Eğitim bir medeniyet yürüyüşü haline gelmeyince kapitalist kalkınmanın neticesi şükürsüzlük ve doyumsuzluk oldu.  Bir yandan kalkınırken diğer yandan da israf ve tüketim ekonomisi ile  fakirleşmeye başladık.

 Gündemde Müfredat değişikliği konusu var. Müfredat değişimi  ahlaki  çürümeye çözüm olabilir mi?  Asıl gündemde tutmamız gereken konunun bu olduğunu düşünüyorum.

Bakanlığın    felsefesi ile birlikte müfredata el atması   eğitimin asli problemine, kronik sorunlarına dokunmaya başlandığı  anlamına geliyor.   Batı sömürü düzeni hakimiyetini zihinlerde   müfredatlarla  sürdürüyor.  Yalan tarih kitapları ve boş   ve zararlı muhteva eğitimi  kuru     bilgi  yükleme ve sınavlardan ibaret hale getirdi. Dışarıya bağımlı  “asalak yapı”,  eğitimi  “mankurtlaştıran” bir sisteme dönüştürdü.   

 Müfredat  değişimi  planı yerinde ve doğru bir şekilde yürütebilirse,  zihinsel özgürlüğümüze bir adım daha yaklaşacağız.   Türkiye    prangalarından  bir nebze de olsa kurtulacak. 

Öze dönüş  ve  köklere dönmek   ülkemizin en asil ve öncelikli çabası. Sistemin gizli sahiplerinin ve perde arkasındaki yönetmenlerin, içerideki yerli işbirlikçileri ile birlikte çalışarak   cepheyi kolayca teslim etmeyeceğini biliyoruz.    Onlar için sonu hüsranla bitecek bir macera müfredat değişimi ile gelebilir.    

Geçtiğimiz seçim sonuçları ile   Sezai Karakoç'un "Ağır sanayi, ağır kültür ister"  sözündeki gerçekliği daha iyi kavradık. Hükümet olmak başka muktedir olmak başka.    Kültürsüz ve medeniyetsiz sanayi  “hormonlu” bir kalkınma modeli ortaya koyuyor. Maddi refahı arttıkça insanımız daha doyumsuz ve dünyevi hale geldi. Manevi  değerlerden  uzaklaştı. 

Evet Türkiye dünyada sömürgeleştirilemeyen bir ülke.  Ne var ki eğitim sistemi ile dizi ve medyası ile kendi kendini sömürgeleştiren bir ülke.

Önceliğimizi eğitimi ve kültürü sömürgecilerin elinden kurtarmak olmalı.  Daha güzel, daha mükemmel sistemler ve kanunlar, yönetmelikler yapmak çözüm olmuyor. Yapılanlar, yap boz sil baştan uygulamalarından ibaret kalıyor.   

Bugünkü eğitim sisteminin,  film ve dizi anlayışının  sömürgeleştirici bir sistemin parçası haline geldiğini görmek zorundayız

Maarifi diriltmeden maliyeyi düzeltmenin mümkün olmadığını artık görmeliyiz.   Ahlak ve meslek  vermediğiniz bu insanlar oturduğu yerden ve  terlemeden kazanmanın yollarını arıyor ve üretmeden tüketen nesiller çoğalıyor. Tarım ve hayvancılık gibi meslekler bu yüzden  ölüme mahkum oluyor. Kırsal kesim boşalırken  kentler sorunları ile büyüyor. Türkiye’nin  montaj sanayiinin ve yabancı markaların üretim üssü haline gelmesi gelişmişlik olarak görülmemeli.  En kuvvetli olduğumuz inşaat alanında bile % 60 dolaylarında dışa bağımlıyız. Kimyasal üretime bakın. Henüz kendi ilacımızı yapamadık. Gıda fuarlarını gezip baktığımızda şunu görüyoruz.  Ürünlerin hammaddesi   olan un  ve yağ dışında  neredeyse hemen her şey dışarıdan geliyor.   

Sağlam insan olmadan sağlam para, sağlam para olmadan da sağlam ekonomi olabilir mi? Kendi kimliğimiz ve kültürümüz ile var olmak, kalkınma ve ilerleme odaklı bir zihniyet yapısı oluşturmaktır önemli olan.

Sadece sanatta, ve sinemada değil teknolojide Dünyaya sunacak özgün eserler üretmenin yolu kendimiz olmak, kendi kimliğimizi bulmaktan geçiyor. Aksi halde Dünya ile yarışacak bir yol bulamıyorsunuz.

Plan ve projeler, reform ve dönüşümler, kanunlar ve yönetmelikler insanların zihniyeti, seviyesi, görgüsü, bilgisi ne ise o seviyede hayata geçebiliyor ve uygulama imkanı buluyor.

Hormonlu kalkınmanın kısa vadede bazı getirileri olabilir. Ama asıl olan şey adaletin, hukukun ve barış hâkim olabileceği düzeni kurmaktır.

Öğrenerek zekâmızı geliştirirken, hareketlerimizin mutlaka bir ahlâkî değeri olması gerektiğini unutmamalıyız. Bu yüzden öğretim sistemi öğretme yanında etkili bir terbiye cihazı halini almak zorunda.  Bilgili nesiller yetiştirmek, aynı zamanda ahlâklı, yüksek karakterli nesiller yetiştirmek anlamına gelmelidir. Bu yüzden müfredatın yoğun tartışıldığı şu günlerde müfredat ve ahlak birlikteliği   yoğun şekilde gündemde yerini almalı.

Bugünün manzarası şu: maneviyatsız ve medeniyetsiz kalkınma bizi konfora, rahata, lükse, iktidara alıştırdı.  Ahlâklı olmayı güçleştiren, ahlâksız olmayı kolaylaştıran çevre şartları çoğaldı.  

Nureddin Topçu’nun “Öğrenmek zekânın, yapmak ahlâkın işidir…”sözünü hatırlayalım.    

 O büyük ahlâk üstadı  şöyle demişti:

“Ahlâk insanın her an yaşadığı bir gerçekliktir. Hareketlerimizin ilmi demek olan ahlâk bilgisi lisenin bütün sınıflarında, her sınıfın seviyesi ölçüsünde olarak tenkit ve münakaşalı bir şekilde okutulabilir. Her Rönesans hareketinde olduğu gibi, lise öğretiminde de fizikten ahlâka doğru cesaretle yükselelim.”

Sadece öğretime dayanan Millî Eğitim, işin terbiye kısmını, ahlâk yönünü ihmal etti. 20. yüzyılın Türkiyesi, öğretimi fırsatçı ve menfaatçi  (pragmatizm) çerçevesinde düzenledi.     Ahlakilik esas olacakken  ahlaksızlık  öne çıktı.

Bugün Türkiye’nin yaşadığı problemler   her alanda ahlâkî kaygının fiillerimizden dışlanmasıyla ilgili  görünüyor.  Yükselen enflasyon ve durdurulamayan fiyatlar bunun bir yansıması.  En başta şahsî menfaatini  milletin  önüne geçiren yaygın bir anlayışla karşı karşıyayız. Eğitim sistemimiz de öğrencilere “geleceğini kurtarmak” adına herkesin kendi gemisini kurtarması gerektiğini telkin ediyor.

Diyebiliriz ki Türkiye’yi bugün hiç bir iç ve dış düşman bu  ahlâksızlık kadar tehdit etmiyor!

 Milletin binlerce yıl içinde süzüp getirdiği ahlâkı   müfredatta esas yapmaz ve  dışlarsanız, sadece kanunlarla, polis zoruyla insan ve toplum ilişkilerini temin etmeye çalışıyorsunuz. Onu da yapamıyorsunuz. Kanunlar da işletilemiyor.

 Toplu yaşamak, düzen içinde normlara ve kurallara uymak zorundasınız. Adab ve edeb sahibi olacaksınız.  

 Ahlâk ferdî vicdanlarda oluşur ve   ideali araştırır. Ahlâk hukuktan  daha kapsayıcıdır. Hukuk kanunlara dayanır, teşkilatı vardır, ahlâkın yoktur. Hukuk sadece cezalandırır. Halbuki  ahlâk vicdani sorumluluk yükler. Hukukun müeyyidesi maddidir, ahlâkın manevî.

Ahlâk  ferde sorumluluk yüklüyor. Ahlâk sistemleri, mesuliyeti umumiyetle fena hareketlerden kendimizi korumaya yarayan bir kuvvet olarak görüyorlar, oysa sorumluluk harekete geçirici kuvvettir.

Ahlakı Esas Alan  Müfredat Yapılanması

Bu dönüşüme destek verecek asıl bir hareket ise  halihazırda   Milli Eğitim Bakanlığında   yaşanan müfredat değişimine konuyu getirmek istiyorum.  

Bakanlığın eğitim programları “modern, çağdaş, bilimsel etiketleriyle manayı inkâr eden ve insanı hayvan gören Batılıların materyalist anlayışını taklit ediyor.

Bu  bakış açısıyla sunulan bilgiyle kâmil insan yetişmez. Bilgi ve malumat üzerine eğitimle gerçek ve bilimsel bilgiye ulaşamıyorsunuz. Malumatla medeniyet kurulamaz. Medeniyet kuranlar; edepli, terbiyeli, bilgiyi hikmet, bilgelik, iffet, şecaat ve adaletle zenginleştiren insanlardır. 

Mevcut müfredat en büyük tahribatını  gençliğin  imanını elinden alarak yapıyor. “Doğa yaptı, kendiliğinden oldu, kendi kendini yaptı; DNA, moleküller, proteinler, bitkiler üretti türünden cümlelerin ders kitaplarında son bulmasını istiyoruz.  

İnsanı  düşünen ekonomik hayvan olarak  görürseniz; insanı insan yapan ruh ve manayı inkar ederseniz  menfaate dayalı ekonomi içinde piyasanın rotası şaşar. Gücü gücü yetene olur.  

İki asırdır taklit ettiğimiz ve örnek aldığımız “çağdaş Batı medeniyeti ve ahlakı”; Gazze ve Filistin’de nasıl bir vahşi bir anlayış ve felsefeye sahip olduğunu   ortaya koydu. Korkunç silahlarla masum çocuklar, savunmasız kadınlar, günahsız siviller “acımasızca, vicdansızca, vahşice” bombalanıyor.  İsrail, bütün çağların en vahşi katliamlarından birini yapıyor.

ABD ve Avrupa ülkeleri, Siyonist İsrail’i koşulsuz destekliyor, istihbarat veriyor, silah ve mühimmat gönderiyor, kimi devletlerin özel kuvvetleri katliam için orada. 

Medyayı Eğitim Sahası Gören Yeni Okul Yapılanması

Ahlakı bozan etki sadece ders kitapları ve müfredatlardan ve ders kitaplarından gelmiyor.  Dizilerden çocuk oyunlarına kadar bozucu etki var. Ne varki bozulmanın temelinde müfredat ve ders kitapları bulunuyor. Olaya bütüncül olarak bakılmalıdır.

Yetkili konumdakilerin  elinden  geleni yapamadığı ve çözüm üretemediği şuradan belli ki    örneğin dizilerin ahlakı bozmak için bir "proje" olduğunun farkına varamıyor  veya  harekete geçmekte yetersiz kalıyorlar.  Dizilerde verilen subliminal mesajların amacının cinsellik ve seks düşkünü bir tüketici toplumu oluşturmak olduğunu göremiyorlar. Karşı projeler oluşturmakta zayıf kalıyorlar.  

Şiddet ve kirli ilişkiler ağını adeta destanlaştırarak seyircinin iç dünyasına ustaca enjekte etmeye çalışan dizilerde arkadaki sinsi planı  görecek çözümler üretebilecek  şuurlu nesiller yetiştirmek zorundayız.

Mesela dizileri ve sinemayı bir "okul" olarak kullanıp, ahlaki değerleri, yüce duyguları aşılamak için     değerlendirebiliriz.  Böylece ülke baştan sona ahlak okulu haline getirebiliriz.

Şu halde sadece okulları değil medyayı da eğitim alanı gören yeni bir okul ve eğitim anlayışına ihtiyacımız var. Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda diğer bakanlıklarla (Kültür ve Turizm Bakanlığı, Aile Bakanlığı)  işbirliğine girerek medyayı (tv, sinema, dizi, oyun sektörü vd) da içine alacak yeni bir okul ve eğitim anlayışı geliştirmeli. Ev okulunun önündeki engeller kaldırılmalı. Bunun için müfredat tekeline son verecek ve müfredat çeşitliliğine ve esnekliğine yol açacak yapılanmalara gitmelidir.  Bu amaçla okulların mesai dışında ve hafta sonlarında kullanımının önü açılabilir.

Bilimin gerçek kurucularının; medeniyetin ve insanlığın gerçek mimarlarının ecdadımız olduğunu biliyoruz. Gençlerin büyük düşünmesinin önünü açacak yüksek ahlak ve ideal örneklerini ekrana taşıdığımızda; bilime ve araştırmaya özendirecek bilim tarihine dair dizileri hayata geçirdiğimizde meydana gelecek değişimi düşünebiliyor musunuz?

Sinema ve dizilerin bizim ruhumuzu ve dilimizi bize kazandıran en değerli bir vasıta olabilir. Bu fırsatı kaçırmaya artık bir son vermeliyiz  Zararından neresinden dönülürse kârdır.  Değerlerin bu kadar yozlaştığı ve meydanın adeta yangın yerini aldığı şu zamanda insanımızda hızlı bir dönüşümün yolunu bu şekilde  açabiliriz. 

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli

Millî Eğitim Bakanlığı, yaklaşık iki yıldır süren ve adı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” (TYMM) olan geniş çaplı bir yenilik çalışmalarında sona gelmiş bulunmaktadır. Tüm öğretim kademelerindeki zorunlu derslere ait "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" yeni müfredat taslağı, "https://gorusoneri.meb.gov.tr" internet adresi üzerinden bir hafta süresince kamuoyunun görüşüne sunuldu.

Bakanlık hazırlanan müfredat taslağının   değerlendirilmesini istemektedir. Bu çağrıya uyarak  maarif platformu olarak  raporu hazırlamış bulunuyoruz (aşağıdaki link).

www.maarifplatformu.com/turkiye-yuzyili-maarif-modeli-mufredat-calismalari-hakkinda-oneriler/

Konuyu başından bu yana yakından takip eden Maarif platformu,  Bakanlığın “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı verilen müfredat taslağını bütüncül ve çok boyutlu bir değerlendirmeye tabi tuttu.   

Raporda müfredat taslağının değerlere ve ahlaka ve beceriye vurgu yapılması ve değerler,  erdem (fazilet ve ahlak) ve becerilerin öne  çıkarılması alkışlanırken,  müfredatta öngörülenlerin hayata geçirilmesi konusundaki eksikliklere dikkat çekilmektedir. 

Hazırladığımız raporun önemi sadece müfredat taslağının eksikliklerini göstermek noktasında kalmıyor. Rapor asıl önemini müfredatın hayata geçmesi önünde ciddi engelleri tartışmaya açıyor.  Öncelikle öğretmen yetiştirme meselesine dikkat çekilmektedir. Çünkü iyi aletler ustaların elinde işe yaramaktadır. 

Raporda    ÖSYM’nin oluşturduğu “merkezi sınavlarla meydana gelen “paralel müfredat” gerçeğine  dikkat çekilmektedir.   Okullarda ÖSYM müfredatının hakim olması MEB yatırımlarının   “boşa gittiği anlamına geliyor. Okullar kendi müfredatlarını bırakıp paralel müfredata tabi oluyorlar.  Bu uygulama ile okullar üniversiteye hazırlık kurslarına dönüyor ve çoğu uygulama dersleri icra edilmiyor. Öğretme yöntemi olarak test metodu öne çıkıyor. Böyle olunca da beceri ve uygulamayı öne çıkaran yeni müfredatın da hayata geçirilmesi askıda kalacaktır. Çünkü    sınav sonuçları (yani paralel müfredat)  öğrencilerin neredeyse yegane başarı göstergesi   olmaktadır. 

O yüzden milli eğitimin müfredatının ürünü olan ders kitapları büyük ölçüde kullanılmıyor. Bu yüzden   bedava ders kitabı uygulamaları ile devlet her yıl büyük bir zarara uğratılmaktadır   Bakanlığın bedava ders kitabı konusu yanında zorunlu lise eğitimine de acilen  neşter atması gerekir.  

Buradan tekrar belirtiyoruz.  Müfredatın hayata geçirilmesi ile birlikte yapılması gereken reformlar var. Önerimiz  ilk iş olarak, geniş katılımlı istişarelerle lise mezununda olması gereken bilgi ve beceriler ortaya konulmalıdır. Öncelikle öğrenci çoğunluğunun mesleki eğitim yönlendiren bir yapının ihdası gerekiyor. Lise ve üniversitelerimiz itibarlı ve kaliteli eğitimi ile her geçenin mezun olduğu yapı ve anlayıştan kurtarılmalıdır. Lise ve mesleki eğitimi yapılandırırken ilgili bürokratlar yanında iş dünyasının temsilcileri ve ilgili taraflar bir araya gelmeli. İlk okuldan üniversiteye eğitim bir bütün olarak ele alınmalıdır. Kontenjanlar ülkenin ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir

Sonuç olarak müfredat   taslağının  hazırlanmasında Milli Eğitim yetkililerinin şöyle düşündüğünün farkındayız:  Kendi içinde bulunduğun medeniyet havzasında felsefi, sosyolojik, tarihi birikimim var benim. Ama  bunun  farkında değilim. Başka kültürlerden devşirme, ithal dünya görüşlerine bağımlı kalmaya mahkûm olmuşuz. Bu aynı zamanda bir epistemolojik/zihinsel kölelik anlamı taşır. 

Herşeyden önce şunu belirtiyoruz ki, Bakanlığın bu düşüncelerinin sonuna kadar arkasındayız    mevcut müfredat çalışmalarını destekliyoruz.

Önce kendi kavramlarımızla tanışmamız, zihinsel haritamızı oluşturma yolunda  bu  müfredat çalışmaları bir milad  ve dönüm noktası olabilir. Kendi kavramlarımızın ve milli pedagojimizin temellerinin atılması  yolunda  atılmış bir adım olarak telakki ediyoruz.  

Bakanlığın üst düzey yöneticilerinin iyi niyetinden şüphemiz yok.   Yol uzun ve meşakkatli ve  bir o kadar da  engellerle dolu. Bu çalışmalar eğitimde bağımsızlık anlamına geliyor. O  yüzden Türkiye’nin zihinsel bağımsızlığına müfredat ve ders kitapları yolu ile müdahil olan çevreler müfredat çalışmalarından büyük bir “rahatsızlık” duyacaklar  ve engellemek için her türlü hileye başvuracaklardır.  O yüzden,  Bakanlık yetkililerinin, komisyonda çalışan Batı paradigmasına teslim olmamış eğitimcilerin tembelliğe, nemelazımcılığa, vurdumduymazlığa, ertelemeye, ötelemeye hakkı  yoktur. Gün çalışmak, gayret göstermek günüdür.