Takvim yaprakları 8 Şubat 1914'ü gösteriyordu!
İki tayyaremiz, Ayastefanos’taki (Yeşilköy) tayyare karargâhından Konya, Ulukışla, Adana, Humus ve Şam üzerinden müteveccihen Kudüs-ü Şerif’e ve oradan da Kahire'ye uzanacak tarihi hava yolculuğu için havalanmak üzereydiler.
Uçuş ekibi bu tarihi vazifenin farkında ve çok heyecanlıydılar.
Kolay mı?
Menzillerden biri Muhammed Mustafa aleyhisselamın Burak'la götürüldüğü Kudüs-ü Şerif'ti!

Vazife ağır, yol çok çetin, düşman pusudaydı!
Nile o günlerde Hagana'ya hamileydi!
Tayyareler mutlaka KUDÜS-Ü ŞERİF'e varmalıydı...
(...)
Devlet-i Âli; küresel sömürgeci emperyalistlerin İngiltere eliyle yangın yerine çevirdiği Osmanlı coğrafyasında yaşananlar karşısında zor günler yaşıyordu. Balkan Hezimeti hazindi! Osmanlı, Balkanlarda yaşananların ileride yaşanacak olan daha karanlık ve daha kirli planların bir aşaması olduğununda farkındaydı. İngiltere ve Fransa'nın, Mısır-Gazze üzerinden Biladu’ş Şam’ı merkezine alarak Kudüs’e olan ilgisini görmemek için ya gafil ya da hain olmak lazım gelirdi!
Bu saikle gerekirse Gazze’ye asker takviyesi yapmalı, Filistin ve Kudüs-ü Şerif’in mukavemeti güçlendirilmeliydi.
Ehline ayândı ki Kudüs, küresel sömürgeci emperyalistler için nihai hedefti.
Balkan Hezimetinin bıraktığı yıkım ve psikolojik etki ise çok derindi ve bunun için mutlaka birşeyler yapılmalıydı.
Harbiye Nazırı Enver Paşa, son bin yılın en önemli askeri enstrümanı olan savaş uçakları üzerinden bu sosyo-psikolojik etkiyi oluşturacaklarına inanıyordu. Dosta düşmana Osmanlı’nın ayakta olduğu, sarsıldığı ama yıkılmadığı gösterilmeli, bölge halklarının güveni tekrar sağlanmalıydı. Balkan Savaşlarında ağır bir yenilgi alan Osmanlı'nın askeri alanda iddiasının devam ettiğinin ispatı, acı hatıraların silinmesi ve küffar ordularına karşı oluşan endişelerin yersiz olduğu, Osmanlı ordusuna güvenin asıl olduğu vurgulanmalı, halkın moral-motivasyonunu artırarak devlete olan itimatları pekiştirilmeliydi.
Paşa, o günlerde Fransız havacılara karşı oluşan hayranlığında farkındaydı. Bu durumu Osmanlı lehine çevirmek ve Osmanlı’nın havada da güçlü olduğunu belgelemek için dikkatleri Türk tayyareleri ve pilotlarına çevirmeliydi.
Bu planı gerçekleştirmek için İstanbul’dan havalanacak iki tayyare ve 4 pilot yeterli olacaktı.
Anadolu semalarında süzülecek; bağda, çayırda, şehirde, dağda, Berren ve Bahren ve Cevven her yerde Osmanlı tebası Osmanlı Teyyarelerini görecek, Toroslardan Humus’a oradan Şam’a en önemlisi Kudüs’e ve Afrika’nın tâcı Mısır’a kadar bir gövde gösterisi yapılacaktı.
''Bölge bizim ve bölgede kimseye ameliyat yaptırmayız'' mesajı en güçlü şekilde verilmeliydi!
Ve bunun için günün teknolojisi kullanılmalıydı.
Karar verildi!
İki uçaklı bir filoyla hava seferi düzenlenecekti ve güzergah; İstanbul-Şam-Kudüs-Kahire arasında olacaktı.
Bu güzergahta uçacak olan iki tayyaremiz ve dört pilotumuzda karar kılınmıştı.
"Muavenet‐i Milliye" adlı tayyaremiz Fethi Bey pilotajı ve Sadık Bey'in râsıtlığında,
''Prens Celaleddin'' adlı tayyaremiz ise Nuri Bey'in pilotajı, İsmail Hakkı Bey’in râsıtlıklarında olacaktı.
Bu stratejik uçuşta görevlendirilen pilotlarımız her biri adlarını havacılık tarihine altın harflerle yazdırmış pilotaj ve havacılık başarılarına imza atmış, gümüş liyakat madalyası sahibi profesyonellerden oluşuyordu.
Uçuş ekibi bu tarihi vazifenin farkında ve çok heyecanlıydılar.
Kolay mı? Menzillerden biri Muhammed Mustafa aleyhisselamın Burak'la götürüldüğü Kudüs-ü Şerif'ti!
Onların Burak'ı "Muavenet‐i Milliye" ve ''Prens Celaleddin'' isimli tayyereleriydi.
Burak emanet, Kudüs emanet, dava emanetti!
Vazife ağır, yol çok çetin, düşman pusudaydı!
(...)
Nihayet beklenen gün gelip çatmıştı!
Takvim yaprakları 8 Şubat 1914'ü gösteriyordu!
Günlerden Pazar’dı!
İki tayyaremiz, Ayastefanos’taki (Yeşilköy) tayyare karargâhından Konya, Ulukışla, Adana, Humus ve Şam üzerinden müteveccihen Kudüs-ü Şerif’e ve oradan da Kahire'ye uzanacak tarihi hava yolculuğu için havalanmışlardı.
“Prens Celaleddin” ve “Muavenet‐i Milliye” tayyarelerinin uçuşları o günkü şartlarda hayli zorluklarla geçmiş her menzilde büyük sorunlarla karşılaşmışlardı.
Öyleki; Nuri bey ve ismail Hakkı Bey'in  uçurduğu Prens Celaleddin adlı tayyaremiz Saat 09.10'da İstanbul'dan havalanmış, havanın gittikçe kötüleşmesi üzerine Bursa üzerinden geriye dönerek Yeşilköy'e tekrar inmişti. Öğleden sonra sisin dağılması üzerine yeniden havalanan Nuri Bey pilotajındaki Prens Celaleddin bu kez de Karamürsel üzerindeyken motor arızası yaşayınca İznik'e inmek zorunda kalmıştı.
Arızanın giderilmesinden sonra yeniden hareket ederek Osmaneli'ne gelen Nuri Bey, buradan itibaren kendisine verilen Bilecik ve Eskişehir postalarını da taşıyarak, Türkiye'nin ilk posta uçuşunu da başarıyla gerçekleştirmişti.
Eskişehir'e 12 Şubat'ta ulaşan ve 14 Şubat'ta yeniden hareket eden Nuri Bey, yine yoğun sis nedeniyle uçağın rotasını Bolvadin'e yönlendirmiş ve buraya inerek bir süre bekledikten sonra Akşehir'e ulaşmıştı.
15 Şubat'ta Akşehir'den hareket eden ve motor arızası nedeniyle Osmaniye'ye, buradan havalandıktan sonra da hava muhalefeti nedeniyle Karakaya köyüne inmek zorunda kalan Nuri Bey, Konya'ya ancak 17 Şubat'ta ulaşıyordu.
Yolculuğun en zor bölümü Toros Dağları'nı aştıkları yer oldu.
18 Şubat'ta Konya'dan havalanan Nuri Bey pilotajındaki Prens Celaleddin, Karaman'ı geçip Toros eteklerine gelince ters rüzgarlar nedeniyle yükselemediği için Karaman'a dönmek zorunda kaldı. Uçağın rasıtla beraber, Toros Dağları'nı aşmasının mümkün olamayacağı anlaşılınca Nuri Bey, 19 Şubat'ta Karaman'dan tek başına hareket ederken, partneri Rasıt Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey uçaktan inmiş  trenle Tarsus'a gitmek zorunda kalmıştı. İki arkadaş Tarsus'ta buluşarak 22 Şubat günü yaptıkları uçuşla Adana'ya ancak ulaşmışlardı.
Adana'dan 21 Şubat'ta hareket ettikten kısa bir süre sonra bu kez buji arızası nedeniyle Misis'e inen Nuri Bey, bir gün sonra tekrar yola çıkarak 23 Şubat'a Halep'e ulaşabildi. Akabinde istikamet Şam'dı!
Diğer uçağımız Muavenet‐i Milliye ile Şam'da buluşulacak ve ardından Yafa'ya ve oradan da Kudüs-ü Şerif'e uçulacaktı.
Nuri Bey ve İsmail Hakkı Bey'in bilmedikleri şey ise Muavenet‐i Milliye uçağımızın başına gelenlerdi.
Tarihi uçuşun diğer kahramanı olan Fethi Bey ve Râsıdı Sadık Bey'in içinde bulunduğu Muavenet‐i Milliye uçağımız maalesef 27 Şubat 1914'te bugün Filistin sınırlarındaki Taberiye Gölü civarındaki Cehennem Vadisi'nde kaybolmuştu.
Yapılan araştırmalarla Fethi ve Sadık beylerin komutasındaki Muavenet‐i Milliye adlı tayyaremiz, 27 Şubat 1914 tarihinde, Şam'dan Kudüs'e havalanmış, iki şehir arasındaki mesafenin ortasında bulunan Taberiye Gölü civarındaki Semre Köyü yakınlarında, Kefr‐i Harib denilen taşlık bir vadiye düştükleri tespit edilmişti.
Pilotlarımız, parçalanan tayyareden sağ çıkamayarak şehit olmuşlardı.
Prens Celaleddin adlı tayyareyi uçuran Nuri Bey ve İsmail Hakkı Bey elim kazanın olduğu gün Şam'a ulaştıklarında ise çok sevdikleri arkadaşlarının şehadet haberi ve cenazeleriyle karşılaştılar.
İngilizlerin himayesinde en güçlü günlerini yaşayan siyonist terör örgütü NİLE'nin adı o günlerde duyulmamıştı!
Henüz yer altındaydılar!
Çok sonraları bu uçuşa kim-lerin nasıl müdahale ettikleri ve sabotaj için hangi taktikleri uyguladıkları gün yüzüne tabiki çıkmayacaktı.
NİLE siyonist terör örgütü o günlerde HAGANA'ya hamileydi.
Ve Kudüs-ü Şerif'e inecek bir Osmanlı tayyaresi İngilizin ve siyonistlerin bütün planlarını altüst edebilir, şartları Osmanlı lehine çevirebilirdi! Küresel emparyalistlerin buna asla tahammülleri yoktu!
Muavenet‐i Milliye tayyaremizin pilotu Fethi Bey'in hedefine varamadan vefatı, o günlerde ülke çapında büyük üzüntüye yol açtı. Muğla'nın Meğri kasabası, adını Fethiye olarak değiştirdi ve bu ölümsüz kahramana karşı bir vefa duruşu sergiledi.
Peki Muavenet‐i Milliye ile Şam'da buluşmak için gelen Prens Celaleddin tayyaremizin uçuş ekibi olan Nuri Bey ve İsmail Hakkı Bey ne yapıyorlardı?
Nuri ve İsmail Hakkı Beylerin kullandığı Prens Celaleddin adlı tayyaremiz ise aldıkları acı habere rağmen vazifesine devam etmiş Şam'dan Yafa’ya varmıştı. Filistin toprağı olan Yafa'dan Kudüs’e hareket ettikten kısa bir süre sonra yine bir ''kazayla'' denize düşmüştü.
11 Mart 1914 tarihinde gerçekleşen bu kazadan tayyarenin râsıdı İsmail Hakkı Bey yara almadan kurtulurken, Nuri Bey ise denizden yaralı ve baygın bir halde çıkarılmış, akabinde kaldırıldığı hastanede kurtarılamayarak  şehit olmuştu.
Birileri her iki (Burakımızın) uçağımızında Kudüs-ü Şerif'e varmasını istememişler ve bunda da başarılı olmuşlardı.
Ferasetli nazar sahipleri görüyorlardı ki aslında düşen uçaklarımız değil, Osmanlı'nın elinden düşmek üzere olan Kudüs'tü!
Aradan çok fazla zaman geçmeyecek ve İngiliz orduları başkomutanı Edward Henry Allenby 31 Ekim 1917'de Gazze'yi ele geçirdikten tam 40 gün sonra 9 Aralık 1917'de yanında İngiliz Ajanı Lawrence'le birlikte Kudüs'e gireceklerdi.
...
"Muavenet‐i Milliye" adlı tayyaremizin şehid pilotları Fethi ve Sadık Bey ile ''Prens Celaleddin'' tayyaremizin şehid pilotu Nuri bey, Kudüs yolunda iken şehadet makamına ulaşıyorlar, kor cemreden imanlarıyle kanlarını, canlarını HAVAda cemrederek tarihin altın sayfalarına ilk hava şehidleri olarak Kudüs Hava Şehidlerimiz nâmıyla geçiyorlardı.
3 şehidimiz Fethi, Sadık ve Nuri beylerin mübarek naaşları, Kudüs Hava Şehidi Pilotlarımız olarak nâmlarına yaraşır bir şekilde, Kudüs-ü Şerif Fatihi Selahaddin Eyyubi Hazretlerinin Şam Emevi Camii'ndeki haziresine defnolunmuşlar, Selahaddin Eyyubiye komşu olmuşlardır.
Şanlı tarihimiz, ilk hava şehitlerini, tayyarelerinin istikameti Kudüs-ü Şerif iken vermiş ve Kudüs için ilk cemremiz (şehid kanları) havaya 27 Şubat 1914 ve 11 Mart 1914 tarihlerinde düşmüş, baharın müjdesi ilk cemre böylece tamam olmuştu.

(Soldan Sağa: Gazi Sadık Bey. Kudüs-ü Şerif yolunda ŞEHADET ŞERBETİ İÇEN HAVA ŞEHİDLERİMİZ: İsmail Hakkı, Fethi ve Nuri Beyler)(...)
Zemheri, çetin ve sert geçen bir yüzyılı geride bıraktık. Karanlık gecelerin nurlu sabahını, fırtına boranın olmadığı bahar mevsimini hiç olmadığı kadar özlüyoruz. Bu bir asırlık zaman diliminin merkez-kaç unsuru hiç kuşkusuz kader birliği yapan Kudüs ve Anadolu Davası oldu!
Kudüs'mü Anadolu'yu yoksa Anadolu'mu Kudüs'ü çok seviyor bilemiyorum. Her ikisi birbirine yâr, her ikisi birbirine hasret!
Teselliyi, bağrında yaşattıklarında bulan ve münbit ne varsa kubbesi altında himaye eden!
Biri mazlumların sığınağı diğeri sığınakların mazlumu!
Biri Necm Suresi'ne ki Şi'ra diğeri adını sureye veren Tarık sanki!
Her ikiside birbirine yaklaştıkça yaklaşıyor ve mutlak iyilik tam da bu demde bir kez daha karanlık perdeleri yırtmak için gün sayıyor.
Bahar artık yakın Elhamdulillah!
Tüm işaretler bunu gösteriyor!
Çünkü Sünnetullah'ın gereği; beklenen baharın gelmesi için önce havaya, sonra suya ve sonra toprağa düşmesi gereken cemreler tamam oldu. Anadolu, Kudüs Davası uğruna; işgalin bir asrı geçen süreci içerisinde Mescid-i Aksa için havada, suda, toprakta akıttığı şehid kanlarıyla baharı cem(r)etti!
107 yıl içinde 3 cemre, düşmesi gereken 3 yere düştü!
Anadolu'nun fedakâr evlatlarının kanları Mescid-i Aksa için hava, su ve toprakla buluştu. Cemre tamam oldu!
Ve artık bahar yaklaştı!
Hava şehidlerimizle havaya, açık denizlerde kan gölüne döndürülen Mavi Marmara'da 10 şehidle suya, Kudüs-ü Şerif'te Mescid-i Aksa Harem sınırları içerisinde ki istişhad eylemiyle Molla Hasan Saklanan'la kanımız MESCİD-İ AKSA için toprağa düştü.
Anadolu'nun fedakâr ve kahraman evlatları, derin millet, Beyt'ul Makdis için üç cemreyi artık tamam etti.
Şimdi bekliyoruz!
Hazırlıklarınızı yapın!
Bahar geliyor!
O gelmesse biz ona gidiyoruz...

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
Filistin'e girişi yasaklı Kudüs Rehberi
insta: @bulentsea
X: @bulentdenizim