İşte, "Cafer bin Ebi Talib kimdir? Cafer bin Ebi Talib nerede doğmuştur? Cafer bin Ebi Talib ne zaman doğmuştur? Cafer bin Ebi Talib nasıl Müslüman olmuştur? Cafer bin Ebi Talib hicret etmiştir? Cafer bin Ebi Talib nasıl evlenmiştir? Cafer bin Ebi Talib’in cesareti, Cafer bin Ebi Talib‘in hayatı, Cafer bin Ebi Talib’in vefatı…" sorularının cevapları...

Peygamberimiz tebliğ vazifesi yanında ibâdetlerini de müşriklerden gizli yapıyordu. Bu sebeple İslâmiyetin ibâdet tarzı pek bilinmiyordu. Bir gün Resulullah (a.s.m.) Hz. Ali ile beraber namaz kılarken kardeşi Cafer bunu gördü. Merak etti. Daha sonra Hz. Ali'yi buldu ve yaptıkları hareketin ne olduğunu sordu. Hz. Ali de bunun Cenab-ı Hakka karşı yapılan bir ibâdet olduğunu söyledi. İslâmiyet hakkında açıklamada bulundu. Bu sözler Câfer'in çok hoşuna gitti. Ve hemen oracıkta Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.

Müslümanlar bu sıralarda hem sayıca az, hem de zayıftılar. Bu sebeple diğer Müslümanlar gibi, Hz. Câfer de müşriklerin akıl almaz ezâ ve cefálarıyla karşılaştı. Ancak o imânından tâviz vermedi. Müşriklerin Müslümanlara yaptıkları bu insanlık dışı işkenceler Peygamberimizi üzüyor ve düşündürüyordu. Nihayet bir grup Müslümanın Hz. Cafer kumandasında Habeşistan'a hicret etmelerine karar verildi. Neticede 92 kişiden müteşekkil muhacirler yurtlarını, yuvalarını terkederek Habeşistan'a göçütüler.

Fakat müşrikler peşlerini bırakmadılar. Gerek Habeş hükümdarı Necaşî için, gerekse ileri gelen devlet adamları için çok kıymetli hediyeler hazırladılar. Amr bin As ile Abdullah bin Ebî Rebîa'yı Habesistan'a gönderdiler. Habesistan'a gittiklerinde önce devlet adamlarına birçok hediyeler vererek onlar kendi saflarına aldılar. Sonra da Necaşi'nin huzuruna çıkarak onu da ikram ve ihsana boğdular. Hükümdarı da tesir altında bırakmak için şöyle konuştular:

"Ey hükümdar! Aramızdan çıkıp işlerimizi bozan, şimdi de senin dinini, ülkeni ve halkını bozmak için çalışan bu adamlar hakkında seni ikâz ediyor, uyanıyoruz. Bunlar bizim bazı akli ermez gençlerimizdir. Milletimizin dininden ayrıldılar, senin dinine de girmediler. Bizim ve senin bilmediğin yepyeni bir dinle ortaya çıktılar. Onlar Meryem'in oğlu Isa'yı da ilâh tanımazlar. Huzuruna girince sana secde etmezler. Sen onları bize iade et. Biz onların haklarından geliriz!"

Daha önceden hediyelerle satın alınmış olunan Habeş halkının ileri gelenleri de onları tasdik ettiler. "Bunlar doğru söylüyorlar. Onlar kendilerinden olanları elbette başkalarından daha iyi bilirler" dediler. Fakat Habeş Hükümdarı Necaşi basiretli birisiydi. Onların sözlerine kanmadı. Hadiseyi tahkik etmek, doğruluk derecesini öğrenmek istedi. Ve Muhacirleri huzuruna davet etti. Müslümanlar Hz. Cáfer'i aralarında temsilci seçtiler. Necaşi'nin suallerine onun cevap vermesini istediler ve vakit geçirmeden huzura çıktılar. Hükümdarı selamladılar, fakat ona secde etmediler.

Hükümdar onlara ülkesine niçin geldiklerini sordu ve Peygamberimiz hakkında bilgi istedi. Ayrıca niçin secde etmediklerini sordu. Hz. Cafer zeki birisiydi. Hitabeti kuvvetliydi. Hükümdardan müşriklerin elçilerinden sadece birisinin konuşması ricâsında bulundu. Daha sonra da müşriklere şu sualleri sordu:

"Biz efendisinden kaçan köle miyiz? Biz haksız yere birinin kanını mı döktük ki bizi istiyorlar? Üzerimizde alıp da ödeyemediğimiz mallar mı var, borçlu muyuz?"

Cevap verme işini üzerine alan Amr bin Âs, onların köle olmayıp hür olduklarını, kimsenin kanını dökmediklerini ve kimseye borçlan bulunmadığını söyledi. Ve "Biz onları bizim dinimizi bırakıp Muhammed'in dinine girdikleri için istiyoruz" dedi.

Bunun üzerine söz alan Hz. Cafer, Necaşi’yi ikna ve tatmin eden ve onun İslamiyeti kabul etmesine vesile olan şu beliğ konuşmayı yaptı:

"Muhterem Hükümdar! Biz câhil bir millettik, putlara tapardık. Lâşeleri yer, her kötülüğü işlerdik. Akrabalarımızla münasebetlerimizi keser, komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi. Biz böyle bir durumda idik. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezâhetini bildiğimiz bir peygamber gönderdi. O bizi, Allah'a ve Allah'ın birliğine inanmaya, Ona ibâdet etmeye, atalarımızdan bu yana yaptığımız putları bırakmaya davet etti. Doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmekten sakınmayı Her türlü ahlaksızlıktan, yalan söylemekten, yetimlerin malını yemekten, namuslu kadınlara iftira etmekten bizi menetti."

Hz. Cafer, bir cemiyetin ahlâki esaslarını ihtiva eden bu konuşmalardan sonra, huzura girdiklerinde secde etmemelerinin sebebini de, "Biz Allah'dan başkasına secde etmekten Allah'a sığınırız" diye cevaplandırdı. Bu konuşmalardan sonra Necaşi'nin, "Sizin yanınızda Allah'tan gelmiş bir şey var mı?" suali üzerine Hz. Cafer Meryem Süresinden birkaç âyet okudu. Artık Necaşi'nin gönlünde hidâyet güneşi doğmuştu. Şöyle söylemekten kendini alamadı:

"Sizi ve yanından geldiğiniz zâtı tebrik ederim. Şehadet ederim ki o Allah'ın Resulüdür. Vallâhi, eğer o ülkemde olsaydı, gidip onun ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım."

Necaşi daha sonra müsriklerin rüsvet olarak getirdikleri hediyelere ihtiyacı olmadığını söyledi ve geri iade edilmesini emretti. Necaşi'nin Müslüman olmasından ve "Bir dağ altına malik olma pahasına da olsa sizden birisinin üzüntüye uğratılmasına razı olmam. Gidiniz ülkemde emniyet ve huzura kavuşmuş olarak yaşayınız." diyerek sahip çıkmasından sonra Muhacirler Habeşistan'da huzur içinde yaşadılar. İslâmiyetin orada yayılması için gayret gösterdiler. Bir müddet sonra da Medine'ye hicret ettiler. Muhacirler döndükleri sırada mücâhidler Hayber'i fethetmiş bulunuyorlardı. Peygamberimiz bilhassa Hz. Câfer'in döndüğüne çok sevindi. Onu kucakladı, bağrına bastı, alnından öptü ve sevincini şöyle izhâr etti: "Ben hangisine sevineceğimi bilemiyorum. Hayber'in fethine mi, yoksa Cafer'in gelişine mi?" Peygamber Efendimize ahlâkça ve vücutça en çok benzeyen Sahabî Hz. Ali'nin kardeşi Hz. Câfer idi (r.a.). Onun, Peygamberimizin yanında apayrı bir yeri vardı. Hz. Câfer için "fakirlerin babası" derdi. Câfer (r.a.) bütün fakirleri korumakla beraber, bilhassa Mescidde devamlı ilim ve îman hizmetiyle meşgul olan Ashab-ı Suffe'yi himaye eder, ihtiyaçlarını karşılardı. Ashab-1 Suffenin ileri gelenlerinden olan Ebû Hüreyre'nin (r.a.) onun hakkındaki şu sözleri bunu çok güzel ifade eder:

"Biz Cafer bin Ebû Talib'e fakirlerin babası diye hitap ederdik. Kendisine gittiğimiz zaman hazırda ne varsa ikram ederdi. Bir çokları bana çok fazla hadis rivayet ediyorsun diyorlar. Ben, karın tokluğu ile iktifa ederek dâimâ Resulullah ile beraber bulunuyordum. Ne yemeğin lezzetlisini, ne de elbisenin yenisini arardım. Kimsenin bana hizmet etmesini de istemezdim. Bazen açlığı bastırmak için karnıma taş bağladığım olurdu. Fakirlere en çok yardım eden zât olan Cafer bin Ebû Talib bizi alır, evine götürür, ne varsa yedirirdi."

Hz. Cafer beliğ bir hatip, fakirleri koruyan bir hayırsever olduğu gibi, Allah yolunun kahraman bir mücâhidiydi de. Onun Bizanslılarla yapılan Mute Harbinde gösterdiği kahramanlık tarihe altın bir sayfa olarak kaydoldu. Zeyd bin Hârise'nin (r.a.) şehit olmasından sonra, Resulullahın talimatı üzerine sancağı aldı. Fakat, nefsi ona dünyayı sevdimeye ve ölümü çirkin göstermeye çalışıyordu. Hz. Cafer nefsin bu sesine karşı, "Sen bana dünyayı sevdirmek istiyorsun. Halbuki bu an müminlerin kalblerindeki îmâni pekiştirmek zamanıdır" diyerek susturuyordu.

Kahramanca düşman saflarına hücuma geçti. Şehid olacağını bile bile kılıç sallamaya devam etti. Bir yandan kılıç sallıyor, bir yandan da, "Cennet de, ona yaklaşmak da ne güzeldir. Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur" diyerek mücâhidleri coşturuyordu. Hz. Zeyd'in şehit olması mücâhidlerin biraz da morallerini bozmuş, şevklerini kırmıştı. Fakat, Hz. Câfer'in gösterdiği cesaret ve kahramanlık sayesinde yeniden güçlendiler. Bir kartal atilganlığıyla hücuma geçtiler.

Fakat, düşman gözler Hz. Câfer'in üzerinden ayrılmiyor, onu şehit etmenin yollarını arıyordu. Nihâyet, sinsice yaklaşan bir askerin kılıç darbesiyle sağ eli kesildi. Hemen sancağı sol eline aldı. Sol eli de kesilince kesik kolları ile sancağa sarıldı. Şehit oluncaya kadar sancağı yere düşürmedi. Nihâyet şehit oldu. Abdullah bin Ömer (r.a.), Hz. Câfer'in vücudunda doksanın üzerinde kılıç ve mızrak yarası tesbit ettiklerini haber veriyordu.

Mute Savaşı cereyan ederken Peygamber Efendimiz Medine'de minber üzerinde mü'minlere nasihat ediyordu. Cenâb-Hak savaş sahnesini olduğu gibi ona gösterdi. Diğer kumandanlarla birlikte Hz. Câfer'in de şehit düştüğünü Ashabına haber verdi. Ve "Allah ona kesilen iki koluna bedel iki kanat verdi. Onlarla Cennete uctu" buyurdu. Bundan sonra Hz. Câfer Sahabîler arasında iki kanatlı mânâsında "Zülcenâheyn" ve "Tayyar" ünvanlarıyla anıldı.

Allah ondan râzı olsun.