8 Haziran 2015 tarihli La Repubblica gazetesi, bir gün önce Türkiye'de yapılan seçim sonuçları üzerine Adriano Sofri imzalı yazıyı manşetten şu ifadelerle yayımlamıştı: "Yeni bin yılın Selahaddin Eyyübi'si son metroda durduruldu"
Dünya basını, her zaman olduğu gibi Türkiye'deki genel seçim sonuçlarına büyük ilgi gösterirken, Batı medyası ise AK Parti'nin ve dolayısıyla Erdoğan'ın 7 Haziran seçimlerinde üç beş puan gerilemesi karşısındaki sevincini gizlemiyor, gelen ''tehdidin'' son durakta durdurulmasını sevinçle karşılıyordu.

Hiç kuşkusuz Başkan Erdoğan'ın, Roma-Vatikan merkezli bir yayın organında ''Selahaddin'' olarak tanımlanması çok önemliydi!
Önemli olduğu kadar da büyük bir sorumluluk Erdoğan'ın omuzlarına bizzat ''haçlı'' tarafından yükleniyor ve o yükün büyüklüğü kadar sevenlerinin beklentilerini de büyütüyordu!
Selahaddin olarak tanımlanmanın izzeti, bereketi, vebali, ecri, ağır yükü, zorluğu kolay olmasa gerekti! Kolay da olmayacaktı.
Selahaddin olmak zordu ama Selahaddin'le olmak belki de daha da zordu...
(...)

Kudüs'ün Fethi'ne giden süreçte sınırötesi harekâtlara başlayarak Urfa, Harran, Rakka, Habur, Ra’sü’l-‘Ayn, Darâ ve Nusaybin'i himayesine alan Selahaddin, halkın büyük bir öfke ve nefretinin muhatabı haline gelen Vezir Bahâüddevle’nin yönetiminde olan Diyarbakır'a gelmiş, Abbâsî Halifesi Nâsır Lidînillah’tan aldığı menşurla şehri kuşatmıştı. Selahaddin, Diyarbakır'ı aldıktan sonra Artuklu Emiri Nûreddîn Muhammed'e yönetimi devretmiş, şehirden ayrılmak üzere yola koyulmuştu.
Kudüs o günlerde halen haçlı işgalindeydi.
Kadınlardan ve genç kızlardan oluşmuş kalabalık bir grup, Selahaddin'in yol güzergahında toplanmış onu bekliyorlardı...
-Necmeddin Eyyubi'nin sırrı, Zengi'nin vârisi, aslanın oğlu aslan Selahaddin oğlum...
-Buyur ana
-Gül diyarı, Diyar-ı Bekr’e hoş geldin!
-Hoş buldum ana!
-Oğul, burası bereketli hilalin kalbidir. Burası cümlesine can feda Ben-i İsrail’in Nebilerinden Elyesa, Zulkifl ve Danyal Hazretlerinin diyarıdır. Burası ashabtan 30 yiğidi misafir eden Diyar-ı Bekr’dir. Zülkarneyn hazretleri seddi inşa ederken buranın bakırını kullanmıştır.  Burası diyar-ı bakırdır.
Oğul!
Arabalara yüklenmiş bu fıçılar, Diyar-ı Bekr’in güllerinden hazırlanmış olan gül yağları ve gül sularıyla doludur.
Cümle bâcıyan el birliği ile hazırlamıştır.
Alasın bunları.
Necis Haçlıyı Kudüs’ten defedesin.
Duyduk ki kafir, Mervan Mescidi’ni ahır yapmış, Kıble Mescidi Tapınakçı zındıkaların karargahı olmuş, kirlettikleri Beyt’ul Makdis Harem-i Şerifi’ni bu gül sularıyla yıkayasın, gül yağlarını süresin Sahra-i Muallaka'ya!
Aksamızda habis ve necislerden hiçbir iz kalmasın oğul…
Gül Aksamız, gül koksun!
Kudüs’e gidesin!
Gül yüzlü oğullarımızı al, nefer olsunlar sana, yoldaş olsunlar, seninle Kudüs’e yürüsünler…
(...)

Derler ki bir Cuma günü Selahaddin Eyyubi hutbede iken cemaat içinden bir genç; ''Ey Selahaddin! Kudüs esir! Sen halen burada konuşuyorsun! Ne zaman kılıç kuşanıp Kudüs'e gideceğiz?'' diyerek seslenir...
(...)

Yüz günü aştı!
Yüzlerce yıl, yüzlerce Nebi'nin yüz sürdüğü, Tevhid Sancağını dalgalandırdığı, cihadın merkez üssü Kudüs-ü Şerif'in izzeti için cenk eden Ümmet-i Muhammed'in ve Meleü'l Alâ'nın yüzakları Kassam'ın evlatlarının; gözlerimizin önünde katliamlara maruz kalması ve kundaktaki bebelerden, beli iki büklüm olmuş ihtiyarlara kadar mazlum ve yalnız Gazze'li kardeşlerimizin yüzlercesinin şehadet şerbetini yudumlaması ve halen; ''Ya Rab! Bize katından bir yardımcı göndermeyecek misin?'' diye haykıran kardeşlerimize el uzatamamamızın, yardımlarına koşamamamızın, bir somun ekmek ve bir yudum su dahi ulaştıramamamızın üzerinden tam 4 ay geçti!

''İktidar, siyasi irade, ordu, devlet, ümmet, insanlık nerede? Süregelen zulme artık dayanacak mecalimiz kalmadı, kelamdan soyutlanıp, soyut tavırlardan daha somut, elle tutulur, izzetli, onurlu, yüreklere su serpen, gözle görülür, haysiyetli fiili bir tavır bekliyoruz! Yeter artık...'' şeklindeki itirazlar, sesler ve beklentilerde tabiki daha da yükseldi. Ve yükseliyor!
Herkes fiili, somut bir adım ve etkili bir hamle bekliyor.
Bunu sadece müslümanlar değil, dünya da ki tüm vicdanlı insanlar seslendiriyor!
Bir Selahaddin arıyor insanlık! Bir Ömer, Baybars, Yavuz!
10, 20, 40, 80, 100 gün derken 4 koca ay geçti.
Geçtikçe içimizden Rim geçti. Küvezde çürüyen kundaktaki bebekler geçti.
Gökten yağan fosfor bombaları geçti. Dünyanın çeşitli ülkelerinden getirilen seçme, profesyonel katillerinden oluşan caniler sürüsünün sıktığı kurşunlar geçti. Ebu Ubeyde, Ebu Hamza, Dayf geçti!

Devlet kademesinde bizim gibi; yaşananlarla kahrolanlar var biliyoruz.
İçinde bulundukları şartlarla nasıl bir kıskaçta olabileceklerini öngörebiliyoruz ve muvaffakiyetleri için dua etmek ise mutlaka boynumuzun borcudur. Ve dua da ediyoruz. Çünkü ''Gazze'ye yürüyelim'' diyorsak onlarla birlikte yürüyeceğiz.
Hiç kuşkusuz karar mekanizmasında olanların veballeri de ecirleride çok büyük.
Ve biz de tavrımızla bu vebalin ve ecrin muhakkak ki ortağıyız!

Ancak biz de bir hal var!
Evet biz de!
Sıradan vatandaşta, sokaktaki adamda!
Allahaşkına ne oldu bize?
mRNA aşılarında tepkisizlik geni mi vardı? Atalet, kayıtsızlık, vurdumduymazlık genimi zerkettiler bize?
''Devlet nerede?'' diye oturduğumuz yerden konuşup duruyoruzda PEKİ MİLLET NEREDE?
Millet olarak biz, toplumun her katmanı, itici kuvvet, motive eden taraf olmalı değil miydik?
Dün, Selahaddin Eyyübi'yi motive eden anneler misali!
Nerede şimdi o anneler?
Yol kesen anneler!
Gençler, ''Selahaddin ne zaman Kudüs'e yürüyeceğiz'' diye ''racon kesiyor'' sesleniyordu!
Kudüs Haçlı işgalindeyken taban, sokaktaki adam, tarlasında çiftçisi vs, marangozu, kündekârı Mescid-i Aksa'ya konmak üzere minber inşa ediyordu!
Kādî el-Fâzıl Muhyiddîn gibi alimler Selahaddin'e omuz veriyor, alan açıyorlar, gecesini gündüzüne katarak ön alıyorlar, Fırat'tan Nil'e, Seyhan'dan Ceyhan'a oradan Maverâün-nehire vaazlarıyla toplumu hazırlıyorlardı.
Selahaddin ümmeti değil, tüm bir ümmet Selahaddin'i motive ediyordu!
Selahaddin'e ''Selahaddin bizi Kudüs'e götür'' diyorlardı!
''Selahaddin bu minberi Beyt'ul Makdis'e koy'' diyorlardı.
''Gül sularıyla yıka Aksamızı'' diyorlardı!
Siz ne dediniz, biz ne dedik şimdiye kadar?
Ne yaptınız? Ne yaptık?
Minber nerede?
Gül suları nerede?
Haykıran gençlik nerede?
Nerede çağın Kādî el-Fâzıl gibi alimleri, fikir ve düşünce adamları, ağır abiler, hocalar?
Bozukta olsa yalan yanlış işleyen saatlerimize inat, Kudüs’ü bir kol saati gibi taşıyacaktık oysa!
Hani yürüyecektik ve ayağımıza bir Kudüs gücü gelecekti?
Ve hatta yürüyecektik işaret aldığımızda ve bir millet yürüyecekti ne oldu?
Hani anne bir çocuktan bir Kudüs yapardı?
Hani Kudüs Ana'ydı?
Hani adam baba olunca içinde bir Kudüs canlanırdı?
Hani gökyüzünde yapılıp yeryüzüne indirilen şehirdi Kudüs?
Afrin harekatında ''Reis bizi Afrin'e götür'' diye slogan atan, haykıran ve kükreyen gençler; ''Reis bizi Gazze'ye götür'' diye her ilde her meydanda ses verecek mi misal?
''Bağırıyoruz, çağırıyoruz, slogan atıyoruz, kükrüyoruz da ne oluyor?'' deme!
Unutma ki her aslan, pençesini atmadan önce kükrer!
Bu toplum, bu ümmet; idarecileri ve yönetenleri Gazze'ye gitmediği için Gazze'ye gitmiyor değil.
Biz, Gazze'ye gitmediğimiz için gitmiyorlar, gidemiyorlar.

Allah, toplumuna göre idareci verir!
İdareciye göre toplum vermez!
Toplumda var olan niyet ve gayret cevheri; yöneticideki amel, aksiyon cevherini bileğler, azmetme kılıcını keskinleştirir!
Selahaddin olmaktan bahisle eğer ortada bir pâye varsa o da öncelikle bağrından çıktığı milletine ait olması lazım değil midir?

Ve o pâye milletin her bir ferdinin sorumluluğunu perçinlemez mi?
Unutmayalım ki ben/sen gitmeden başka kimse gidemez!
Anneler, babalar!
Gençler, bacılar ya siz?
Ağır abiler?
Hazır mısınız?
Gazze'ye gidiyor muyuz?
''inna(A)llâhe lâ yuġayyiru mâ bikavmin hattâ yuġayyirû mâ bi-enfusihim''
Bir kavim kendini değiştirmedikçe, Allah onları değiştirmeyecektir

(Rad 11)

'neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
Mihmandar-ı Kudüs / Kudüs Rehberi
www.bulentdeniz.com