Güçer Kafa'nın ''Salla babam salla'' başlıklı yazısı:

"Yağmur altında sırtında pamuk çuvalı taşıyan adam misali... Yüklerimiz ağırlaşıyor her adımda... İmtihanımız çetin oğlu çetin bir hal alırken, şuur adlı kuş uçup gidiyor aheste... Bir çözülüş hikayesi bizimki... Sıvası dökülen ihtiyar bir duvar belki yaslandıklarımız... Yaslanırken yasa düşmek bu fani dünyanın yasası mı aceb? Kışkırtılmış bir gölge gezinirken aklımızın ara sokaklarında, mevsimlerle güreşen ağaçlardan da ibret almıyor ademoğlu...

Ölüm kuşatırken can sarayını... Hakikat treni terk eder mi rayını? Okçular... Bir tepeden bir tepeye germeden yayını... Sırasını savan ok olmaya bakıyoruz. Varlık devasa bir sual sıfatında dikilirken önümüzde... Sıvışmadan hallice yok olmaya bakıyoruz. Halbuki hüviyet hürriyet demek değil mi? Kimlik taşıyarak, kim olduğumuz hakkında dahi fikirsiz kalışımız ne de hazin! Hey! İtin makarası olmuş koca kurt! Nerede mazin?

Yahya Kemal, mazi, hâl ve istikbâl ayakları üzerine oturttuğu bir sehpa olarak tarif eder yolculuğumuzu... Her ne kadar Fransız gözlükleriyle okumaya kalksa da serencamımızı, bugünkü "Fransız kalan" nevzuhur ve/veya türedi, zebercet görünümlü "entelijansiya" yanında, kabul edilebilir bir tarafı var. Rakofça kırlarının hür havasını Süleymaniye kubbesinin altında yakalar. Tükenişin büyüttüğü bir çocuktur, tıpkı aynı dönemi paylaştıkları gibi... Hangisine baksanız... Durdurulamayan bir çöküşün kırpık kırpık ettiği şahsiyetler görürsünüz. Tanzimatın taksimata en nihayetinde de şah mata gidişini, devrin şahıs portrelerinden okuyabilirsiniz. Lakin küçük bir sorunumuz var: okumuyoruz ki! "Bestseller" kepazeliğini, biner biner basılarak ulaşılan bilmem kaçıncı baskı rezilliklerini veya online kitap dinleme istatistiklerini okuma diyerek zikretmeyiniz lütfen... Elimde kişi başına düşen kitap sayısı ya da yeni basım sayıları gibi somut deliller yok... Ama denemesi bedava... Birkaç kütüphane veya kıraathaneye gidin... Tarih, edebiyat veya kültür çerçevesinde yazılmış kitapların ödünç alınma durumlarını inceleyin... Siz de göreceksiniz! Bendeniz sadece geçen ay okumak üzere ödünç aldığım yedi kitabın da kapağını ilk açanmışım. Sevineyim mi? Üzüleyim mi?

Okumuyoruz dedik amma... Bizi biz yapan her mefhumun canına okuyabiliyoruz. Okumuyor, okutmuyoruz amma... Üç kuruşluk malı on kuruşa okutabiliyoruz. Bilgi dağarcığımız o kadar sığ ki! Bilmeyi de yükümlülüklerimizden kaytarmak yahut düzeltmeye gönlümüzün olmadığı fiillerimize kılıf bulmak adına iğfal ediyoruz. Bilmenin ilk basamağı olan, bilmediğini bilmekse işimize gelmiyor. Olduğumuz yerden bakınca epeyce uzak gibi musalla... O vakit ye, iç, oyna, gez... Salla babam salla!

Az evvel bir sayfiye yeri yakınındaki köyün camiinden cuma namazını eda ederek çıkmak nasip oldu. İmam efendi vakit girmeden evvel vaazında Kur'an-ı Kerim'i okumanın ve öğrenmenin faziletlerinden bahsediyor idi. Her evde duvarda asılı olduğu babında kurduğu cümleler şunu söyletti bana: Biz Kur'an-ı Kerim'i sadece güzel muhafazalar içinde layık olduğu yerde dursun diye asmadık... Hâşâ, darağacında birini sallar gibi astık. Yoksa bilip de bilmemezlikten gelerek... Bildiklerimizden köşe bucak kaçarak... Salla babam salla deyip âkıbetimizi kara günlere ısmarlar mıydık?

'Çöl tozları yaşamın olmazsa olmazıdır' 'Çöl tozları yaşamın olmazsa olmazıdır'

Necip Fazıl üstadın ruhuna batan kıymık... Bütün cemiyetin her hücresine isabet etmedikçe vaziyet pek iç açıcı olmayacak. İfrat ve tefrite kaçmadan, Rahmetli Zeki Soyak Hocanın kaleme aldığı kitabın isminde işaret ettiği gibi, ölçüleri ve dengeleri daha fazla gecikmeden bulmalıyız. Yani sallamadan, sallanmadan... Fanilik salıncağının ipi koptu kopacak..."