
Şu hakikat bilinmelidir ki; tarih boyunca siyasetinin merkezine Kudüs’ün özgürlüğünü koymayan hiçbir siyasi irade başarılı olamamıştır!
Başarılı O-LA-MA-YA-CAK-TIR!

İşte bu nedenle Arap olan Hz. Ömer, Kürt olan Selahaddin Eyyubi, Kıpçak Türkü Rukneddin Aslan Baybars, Türkmen Yavuz Selim Han Kudüs’tedir.
Amcası Selahaddin'den sonra Kudüs-ü Şerif’i Haçlı'ya anahtar teslim terk eden sultan Kâmil bin Adil'in oğlu olan ve babasının ihanetine rağmen Kudüs-ü Şerif'i ikinci kez Haçlı'dan alan Eyyubilerin son sultanı Salih Necmeddin Eyyubi o yüzden Kudüs’tedir.
Sosyo-Ekonomik buhrana, içerideki işbirlikçi hainlere, ihanet merkezlerine, dönemin habatçılarının Osmanlı’nın borçlarını silme, payitahtı altına boğma, küresel güce ortak olma, koltuğunu koruma garantilerine rağmen uğruna tahtını feda etmekten çekinmeyen Ulu Hakan Abdulhamid Han Kudüs'tedir, Kudüs'ledir!
Ve; ‘'Ben, bir kuru koltuk davası gütmüyorum, siyaseti Allah rızası için yapıyorum'’ diyerek her kitlesel programının sonunda topluluğa; ‘’baş parmağınızı kaldırın’’ çağrısıyla ‘’Filistin’in, Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için çalışacağıma…’’ diyerek and içiren ve Mehmetçiği 20 Şubat 1997'de Meclis'te çıkarttığı teskereyle Filistin topraklarına gönderen merhum Erbakan Hoca Kudüs’tedir!
Kardeşim!
7 Ekim’den sonra bir kez daha gördük ve anladık ki, Kudüs’ü işgal eden dünyayı işgal eder! Kudüs'e hizmet eden dünyaya hizmet eder!
Ve anladık ki Gazze sınırları hariç İslam dünyasında ne bir Selahaddin ne bir Yavuz ne bir Ömer ve ne de bir Baybars ‘’henüz’’ yokmuş!
Bir çok ülkenin başında ya bir Şii İftihârü’d-Devle ya da Sünni Kâmil bin Adil varmış!
Ortada halkı Müslüman olan ülkeler varsa da İslam Dünyası diye bir pakt, hâmi, birlik yokmuş!
Kimi ülkeleri fiilen, kimi ülkeleri zihnen her anlamda işgal edilmiş, eli kolu ayakları iradesi zincirlenmiş, her birinin başına küresel sömürgeci emperyalistlerin atadıkları kâhyalar, valiler yönetiyormuş. Ve onlar müstevlilerin amaçlarıyla kendi amaçlarını tevhid etmişler!
İki güçlü bloğa ayrılmış olan Şii ekol ve Sünni ekol ise kendilerini nispet ettiklerinin utancı haline dönüşmüş!
Her iki blokta, Esedullah dedikleri Hayber Fatihi Haydar-ı Kerrâr İmam Ali Hazretlerinin, Hz. Hasan'ın, Hz. Hüseyin'in yüzlerine bakmaya, adlarını anmaya layık olmadıklarını tescillemiştir. Ümmet-i Muhammed olarak Yahudi kadının ikramıyla zehirlenen ve şehid olan Efendimize karşı olan mahcubiyet ve utancımızı anlatmaya ise herşey kifayetsiz kalır!
6 koca ayı geride bıraktık!
190 gün oldu ve halen bir somun ekmek, temiz su bile ulaştıramadık kardeşlerimize.
190 gün sonra Gazze’de bir fırın ilk kez sıcak ekmeği 14 Nisan 2024’te üretmeye başladı. Binlerce insan kuyrukta bir lokma ekmek peşinde!
Ramazan geçti, Bayram bitti!
Daha geçen Cuma 12 Nisan'da Fatih Camii'nde Heniyye'nin evlatları ve Gazze Şehidleri için gıyabi cenaze namazı kıldık!
Yaptığımız tek şey bu! Nefes alan ölüler, şehidler için namaz kılıyor! Ne hazin!
Ez cümle; dün, Kudüs-ü Şerif'i 1099 yılında Haçlı'ya anahtar teslim terkederek Harem-i Şerif'i kan banyosuna çevirten dönemin Şii Fatımisi ile, Kudüs-ü Şerif'i yine 17 Mart 1229'da anahtar teslim Haçlı'ya teslim eden Sünni Melik'ül Kamil Adil'ler başımızdadır.
Bugün Şİİ ve SÜNNİ dünya hep birlikte, beraber, elele verdik ve Gazze’nin tüm kapılarını kardeşlerimizin üzerine kilitledik, onlara sırtımızı döndük ve yeni bin yılın haçlı-siyon terör örgütü katiller sürüsüne anahtar teslim terkettik!
ve onlarda kursaklarında besledikleri heveslerinin gereğini yaparak bombalıyor, katlediyor, tecavüz ediyor ve haçlı seferlerine nazire yaparcasına Gazze'yi kana boğuyorlar!
Şii İran, Siyonistle vals ediyorda, Sünni dünya kimlerle vals ediyor gördük!
Tarih, İftihârü’d-Devle'yi unutmadı!
Tarih, Kâmil bin Âdil'i unutmadı!
Tarih, beni de, seni de, bugünün İslam ülkeleleri liderlerinide unutmayacak!
Tarih unutsa, Allah unutmayacak!
Ve bu zillet ve vebâl ahirettede yakamızı bırakmayacak!

Birgün Üstad Muhammed Hasan Şurrab gibi biri çıkacak ve belki şu sözleri bugünün (Âru’l-Ümme) “Ümmetin Utançları'' için şöyle yazacak:
“Nice bir hayattır sizlerin ki ey ümmetin utançları!
Siz ki; ümmetin şerefini kirlettiniz!
Şİİ'si ve SÜNNİ'si elele verdiniz kutsallarınızı düşmanlara anahtar teslim terkettiniz!
Allah'ta sizi terketti...''
...

Filistin Şehidi Abdullah Azzam: ''Cesarette, cesaret ister...''
...
''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
Mihmandar-ı Kudüs / Filistin'e girişi yasaklı Kudüs Rehberi
insta: @bulentsea
X: @bulentdenizim