Hanım sahabilerden biri olan Esmâ bint-i Ebî Bekir hakkında “Esmâ bint-i Ebî Bekir kimdir? Esmâ bint-i Ebî Bekir’in hayatı, Esmâ bint-i Ebî Bekir’in vefatı…” gibi soruların cevapları tüm detaylarıyla haberimizde…

İşte, "Esmâ bint-i Ebî Bekir kimdir? Esmâ bint-i Ebî Bekir’in hayatı, Esmâ bint-i Ebî Bekir’in vefatı…" sorularının cevabı.

ESMÂ BİNT-İ EBÎ BEKİR KİMDİR?

ESMÂ BİNT-İ EBÎ BEKİR’İN HAYATI

Sahabi hanımlar içinde bazı parlak şahsiyetler vardır. Bunlar Asr-ı Saadette her türlü zorluk ve sıkıntılara göğüs gererek İslâm’ı öğrenmeye çalışmışlar, onunla hayatlarını şekillendirmişlerdi. Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ da (r.a.) bu hanımlar arasında yer alıyordu. Hz. Ebû Bekir, kızlarından Hz. Âişe'yi Resulullaha eş olabilecek bir şekilde yetiştirirken, Esmâ'nın da aynı iman hizmetinde yer alması için büyük gayret göstermişti.

Hz. Esmâ'nın babasından aldığı bu iman dersi ve İslâm edebi, hayatı boyunca ona kılavuz olacak, seçkin bir mevkie getirecekti. Hz. Esmâ'nın ilk hizmeti hicret esnasında göründü. Peygamberimizle babasına elinden gelen yardımı yapmak için çırpındı. Peygamberimiz kendisine hicret izni verilince, müşriklerin gözleri önünden geçerek Hz. Ebû Bekir'in evine gitmiş, hicret edeceğini söylemiş ve kendisinin de yanında olacağını müjdelemişti. Hz. Esmâ da oradaydı. Babasının hicret gibi mühim bir şeyde Peygamberimizle birlikte olacağını öğrenince çok sevindi. Hemen harekete geçti. Peygamberimizle babasına yol azığı hazırlanmasına yardımcı oldu. Biraz sonra gerekli azık hazırlandı, fakat, azık torbasını ve su kabını bağlamak için bir ip bulunamamıştı. Hz. Esmâ daha fazla bekleyemedi. Hemen belindeki çok sevdiği kuşağı çıkardı. Ortadan iki parçaya ayırdı. Bir parçasıyla yemek kabının, diğeriyle de su kabının ağzını bağladı. Peygamberimiz (a.s.m.) Esmâ'nın bu candan alâka ve samimi davranışını seyrediyordu. Çok sevinmişti. Bir müjde verdi: "Ey Esmâ, sana Cennette iki kuşak verilecek" buyurdu. Bu taltif Esmâ için dünyalara bedeldi. Gayretinin mükâfatını Peygamberimizden duymanın sürurunu yaşıyordu. Artık bundan sonra Hz. Esmâ, "Zâtü'n Nitâkeyn," yani, "iki kuşak sahibi" diye anılacak, meşhur olacaktı.

Biraz sonra Peygamberimiz ile Hz. Ebû Bekir evden ayrılacaklardı. Ebû Bekir (r.a.) sıkıntı zamanında gerekli olur düşüncesiyle bütün parasını yanına aldı. Babası Ebû Kuhafe henüz Müslüman olmadığından oğlunun İslâm dâvâsı uğrunda yaptığı fedâkarlığı anlayamıyor, buna bir mânâ veremiyordu. Hz. Ebû Bekir'in bütün servetini yanına almasını, ailesini yoksulluk içerisinde bırakmasını istemiyor, kendi kendine söyleniyordu. Hz. Esmâ dedesinin babası aleyhindeki sözlerini duyunca çok rahatsız oldu. Ona mâni olmasından korktu. Dedesini susturmak için bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Gitti, bir miktar ufak taş topladı. Onları babasının paralan sakladığı yere koyup üzerini bir bezle örttü. Sonra da dedesinin kolundan tutup oraya getirdi. Hz. Esmâ onun elini taşların üzerinde dolaştırdı. "Dedeciğim, babam bize bunları bıraktı" dedi. Dedesinin gözleri görmüyordu. "Eğer size bunu bırakmışsa mesele yok" dedi. Bir daha sesini çıkarmadı.

Bu iki muhacir biraz sonra Mekke'den ayrılarak Sevr Mağarasına doğru yola koyuldular. Biraz sonra da oraya ulaştılar. Bir müddet orada kalacaklardı. Bu arada Resulullahla Hz. Ebû Bekir'in hicretini öğrenen müşrikler çevreyi kuşatmışlar, yana yakıla onları aramaya koyulmuşlardı. Buldukları an canlarına kıyacaklardı. Hz. Ebû Bekir'in evine de gittiler. Onlara kapıyı Hz. Esma açtı. Birden karşısında gözü dönmüş müşrikleri gördü. Fakat hiç telaşlanmadı. Müşrikler öfkeliydi. Sert bir şekilde, "Ey Ebû Bekir'in kızı, baban nerede?" diye sordular. Akılları sıra ondan öğreneceklerini zannediyorlardı. Fakat Hz. Esmâ bu uğurda her şeyi göze almıştı. Gerekirse ölecek, ama Resulullah ile babasının nereye gittiklerini söylemeyecekti. İmanından aldığı cesaretle, "Babamın nere de olduğunu bilmiyorum" dedi. Ebû Cehil de oradaydı. Onun bu cevabına çok kızdı. Suratına bir tokat attı. Tokatın şiddetinden Esmâ'nın kulağından küpesi fırladı. Hz. Esma Allah ve Resulü uğrunda bundan çok daha şiddetlisine de râzıydı. Onların istediği şeyi yine söylemedi. Müşrikler daha fazla vakit kaybetmek istemiyorlardı. Bir şey öğrenemeyeceklerini anlayınca oradan ayrıldılar.

Artık Hz. Esmâ korkulu dakikalar geçiriyor, gözü dönmüş müşriklerin onlara zarar vermemeleri için Cenab-ı Hakka duâ ediyordu. Bir ara iyice endişelendi. Gece vakti yanına azık ve su alarak Sevr Mağarasının yolunu tuttu. Bir hayli de haber toplamıştı. Duyduklarını hatırında tutabilmek için büyük gayret gösteri yordu. Bu arada çapulcu güruha görünmemek için ihtiyatlı davranmayı da ihmal etmiyordu. Bu heyecan ve telaş içerisinde Sevr Mağarasına ulaştı. Canın dan üstün tuttuğu Resulullah ile babasını sağ salim görünce, sevinçten uçacak gibi oldu. Yiyecek ve içecekleri yanlarına bıraktı. Aklında tutabildiklerini de bir bir anlattı. Sonra da yine geldiği yoldan, müşriklere görünmeden Mekke'ye döndü. Bir müddet sonra bu korkulu günler geride kaldı. Çünkü Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir Medine'ye ulaşmıştı. Bu haber kendisine geldiğinde Hz. Esma çok sevindi. Bu nimetinden dolayı Cenab-ı Hakka şükretti. Bir yandan da, içini bir burukluk kaplamıştı. Mekke artık kendisi için bir gurbet diyarıydı. Allah'ın Resulü neredeyse gerçek vatan orasıydı. Onun sohbetinden ayrı yaşamak en da yanılmaz bir azaptı. Bir müddet sonra o hicret etti. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra nurlu Medine'ye vardı.

Peygamberimiz Hz. Esmâ'nın hicret esnasında yaptığı hizmetini takdirle karşılamıştı. Bu fedakâr Sahabîyi "Her peygamberin bir havarisi var, benim havarim de Zübeyir'dir" buyurarak methettiği Hz. Zübeyir ile evlendirdi. Her ikisi de birbirine denkti. İkisi de İslâm’a gönül vermiş, Peygambere talebe olmuş, ömürlerini Kur'an hizmetine adamış bahtiyarlardı. Resulullahın tensip ettiği bu evlilik, bu beraberlik hayat boyu mes'ud bir şekilde devam edecekti. Niye etmesindi ki? Hz. Zübeyir dünyada iken Cennetle müjdelenmiş bir iman eriydi. Hz. Esmâ da dünyada iken "Cennet kuşağı" giyebilme müjdesinin sahibi bir hanımefendiydi. Kaderin garip bir tecellisidir ki, baba Resulullahın en sevgili arkadaşı, kız Peygamberimizin baldızı ve en yakın Sahabîsinin hanım; fakat anne İslâm safının dışındaydı. Müslüman olmayı kabul etmediği için, Hz. Ebû Bekir ondan ayrılmak zorunda kalmıştı. Bu sebeple, Hz. Esmâ annesine bütün kalbiyle ısınamıyordu. Her ne kadar dünyaya gelmesine vesile olmuşsa da, iman bağı bu sevgiye engel oluyordu.

Bir gün Hz. Esmâ'nın annesi Kuteyle, zorlukla taşıyabildiği hediyelerle kızını görmeye gelmişti. Esmâ annesini içeriye almakta ve hediyelerini kabul etmekte tereddüt gösterdi. Resulullaha sonradan onu içeri almayı uygun bulmadı. "Baba bir kardeşi" Aişe'ye haber göndererek, bu hususta Resulullahın fikrini sordu. Peygamberimiz şöyle diyordu:

"Esma'ya söyleyin, annesini içeriye alsın, getirdiği hediyeleri de kabul etsin."Hz. Esma Peygamberimizin emrine aynen uydu. Annesini içeri aldı. Müşrik de olsa ona hürmette kusur etmedi. Bu hadise üzerine şu meâldeki âyet-i kerime nâzil oldu:

"Sizinle din hususunda savaşmamış ve size yurtlarından çıkarmamış olanlara iyilik ve adâletle davranmanızı Allah sizi yasaklamaz. Çünkü Allah adâletle ha reket edenleri sever." (Mümtehine Sûresi, 8-9.)2

Hz. Esmâ, zaman zaman Peygamberimizin sohbetinde bulunan ve ondan feyiz alan sayılı Sahabî kadınlardan biriydi. Sık sık sohbetinde bulunurdu. Bunda Peygamberimizin "baldızı" olmasının büyük payı vardı. Bir defasında üzerinde ince bir elbiseyle Peygamberimizin huzuruna girmişti. Peygamberimiz eniştesi olduğu için, böyle giyinmekte bir mahzun olmayacağını düşünmüştü. Fakat Resulullah (a.s.m.) onu o halde görünce, yüzünü çevirdi. Sonra da şu ikazda bulundu: "Ey Esmâ, bir kadın âdet görmeye başladığı zaman (mübarek eline ve yüzüne işaret ederek) şu ve şu uzvu dışında başka yerini göstermesi câiz değildir."

Hz. Esmâ bu ikazdan sonra artık Resulullahın tavsiyesine uygun giyindi. Hayatının sonuna kadar tesettürün en güzel şekline riayet etti. Bir defasında oğlunun aldığı çok pahalı, fakat ince bir elbiseyi "Tesettüre uygun değil" diye reddetti.

Hz. Esmâ, son derece hayâ sahibiydi. Zaten hayâ duygusu kadın için en güzel ziynetti. Bir defasında uzak bir yerden hurma taşırken Peygamberimizle karşılaşmıştı. Resulullahın yanında Sahabîlerden bir kaç kişi daha vardı. Devesini çöktürdü. Baldızını terkisine almak istedi. Fakat Hz. Esmâ, utancından deveye binmedi. Ağır yükü başında taşımaya razı oldu. Esmâ (r.a.), eli açık, gönlü zengin, cömert bir insandı. Bilhassa Peygamberimizin kendisine hitaben, "Ya Esmâ, elini bağlama, aksi halde Cenab-ı Hak da senin üzerine olan ihsanını göndermez" buyurmasından sonra, cömertlikte müstesnâ bir mevkiye yükseldi. İhtiyaçtan fazla yanında bir şey bırakmaz, hepsini fakir fukaraya dağıtırdı. Kendisi sâde bir hayat yaşardı. Çocuklarına da cömert olmaları tavsiyesinde bulunur, "Malınızı Allah yolunda harcayın. Sadaka verin. Bir hayır ihmal etmekle hiçbir şeyi fazlalaştırmış olmazsınız Sadaka vermekle malınızın eksileceğini zannetmeyiniz" derdi.

Esmâ (r.a.), her insan gibi zaman zaman hasta olurdu. Fakat hiçbir zaman halini insanlara şikâyet etmezdi. Çünkü hastalığın Cenab-ı Hakkın emriyle geldiğine ve günahlara kefaret olduğuna inancı sonsuzdu. Hem insan hiç hastalanma masa sıhhat nimetinin şükrünü nasıl eda edecekti? Diğer taraftan hastalıklar Cenab-ı Hakka duâ etmek için büyük bir vesileydi. Bu sebeple hastalıktan dolayı şikayette bulunmak, kadere itiraz edercesine "ah, of" diye inlemek mânâsızdı.

İşte Hz. Esmâ bütün bunların şuurundaydı. Hastalığı sabır ve tevekkülle karşılardı. Bir defasında şiddetli bir baş ağrısına yakalanmıştı. Elini başının üzerine koydu ve teslimiyet içerisinde şöyle duâ etti: "Gerçi başım çok ağrıyor. Fakat Allah'ın affetmesini temenni ettiğim günahlarım daha çoktur."

Bu büyük İslâm kadını, kanaatkârlığı ile de temayüz etmişti. Kısmetine razı olur, şükreder, daha fazlasını istemezdi. Kocası Hz. Zübeyr fakir bir insandı. Evlendiğinde bir atından başka hiçbir şeyi yoktu. Hz. Esmâ, ihtiyaçlarının teminini kolaylaştırmak için elinden gelen işleri yapmaktan geri durmazdı. Resululallahın ganimet mallarından verdiği uzak bir hurma ağacından başının üzerinde hurma taşırdı. Ev işlerini yetiştirir, hurma çekirdeklerini öğüterek yem haline getirir, uzak yerlerden su taşırdı. Hz. Ebû Bekir, kızının çok yorulduğunu görünce, ona bir hizmetçi göndermişti. Esmâ (r.a.) buna çok sevindi. "Babam hizmetçi göndermekle beni kölelikten hürriyete kavuşturmuşcasına memnun etti" diyerek şükran hislerini ifade etti.

Hz. Esmâ azamî ölçüde iktisada riayet eder, lüzumsuz yere masraflardan sakınırdı. Çünkü iktisat hem Allah'ın emri, hem de aile huzurunun temelini teşkil ediyordu. Esmâ'yla (r.a.) Hz. Zübeyir mesud bir aile hayatı yaşamakla birlikte, zaman zaman aralarında can sıkıntısı da olurdu. Fakat çok geçmeden bu hal tatlıya bağlanırdı. Sanki aralarında hiçbir şey geçmemiş gibi davranırlardı. Bir gün yine bir meselede anlaşamamışlar aralarında tartışma çıkmıştı. Esmâ (r.a.) her nasılsa babasına giderek beyinden şikâyette bulundu. Hz. Ebû Bekir, söylenilmesi gereken en güzel şeyi söyledi. Sevgili kızına şu müjdeyi verdi: "Kızcağızım, sabret. Çünkü, bir kadının iyi bir kocası bulunur, sonra vefât eder de o kadın başka biriyle evlenmezse, Allah her ikisini Cennette bir araya getirir."

Esmâ (r.a.) iyi bir eş olduğu gibi, iyi bir anneydi de. Hz. Zübeyir ile olan evliliklerinden beşi erkek sekiz çocukları dünyaya gelmişti. Bunların eğitimiyle yakından meşgul oldu. Sahabelerin büyüklerinden olan Abdullah bin Zübeyr (r.a.), Tabiînden Urve bin Zübeyr gibi Müslümanlara örnek olmuş şahsiyetler, Allah yolunda hiç çekinmeden kanlarını sebil edebilecek fedâiler yetiştirdi. Bir anne için en dayanılmaz ıstırap, şüphesiz yavrusunun ölümünü görmekti. Hele bu yavru gençlik çağına ermiş, bu acı kat kat artardı. Hayat artık çekilmez olurdu. Fakat bu, Allah'a ve kadere inanmayan veya imanı zayıf olan bir anne için geçerliydi. Kadere hakikî mânâda iman eden, Allah'tan gelen hayır ve şer her şeye teslim olan bir anne böyle miydi? Böyle olmadığının en güzel misâlini Hz. Esmâ'nın hayatında görüyoruz. O, en sevdiği ciğerparesi Hz. Abdullah gibi, Resulullahı görmüş, sohbetinde bulunmuş bir yavruyu Allah yolunda öl meye teşvik ediyor, onun feci bir şekilde şehid edildiği haberini alınca da, bunu büyük bir sabır ve teslimiyetle karşılıyordu. Onun bu hareketinde ve teslimiyetinde, günümüz annelerine büyük bir ibret ve güzel bir örnek vardı. Hadise şöyle cereyan etmişti:

Hz. Abdullah, Yezid'in vefatından sonra Müslümanların pek çoğunun kendi sine biat etmesiyle Mekke'de halife seçilmişti. Hicaz, Yemen, Irak, Mısır ve Horasan Müslümanları kendisini bu vazifeye layık görmüşler, biat etmişlerdi. Hz. Abdullah birkaç yıl Mekke'de adâletle hüküm sürdü. Bu müddet zarfında annesinin çok büyük yardımını gördü. Fakat, Emevî hükümetini eline geçiren Abdülmelik bin Mervan, tarihe "Zâlim" ismiyle geçen Haccac'ı Hicretin 72. yılında Abdullah'ın üzerine gönderdi. Haccac, Ebû Kubeys Dağına mancınık kurarak Kâbe'yi taşa tuttu. Onun adâlet ve merhametle telifi mümkün olmayan bu hareketi karşısında Hz. Abdullah kahramanca Kâbe'yi müdafaa etti. Fakat adamlarından birçoğu Haccac'ın vaadlerine kanarak onun safına geçtiler. Bu durum karşısında Hz. Abdullah o sırada 99 yaşında bulunan annesinin tavsiyelerine başvurdu. "Anneciğim, elimde çok az bir kuvvet kaldı. Artık mukavemet etmem çok güç. Düşman istediğim kadar mal vermeyi vaad ediyor. Ne dersin?" dedi.

Hz. Esmâ, oğlunun dâvâsında haklılığına; maksadının dünya saltanatı elde etmek olmadığına inanıyordu. Bu sebeple, ucunda ölüm de olsa, hak dâvâsın dan vaz geçmemesini istedi. Ona şu tarihî nasihatta bulundu:

"Ey oğlum, eğer yürüdüğün yol hak ise ve buna inanıyorsan, yolunda devam et. Çünkü arkadaşların bu yolda öldürüldü. Sen şehid düşen arkadaşlarını düşün. Ümeyyeoğullarının oyuncağı olma. Eğer maksadın dünyayı kazanmaksa sen çok fena birisisin demektir. Bu takdirde hem kendini, hem de seninle beraber olanları helâkete sürüklemiş olacaksın. 'Ben hak yoldaydım. Arkadaşlarım gevşedi, ben de gevşedim' diyorsan bu mert kimselere yakışmaz. Dünyada daha ne kadar kalacaksın?

"Ey oğlum, senin için örtülerin en güzeli ölümdür. Allah'a yemin ederim ki, şeref ve haysiyet içinde alınan bir kılıç darbesi, benim nazarımda hakaret ve zillet içerisinde yaşamaktan ve kırbaçlanmaktan daha iyidir. Sakın ölümden korkarak zilleti kabul etme. Ben senin hakkında sabırlı olacağımı ümit ediyorum." Hz. Abdullah da aynı kanaati taşıyordu. Fakat annesinin fikrini de almak istemişti. Onun bu sözleri yüreğine su serpti. Annesinin elini öptü. Hz. Esmâ da onu alnından öperek uğurladı. Sonra elini dergâh-ı İlâhiyeye açtı.

"Ey Allah'ım, bu necip kuluna merhamet et. Onu Mekke ve Medine köşele rinde susuz bırakma. Annesine yaptığı iyiliklere karşılık ondan nimetini esirge me. Allah'ım, oğlumu senin emrine teslim ettim. Senin kaderine razı oldum. Ona gelecek musibetten dolayı beni sabır ve şükredenlerin mertebesine eriştir" diye duâ etti. Artık metanetle neticeyi beklemekten başka yapacak bir şey yoktu.

Büyük bir cesaretle savaşan Hz. Abdullah sonunda şehit oldu. Bu haber kendisine ulaştığında Hz. Esma, Resulullahtan kalan bir hatırayı aramakla meşguldü. Haberi metanetle karşıladı. Biraz sonra aradığı hatırayı bulması, kendisine büyük bir teselli verdi.

Esmâ'nın (r.a.) sabrı bu kadarla da kalmadı. Çünkü, Zalim Haccac, büyük Sahabi Hz. Abdullah'ı şehit etmekle hıncını alamamış, onu astırmıştı. Sonra da karşısına geçip o yüce şehide hakaret etmiş, başını keserek Şam'a göndermişti. Cesedini de "Annesi ricada bulunmadıkça indirmeyeceğiz" diye yemin etmişlerdi. Bir anne için yavrusunun cesedini sehpada asılı görmek çok zor bir şeydi. Hz. Esmâ, buna da sabretti. Zalim insanlara gidip istedikleri ricayı yapmayı uygun bulmadı. Bir gün oğlunun cesedinin yanından geçerken, "Bu hatip hâlâ kürsüden inmeyecek mi?" demişti. Bunu kâfi buldular ve Hz. Abdullah'ı direkten indirerek defnettiler.

Haccac adam gönderip defalarca Hz. Esma’yı yanına çağırtmıştı. Fakat Hz. Esmâ tenezzül edip yanına gitmeyince kendisi onun yanına geldi. Hz. Abdullah'ı kastederek alaylı bir eda ile, "Allah düşmanına yaptığı nasıl buldun?" diye sordu. Hz. Esma, Hz. Ebû Bekir gibi bir babanın kızıydı. Hz. Zübeyr'in hanımıydı. Bu zâlimin karşısında susamazdı. Cesaretle şu cevabı verdi: "Sen oğlumun dünyasını yıktın. O ise senin âhiretini perişan etti."

Haccac, bu defa da "Bırak şu münafık" demek küstahlığında bulundu. Hz. Esma yine susmadı. "Allah'a yemin ederim ki, o münâfık değildi. Çok oruç tu tan, geceleri çok namaz kılan, kulluk vazifelerini yerine getiren ve akrabalarını ziyarette kusur etmeyen biriydi" dedi. Haccac çok kızdı. "Defol git" dedi. Hz. Esmâ imanından aldığı cesaretle yine kükredi: "Resulullah Sakif Kabilesinden bir yalancı, bir mühlik çıkacak' buyurmuştu. Yalancının Muhtar es-Sekafi olduğunu gördük. Mühlik de senden başkası olamaz" dedi. Son olarak onun rivayet ettiği bir hadisi nakledelim:

"Cennet bana o kadar yaklaştı ki, cüret etseydim size onun salkımlarından bir tanesini getirirdim. Cehennem ateşi de bana o kadar yaklaştı ki, Ey Rabbim, bende bunlar arasındayım' demeye başladım. Cehennemde bir kedinin tırmalayıp durduğu bir kadın gördüm, 'Buna ne oluyor?' diye sordum. 'Bu kadın kediyi ölünceye kadar hapsetti. Ne ona yiyecek verdi, ne de haşarat yemesi için salıverdi' dediler."

Oğlunun feci bir şekilde şehid edilmesinden sonra Hz. Esmâ iyice çöktü. Bu hadiseden bir sene sonra Hicretin 73. yılında 100 yaşında iken vefat etti.

Allah ondan razı olsun.