Mi’racı  anlamak akıl işi değil iman işi olduğu söylenir. Bu kanaat ne derece doğru? Her insan Allah'ı, görünmeyen alem ve gaybi olay ve varlıkları  ancak kendi aklının sınırları ve ilminin derinliği çerçevesinde tasavvur edebilir.

Evet  Mi’raç bir mucizedir. Aslında fizik dünyada, yani şehadet âleminde olup biten her şey birer mucizedir. Ne varki  biz onlara alıştığımız için onları âdiyattan ve sıradan olaylar zannederiz.

Maddenin en küçük birimi atomda,  canlıların en küçük parçası  hücrenin içinde olup bitenler de olağanüstü hadiselerdir. En  büyük gök cisimlerinden en küçük canlıya kadar   hükmeden kanunlar  ve düzen  birer mucizedir. Biz bunları bilmeseydik aklımızla böyle muhteşem bir düzenin olabileceğini  düşünemezdik bile. Bildiğimiz ve alıştığımız için kabul ediyoruz. Peki, bunların dışında artık mucize olmaz demek akıl işi olabilir mi?

İşte meseleye böyle bakamayan dar kafalar ve özellikle düşünce mekanizmaları pozitivizmle malul Müslümanlar  bile Miraç'ta cereyan eden pek çok olayı  bunlar mütevatir haberlerle gelmemiştir diyor.  Oysa biz Kur'an-ı Kerim'de ve sahih sünnette bir şeyden söz ediliyorsa ona iman ederiz, sonra onu anlamaya çalışırız. Ama anlayamamamız herhalde imanımıza zarar vermeyecektir.

Bugünkü yazımızın konusu   esasen bu  konular değil. Mi’raç olayını akıl ile anlamamızı kolaylaştıracak kozmoz gerçeklerinden,  fizik ötesine dair buluş ve gelişmelerden söz edeceğiz.

Mi’raç, Hz. Muhammed’in  (S.A.V)  göğe yükselip, Allah ve öte âlemleri görüp geriye döndüğü seyahata verilen isimdir. Bu konu  evrenler arasında yolculukzamanda yolculuk, uzay ve zamanın sırrı (tayy-ı zaman ve tayy-ı mekan) gibi  yaşadığımız  fizik dünyanın dışındaki gerçeklikleri   gündeme getiriyor.   Miraç hadisesi ile gündeme gelen bu konuların aynı zamanda modern fizik konuları arasına girmiş  meseleler olduğunu  söyleyebiliriz.  Biz de bugünkü yazımızı bu konulara tahsis ettik.

Bizler, tek bir uzay-zaman konusu içine sıkıştığımızdan hadiseleri, mekânın dar kalıpları içinde ve belli boyutlarda değerlendiriyoruz. Mesela en, boy ve yükseklikle anlatılmak istenen hacim-uzay kavramı, anlaşılır bir husustur. Fakat dördüncü boyut olan zaman, fizik ve relativite içinde yer aldığı halde boyut (mücerret) bir uzunluktur, madde ötesindendir. Beşinci boyut denen ve takyonlar teorisiyle açıklanan akıl-şuur ise, zaman gibi mücerrettir, maddi değildir.

Evren uzay-zaman örgüsüdür. Uzay bize üç boyutlu gibi gözükür. Halbuki uzay denen mekânın da 3’den fazla boyutu vardır. Mekânın dördüncü boyutu ne anlama gelir? Bunu anlatmak bir yana, sezgiyle, hayalde canlandırmak bile çok zordur. En, boy ve yükseklik mekânın üç boyutunu teşkil eder dördüncü bir boyut ne olabilir? “Tünel” diyoruz ama bu üst mekân boyutunu kavramak kolay olmayacaktır. Bir şeyin a (uzunluğu) a2 (alanı), a3 (hacmi) ise, a4 nedir?  Boyumuz 170 cm, ağırlığımız ise 70 kg diyelim. Matematiğin var dediği alemde de  var olduğuna göre; bu defa soruyu şöyle soralım:   Peki -170 cm ve -70 kg hangi varlıklara tekabül ediyor?

Kompleks sayılar matematikte yaygın olarak kullanılır. Kompleks sayılar olmasaydı, bugün fizik âlem  anlayışımız bu kadar kapsamlı olmayacaktı ve birçok fiziksel olayı derinlemesine irdeleyemeyecektik.  Esasen kompleks sayılar maddenin  fizik ötesi ile iç içe  bulunduğunun  işareti olarak değerlendirmek gerekir. 

 Varlıkların, bilhassa insanın, gerçek mahiyetini bütüncül olarak anlayabilmenin bir yolu var:  Varlık anlayışını sadece ‘fiziksel varlık’ ile sınırlama katı önyargısını terketmek.  Zihinlerin fizik-ötesi varlık fikrine açılması gerekmektedir. Bir çok sahada tıkanmış olan bilimde yeni  açılımlara zemin hazırlayabilmenin  bir yolu  materyalist anlayışı terketmekten geçmektedir. Fizik-ötesi şeylerin varlığını kabul etmenin bilimsel anlayışa uygun olmadığı ön yargısına sahip kişiler sadece şunu düşünsünler ki;  fizik kanunlarının da hiçbir fiziksel varlığı yoktur.  Fizik kanunlarını kimse ne görebilir ne de onlara dokunabilir. Ama herkes de onların varlığını ve öneminin farkındadır, inkar etmez. Fizik kanunları adeta evrenin görünmeyen anayasası gibi iş görmektedir.  Hiçbir yerde olmadıkları halde her yerdelermiş gibi hükümlerini  Allah’ın izni ile her yerde icra ederler. Görünen fiziksel evrende her şey, fizik kanunlarının  teşkil etttiği  görünmeyen şablonun sınırları içinde   hareket eder. 

Maddenin temeli ve birimleri diye bildiğimiz atomun “kuantum” dünyası, aslında metafizik bir yapı ve özellikler sergilemektedir. “Takyonlar Teorisi” ışıktan öte kâinatı ve varlıkları bilimin gündemine sokmuştur. “Takyonlar” bitmeyen, azalmayan bir tür enerji varlığını temsil etmektedir [1]. 

Türlü türlü ince teknolojilerle evreni inceleyen fizik ve tabiat bilimleri, Kur'an’ın ortaya koyduğu  farklı evren boyutlarını,  melek ve ruh gibi fizik ötesi varlıkları  ve miraç hadisesini daha iyi kavrama imkânı sunmaktadır. Bu gelişmeler ışığında,  kelimelerin yetersiz, anlamların derinliksiz, isimlerin belirsiz hale geldiği “İlâhi” âlemlerin, “gaybi ve uhrevi” alemlerin çok da uzağımızda olmadığını, onlarla iç içe yaşadığımızı daha iyi fark etmekteyiz.

Alemin sadece görünen “kabuk” kısmına, yani maddenin “fiziki” özellikleri üzerine bina edilen “bilimsel anlayış”, XIX. yüzyılın sonunda tıkanmış ve bilim dünyasında artık her şey keşfedilmiş ve geriye ayrıntılar kalmıştır düşüncesi hâkim olmuştu. Gerçekten de Fizik ilmi açısından ele aldığımızda Newton Mekaniği varlığın sadece bir boyutu idi. Ne var ki, XX. yüzyılın ilk yarısında geliştirilen özel ve genel izafiyet nazariyeleri ile yeni yeni “dünyalar” karşımıza çıkmıştır. 

Bu buluşlar, “madde”“uzay ve zaman” anlayışlarımızda ve bakış açımızda önemli değişikliklere yol açtı. Çünkü yeni nazariyelere göre; hareket eden saatler yavaşlayabiliyor, cetvellerin boyları kısalıyor, cisimlerin kütleleri, hızları artabiliyordu. “Sonsuz uzaylar”, fizik ötesi mekân ve dünyalar gündeme geldi. Bu buluşlarla; fizik bilimi, felsefe ve din alanlarında sınav vermeye başladı. 

Bu  son bir asır   içinde, en önemli ve inkılap niteliğindeki buluşlar olan Kuantum Mekaniği, Hologram, Moleküler Biyoloji ve Nanoteknoloji, Kainattaki fıtri düzenin, yaratılışın ve gerçekliğin ne olduğunu daha iyi anlama fırsatı sunmaktadır. Kuantum, sadece fizik bilimine değil, birçok sanat akımına, sosyolojik teoriye ve değişik alanlara ilham kaynağı olmaktadır.

Kuantum bilimiklasik fizikle kendimize ördüğümüz kafesin dışına bakma imkânı vermektedir. Kainatın parçalanamaz bütünlüğü ve her şeyin her şeyle bağlılığı, yani evrendeki birlik, bilimcilerin en çok dikkatlerini çeken konuların başında gelir. Büyük Birleştirme Teorisi [2] ve tüm varlığın onda birleştiği kabul edilen sicim [3] denen varlığını en küçük parçasının ispatı bilimcilerin en büyük çabalarından birisidir. Her şeyin her şeyle bağlılığı ve her şeyin tek şey halinde birleşmesi ve “birlenmesi”, Kur'an’ın en büyük hakikati olan “tevhidi” yani Yaratıcının tekliği gerçeğini en büyük bir fizik ve bilim gerçeği olarak karşımıza çıkarmıştır.

"Kuantum" ve “Hologram” teorileri ile bütüncül ve manevi bir kâinat modeli gittikçe güçlenmektedir. İçinde hayatiyet ve ruhsallık olan  şuurlu bir evren anlayışı zihinlerde yer etmektedir. Kuantumla ilgili keşifler genişledikçe farklı bir dünyanın eşiğinde bulunduğumuz daha iyi anlaşılmaktadır. Örneğin atom taneciklerinin yer aldığı dünyanın  “gözlemciyle” şekillendiğinin anlaşılması   “insan şuurunu” evrenin merkezine yerleştirmektedir. Zerrelerin dünyasında “gözlemci” ile gözlenenin net ayrımının yapılmadığı, gözlemcinin olayı belirleyen taraf olduğu gerçeği, insan düşünce ve şuurunu en üst makama çıkarmakta, insanın eşref-i mahlukat özelliğini ve halife-i arz ünvanını daha iyi anlamamıza  pencere açmaktadır.

Takyonlar Fizik Ötesi Dünyanın Yapıtaşları mı?

Varlığı geniş tartışmalara yol açan sanal parçacıklar, bazı laboratuar deneyleri ile kendisini göstermektedir. Garip karakterli ve soyut karakterli bu parçacığa Latince hayalet anlamındaki “Takyon” (tachyons) ismi verildi. Konuyu bu defa matematiksel açıdan irdeleyen uzmanlar, Einstein’in denklemlerini kullanarak çok garip bir çözüme ulaştılar.  Bu çözümlere göre nesne ışıktan hızlı hareket ederse; kütle, uzunluk, enerji hatta zaman gibi fizikî kemiyetler mücerret (hayalî, sanal) mahiyete bürünmektedir.

Mücerret (soyut) Kütlenin Anlamı Ne Olabilir?

Bilaniuk ve Geinberg gibi bilim adamlarının büyük katkısıyla olgunlaşan “Takyonlar Teorisi”ne göre, ışıktan hızlı, kütlesi sıfırdan küçük, uzunluğu ve boyutları eksi, yani mücerret ne varsa hepsi takyon türünde mütalaa edilebilir.  Buna göre sanal kütle  ışıktan hızlı, kütlesi, uzunluğu ve boyutları eksi, yani sıfırdan küçük (sanal) ne varsa hepsi takyon türüne dahil edilebilir. Mesela duygularımız, hayal, hafıza, düşünce, şuur, sevgi, korku, heyecan, duyma, görme, tat alma  gibi hislerimiz... Bunlar örneğin göz kulak, beyin, kalp ve dil gibi maddi organlarımızından  farklıdırlar.

“Takyon” denilen, madde ötesi özelliklere ve ışık hızından binlerce milyonlarca defa yüksek hızlara sahip bir parçacığın, elbette ki günlük hayatımızda, elimizin altında bulunması beklenemez. Bu parçacıkların özellikleri, bu evrenimizin fizikî ve matematik yapısına uyum sağlamadığına göre, bir başka âlem, bir başka zaman ve bir başka çeşit enerjinin hükümran olduğu uzaylar düşünülmelidir.

Madde ve Mana Teorisi

Şu durmadan değişen, fakat değişmez bir gerçek üzerinde aktığından,  değişmez görünen âlemin dayandığı değişmez gerçek, esasen varlığın metafizik boyutuna dair özelliklerdir. Metafizik ve manaya dair gerçekliklerin sadece ruh ve melekler,  ahiret dünyaları olduğunu düşünürüz.  Hâlbuki sandığımızın aksine manevi gerçeklikler, çok daha geniş bir alanı kapsamaktadır. “Fizikî” olay ve varlıklar da “yeni” ve aynı zamanda “doğru” bir bakışla metafizik olaylar halini almaktadır. Örneğin elektrik,  manyetiklik, çekim gücü, ışık, renk, sıcaklık, hatta tat, ses, şifa,  koku,  hayat gibi özellikler bile esasen madde ötesindendir. Bilim, dışa yansıyan etkileri formüle edebilmekte ve onların kullanımı ile ilgili prensipleri ortaya koyabilmektedir. Hâlbuki olayların mahiyeti ve gerçekliği ise çok daha farklıdır ve bilimsel açıklaması yoktur. 

Olaylara bir isim vermek, varlığı ve olayı açıklama değildir. Sayılan ve saymadığımız özelliklerin hiç birinin kaynağı madde ve atomlar değildir, bu keyfiyetler maddenin bir parçası da değillerdir. Madde ve atomlar sadece yansıtma görevi yapmaktadır.

Son zamanlarda, bu özelliklerin maddenin madde ötesini tarafını oluşturduğuna dair yaklaşım ve teoriler geliştirilmektedir. Bu yaklaşımlara göre, maddeye işlevsellik kazandıran ne varsa hepsi de manevi temellidir ve madde bunlara ayna vazifesi görmektedir. Bu çalışmalardan birisi olan “Elmas teorisinde” Elmas örneğinden yola çıkarak çok basit bir bakışla varlığı oluşturan keyfiyetlerin kaynağının atom ve madde olmadığı anlatılır. Gözleri kamaştıran o büyüleyici pırıltılar elmasın yapıtaşı olan karbon atomları değildir. Güneş veya lamba gibi dışarıdaki bir ışık kaynağından gelir. Elması elmas yapan ve ona şatafat, güzellik ve bir bakıma hayat veren, dışarıdan gelip onda yansıyan ışıktır, ışıksız bir elmas ruhu gitmiş ölü bir ceset halini alır [4].

Elmastan çıkıyor gibi görünen ışığın dışarıdan gelmesi gibi, maddeye geçerlilik  kazandıran her şey, hariçten, görmediğimiz bir kaynaktan gelmektedir ve dolayısıyla fizik ötesi bir gerçekliğe sahip olmalıdır. Çünkü bu özellikleri, atomlarda ve moleküllerde aramaya kalktığımızda bunların hiçbirini bulmamız mümkün değildir. Parçada olmayan bütünde nasıl bulunabilir?  Örneğin,  koku, tat, renk ve diğer özelliklerin atomun bir parçası değildir. Bu özellikler, bir bakıma bir tv yayını gibidir. Televizyon ekranında görülenler ekranın ve televizyonun “malı” olmadığı gibi, bir gül çiçeğinde gözlenen koku, tat, renk, sanat vd çiçeğin maddesini oluşturan atomlara ait “özellikler” ve “varlıklar” değildir.

Bakış bu olunca,  aslında maddenin bile manevi boyutlardan meydana geldiğini; ona özellik ve işlevsellik (geçerlik) kazandıran şeylerin fizik ötesi mahiyette olduklarını fark edebiliriz. Hatta maddenin kendisinin bile esasen metafizik temelli bir yapı olduğunu atomun içine yapacağız küçük bir seyahatte fark edebiliriz.

Atoma hatta oradan protona ve kuarka doğru bir yolculuk yapalım. Önce elektronları inceleyelim. Orada bulmayı ümit ettiğimiz “katı birimler” ve “tanecikler” yerine, kuantumla ifade edilen parçacıkların var-yok dalgalanmalarını,  enerji türü “ışımaları” ve “titreşimleri” buluruz. Adeta fizik ötesi bir dünya ile karşılaşırız orada.  Böylece,  maddenin bile “madde”  olmadığını atomların içine yapacağımız bir seyahatle anlayabiliriz.

Atom altı tanecik dediğimiz şeyler,  hem var, hem yok bir görüntü oluşturabiliyorsa ve hatta bir tanecik hem bir yerde; hem bir bölge içinde ve her yerde olabiliyorsa, bu bildiğimiz klasik fizik yasalarının, determinizm ilkelerinin atom altı dünyada geçerliliğini kaybetmesi demektir [5].

 Bir tanecik hem bir yerde hem başka yerlerde nasıl olabilir? Atomun dünyası Kuantum teorisi ile açıklanmaktadır. Kuantum aslında başka bir uzay ve dünyanın keşfedilmiş olmasıdır. Atom taneciklerinin bir anda birçok yerde bulunması ile meleklerin bir anda birçok yerde bulunması arasında bir fark yok aslında.

Sonuç olarak, varlığından hiç kimsenin şüphesi olmadıkları yerçekimi, manyetizma ve ışık gibi fizik kanunları bile “nur” özelliğindedir. Hiçbir yerde olmadıkları halde, her yerde olabilmektedir. Fizik kanunlarına tâbi olmamayı ve dolayısıyla zaman ve zeminin üstünde bir boyutu temsil eden “nuraniyetin” bir varlık boyutu olarak kabulü,  daha doğrusu kabulünün cesaretle ve dürüstçe itirafı, fizik biliminin önünü açacaktır.

Uzay ve Zamanın   Anlamı

Mekânı, oturduğumuz oda; zamanı ise saat cinsinden bir nesne olarak tanıyor, kütle ve zamanı değişmez mutlak varlıklar zannediyorduk. Yüzyıllar geçti. XX. yüzyıla geldik. Zamanın bir hızı olduğu ortaya çıktı. Cisimlerin  “hızlandıkça” zamanlarının “yavaşladığını” ve “genişlediğini” anladık. Işık hızı aynı zamanda zamanın da akış hızıdır ve  o hıza gelindiğinde “zamanın akışı” duruyor.

Evet, gelişmeler, ses duvarı gibi bir de “ışık duvarını” gösterdi. Işık hızına ulaşıldığında zaman ile eşleşilmiş olacak ve artık zaman durmuş olacaktır.

Arkasından zamanın sadece hıza bağlı olarak değil “çekim gücü” ile de değişikliğe uğradığını da keşfettik (Genel izafiyet). “Genel İzafiyet Teorisi”ne göre, mevcut üç mekân boyutuna (en, boy, yükseklik), bir de dördüncü boyut olarak zaman eklendi. Çekime bağlı olarak daha geç yaşlanıp ya da çabucak ihtiyarlayabiliyorduk.

Bu gerçekler ışığında baktığımızda, zamanın maddeye bağlı boyutlarda farklı işlediği noktalar olduğu gibi, madde ötesi boyutta;  kabirde, mahşerde, Cehennem boyutunda da kendince bir zaman boyutu olduğu gerçeğini görebiliyoruz. Nasıl ki, rüyadan uyandığımızda o ortam birkaç saniye olarak idrak ediliyorsa, Berzah boyutunda, Cennet boyutunda da hayatın bu şekilde farklı akışı olacaktır.

Evrenimizin tek bir noktadan küçücük bir yaratılış çekirdeğinden doğduğunu anlatan “Big Bang” ve evrenin sürekli genişlemesi ile ilgili buluşlar, evrenin bir başlangıcı olduğuna ve yoktan yaratıldığına işaret etmektedir. Karadeliklerle “delinen” uzayın arkasında “fiziğin bittiği” noktada “sonsuz uzaylara” fizik ötesi âlemlere kapı açılmaktadır. Madde gibi zaman dediğimiz sürecin Karadelik çekimiyle başka bir akışa girmesi, sonsuz ve farklı boyutta dünyaları gündeme getirmektedir. 

Eskiden değişmez ve dokunulmaz ilân edilen ve âdeta ilahlaştırılan fizikî prensipler, Karadeliklerde alt üst olunca, felsefenin ve dinin gündeminde olan soruları da aktüel hâle getirmektedir. Kâinat niçin yaratıldı ve niçin yok ediliyor? Beklenen karadelik kıyametinden sonra yeni bir yaratılış var mı? Bu konular günümüzde sadece dinî sohbetlerde yer almakla kalmıyor, modern astronomi merkezlerinin de ister istemez tartışma konuları arasında yer buluyor. Bir yıldız, kendini, kendi ışığını, kendi hacim, yer ve zamanını yutmakta, bambaşka bir keyfiyete bürünmektedir. Karadeliklerde zamanın durması ya da farklı bir keyfiyete bürünmesi, ebediyet kavramını hatıra getirmekte, sonsuz uzayları ya da ahiret ve gayp âlemlerini gündemimize sokmaktadır.

Sonuç

Çağımızın insanın madde bağımlısı hâline gelmiş olması, gerçeğe gözünü kapamış ve "Her şeyin kaynağı madde ve enerjidir." fikrini doğurmuştur. Sonuçta bilimin din ile çatıştığı şeklinde suni zorlamalar ortaya çıkmış ve ne yazık ki bilim, materyalizme ve dinsizliğe alet edilmeye çalışılmıştı. 1980 Nobel Tıp Mükâfatı sahibi Nörofizyolog Roger Sperry (1913–1994) dinin bilimle çatıştığı tezinin yanlışlığına dikkat çeker ve verdiği bir mülâkatda şunları der:

 “Bilimin kendisi materyalizmle çatışır. Bilim ile din neden çatışsın ki? Esasen bu ‘din bilimle çatışır şartlanması’ materyalist felsefenin bilim olarak kabul edildiği zamanlardan kalmadır.”

Fen bilimleri ve felsefenin alması gereken istikameti Bediüzaman, Kur'an’dan verdiği misallerle açıklar ve özetle şöyle der:

 “Meselâ: Kur'an, Güneşten bahsedince 'Güneş bir lâmbadır.' der, onun nizam ve intizamın zembereği olduğunu nazara verir. Çünkü güneşten, güneş için bahsetmez. Misâl olarak 'Güneş döner.'[6] tabiriyle kış-yaz ve gece-gündüzün meydana gelmelerindeki hârika düzeni nazara vererek, Allah'ın sonsuz kudretini tâlim eder. Yine '(Allah) Güneşi bir lâmba yaptı.” [7] tâbiriyle dünyanın bir saray şeklinde olduğunu, içindeki eşyanın insan için tefriş edildiğini ve güneşin onun hizmetine verilmiş bir mumdar/adeta bir mum gibi ışık veren bir hizmetçi olduğunu nazara verir. Bununla,  Allah'ın sonsuz rahmetini ve nihayetsiz nimetlerini hatırlatır."[8]

Netice olarak, modern fiziğin  bazı yeni buluşları ve bunların doğru yorumları sayesinde, bilimin,  materyalizm ideolojisinin kıskacından kurtulmaya çalıştığını görüyoruz. Bu “bağımsızlık mücadelesi” başarılabilirse, tüm tecrübelerle varlığı sabit olan İlahi “irade” ve hikmetle yaratılış hakikatı kendini gösterecektir. O zaman din ile tabiat bilimleri ayrımı son bulacak; kâinat ve Kuran’ın aynı gerçeklikleri anlattığı  daha iyi anlaşılacaktır.

Dipnotlar:

[1] (a) Bilaniuk, Olexa-Myron P.; Sudarshan, E. C. George (May 1969). "Particles beyond the Light Barrier". Physics Today 22 (5): 43–51.  (b)  Bilaniuk, Olexa-Myron P.; Deshpande, Vijay K.; Sudarshan, E. C. George (1962). "Meta Relativity". American Journal of Physics 30: 718ff, (c) Feinberg, Gerald (1967). "Possibility of Faster-Than-Light Particles". Physical Review 159: 1089–1105.    (d) Peskin, Michael E.; and Schroeder, Daniel V. (1995) An Introduction to Quantum Field Theory, Perseus books publishing. (e) Feinberg, Gerald (1997). "Tachyon" article in Encyclopedia Americana, Grolier Incorporated, vol. 26, p. 210.
[2]. (a) Ross, G. (1984). Grand Unified Theories. Westview Press, (b)  Georgi, H.; Glashow, S.L. (1974). "Unity of All Elementary Particle Forces". Physical Review Letters 32: 438–441. (b)Pati, J.; Salam, A. (1974). "Lepton Number as the Fourth Color". Physical Review D 10: 275–289. (c) Ross, G. (1984). Grand Unified Theories. Westview Press.   (d) Hawking, S.W. (1996). A Brief History of Time: The Updated and Expanded Edition. (2nd ed.). Bantam Books. 
[3]. Greene, Brian (2000). The Elegant Universe: Superstrings, Hidden Dimensions, and the Quest for the Ultimate Theory. Random House Inc. 
[4]. Bu konuların ayrıntılarına şu adresten ulaşılabilir: MADDE, MÂNÂ, ve ELMAS TEORİSİ – Yunus Çengel (yunuscengel.com)
[5] Kuantum fikirleri, klasik prensipleri tam kalbinden vurur. Kuantum dünyasının kelimenin tam anlamı ile bir metafizik dünya olduğunun bir göstergesi ünlü "çift yarık" deneyidir.   Bir boncuk gibi düşündüğümüz parçacıkların (örneğin fotonun ve elektronun) aynı anda iki delikten geçer.  Nasıl olur bu ya şu delikten ya bu delikten geçmiş olmalı diyeceksiniz. Acaba, atladığımız farkında olmadığımız bir durum mu var?  Bir kere daha deniyorsunuz. Sonuç aynı.  Her seferinde parçacık aynı anda iki delikten geçecek. Burada atomun fizik ötesi tabiatı bir kere daha bizi sarsar. Elektronların, tenis toplarına ışığın da su dalgalarına hiç benzemediğini görürüz.  Maddenin temeline indikçe latif/nurani özelliğe geçiş olduğunu görerek şaşıracağız. Çift yarık deneyi ile ilgili hazırlanmış çeşitli video ve animasyonlara internetten kolayca ulaşabilirsiniz. Bunlardan birisine http://vimeo.com/2236536 adresinden ulaşabilirsiniz.
[6]. Yâsin, 36/38.
[7]. Nuh, 71/16.
[8]. Nursi, B. S. Sözler. Envar Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 293–309.