Türkiye'de ''tarihselciler'' olarak bilinen akımın önemli temsilcilerinden ve en tartışmaları isimlerinden biri olan Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün Tevbe Suresi 29. ayet ile ilgili olarak ‘’Allah'ın Kur'an'ı Peygambere mana olarak indirdiği, lafzen Kur'an'ın peygambere ait olduğu’’ şeklindeki görüşü sosyal medyada büyük tepki çekti!

Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün kaleme aldığı "Kur'an, Vahiy, Nüzul" isimli eserde Tevbe Suresi 29. ayetle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede öz olarak, "Kur'an'ın anlam olarak Allah'a ait olmakla birlikte lafzen Peygambere ait olduğu" görüşünü dile getirdi.

Türkiye'de ''tarihselciler'' olarak bilinen akımın önemli temsilcilerinden ve en tartışmaları isimlerinden biri olan Öztürk'ün yaptığı bu yorumla bir hataya düştüğü ortadadır!

habervakti.com olarak kimsenin niyetini okumak gibi bir ''becerimiz'' olmadığına göre bu yorumu hüsn-ü zan yaparak ’’ ilmi bir tez’’ olarak değerlendirsekte ortaya çıkan durum vahim bir duruma sebep olabilmesi açısından ciddi bir eleştiriyi haketmektedir.

PROF. ÖZTÜRK'TEN AÇIKLAMA

Sosyal medyadan yapılan eleştiriler karşısında bir açıklama yapma zorunluluğu hisseden Prof. Öztürk “Mustafa Öztürk Tevbe Suresini İnkâr Ediyor” Tezviratı Vesilesiyle Kur’an Vahyinin Mahiyeti Hakkında Kısa Bir Not başlığıyla bir açıklama yaptı ve şunları söyledi:

Hindistanlı âlim ve ıslahatçı Şah Veliyyullah Dihlevî (ö. 1176/1762) Füyûzü’l-Harameyn ve es-Seta’ât gibi bazı eserlerinde vahyin mahiyetine dair mealen şunları söyler:

Şeriat kuralları her zaman bir toplumun yerleşik örf ve âdetlerine uygun olarak vaz edilir. Zararlı ve kötü davranış tarzları Allah tarafından ilga edilirken, zararsız ve iyi fikirler/uygulamalar yerli yerinde bırakılır. Aynen bunun gibi lafzî vahiy, Hz. Peygamber’in zihninde önceden mevcut olan kelimeler, deyimler ve üsluplar kalıbında ortaya çıkar… Allah kıyamete kadar yürürlükte kalmak üzere bir şeriat bildirmek isteyince, Peygamber’in zihnini tahakküm altına alıp onu hazırladı ve kelamı (Kur’an’ı) onun tertemiz kalbine müphem ve icmali olarak indirdi.

Dihlevî’nin “Kur’an vahyi Hz. Peygamber’in kalbine müphem ve icmali olarak indirildi” şeklindeki görüşü, Suyûtî’nin (ö. 911/1505) el-İtkân adlı eserinin ilk cildindeki “Vahyin İnzal Keyfiyeti” başlığı altında ikinci sırada zikrettiği şu görüşle -ki biz de aynı görüşü benimsiyoruz- hemen hemen aynıdır: “Cebrail vahyi özellikle salt manalar (kavramlar) olarak indirdi; Rasûlullah bu manaları belledi ve Arap dilinin ifade kalıplarına döküverdi" (أَنَّ جِبْرِيلَ إِنَّمَا نَزَلَ بِالْمَعَانِي خَاصَّةً وَأَنَّهُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلِمَ تِلْكَ الْمَعَانِي وَعَبَّرَ عَنْهَا بِلُغَةِ الْعَرَبِ

İYİ TAMAM DA DURUM ÖZTÜRK’ÜN DEDİĞİ GİBİ Mİ?

KUR’AN-IN BEYANLARI ALENEN VARKEN, İLİM ADAMLARININ GÖRÜŞÜ BURDA YORUMDAN ÖTEYE GİTMEZ!

Kur'ân-ı Kerim, belâğatı ile bir beşere ait olamayacak kadar harikulade bir kitaptır. Peygamberimizin vahiy gelinceye kadar söylediği hiçbir söz nedeniyle kendisine şair denilmediği halde Kur’an ile ortaya çıktığı zaman, şiirleri ve hatiplikleriyle ünlü şâir, edib ve söz ebelerinin acizliği ve aynı kişilerin hamasetleri ortadadır. Bilindiği gibi bu insanların bir çoğu Kur’an’ın muarızı idi.

O gün bu kafirlerin etmediği sözlerin alim sıfatı adı altında Dihlevi, Suyuti veya Mustafa Öztürkçe dile getirilmesi gerçekten üzücü bir durum.

MUSTAFA ÖZTÜRK HATA ETMİŞTİR.

Eğer Mustafa Öztürk ve örnek verdiği alimlerin dediği gibi bir an için Kur’an’ın lafzının Allah Resulüne ait olduğunu düşününüz. Emin olunuz ki fazla sürmez bir yıla içinde inkarcı olur çıkarsınız. Çünkü bu yolu açtığınızda her anlamını bilmediğiniz, her mantığınıza ters yerde Öztürk gibi, “Burada Allah böyle demedi ama peygamber galiba öyle anladı. Benim bildiğim peygamber böyle bir şey demez. Demişse de Allah demez…” gibi bir yola savruluruz ki bu bir sapıştır. Çünkü hangi bilgi ile bu tür bir yorumda bulunacağımız olayın bir başka boyutudur.

BU TÜR TARTIŞMALARIN KAYNAĞI, “KUR’AN’I MAHLUK GÖREN, MUTEZİLEDİR.”

Ehl-i sünnet’e göre kelâm nefiste bulunan bir mâna iken Kur’an’ı mahlûk gören Mu‘tezile’ye göre kelâm harfler ve işitilen sesler demek olan lafızdır.

Abdülkāhir el-Cürcânî, kadîm âlimlerin lafzı “mânanın sûreti ve şekli” anlamında kullandıklarını, bununla mecaz ve kinaye gibi ifade tarzlarını kastettiklerini, ancak daha sonraki lafızcı ekolün fesahati kelâmın sadece ses ve harfleri demek olan lafza indirgeyerek hataya düştüklerini ve kadîm âlimlerin maksadını anlamadıklarını ileri sürmüştür (Delâi’lü’l-i’câz).

Hz. Muhammed (a.s) için, "O cesedi ile değil de sadece rûhu ile peygamberdir" demek ne kadar yanlış ise, "Kur'an'ın sadece mânâsıyla Kur'an olduğunu iddia etmek de o kadar anlamsızdır." (İbn Teymiyye)

"Onu (senin kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize düşer. Sana Kur'an'ı okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu takip et." (Kıyâme, 17-18) ayetinde vurgulanan mana değil lafızdır/kıraattır.

"Nasihat ve her şeyin açıklamasına dâir ne varsa, hepsini Musa için levhalarda yazdık." (A'râf, 145) ayetinde görüldüğü gibi Musa (as) verilen levhalarda kendisine vahyin manadan öte lafız olarak vahyin yapıldığı anlatılmaktadır.

Mustafa Öztürk’ün benzeri ifadesini hatırlayacak olursanız, İbn Müğire "Bu Kur'an, insan sözünden başka bir şey değil" demesiyle birlikte Allah kendisini, "Ben onu sakar'a (Cehenneme) sokacağım" (Müddessir, 25-26) ikazıyla tehdit etmiştir.

"Şüphesiz O (Kur'an), değerli, güçlü ve Arş'ın Sahibi (Allah'ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrâil'in) getirdiği sözdür." (Tekvîr, 19-20.)

"Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, hiç şüphesiz O (Kur'an), çok şerefli bir elçinin (Peygamber'in) sözüdür. Ve O, bir şâir sözü değildir." (Hâkka, 69/38-48)

Bu iki ayete göre Kur’an’ın “Cebrail ve Hz. Peygamber’e” ait olduğunu söylemek abesle iştigal etmektir. Elçinin sözü, onu gönderenin sözüdür. Ayetlerin anlamı açıktır ki her iki elçide sadece tebliğde aracıdır.

"Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz." (Müzzemmil, 5) ayeti ile yukarıdaki ayetler birlikte düşünüldüğünde burada Allah, ayetlerin manadan öte lafzen vahyedeceğini belirtmektedir.

Kur’an’ın anlam olarak Allah’a söz dizimi olarak Resule ait olduğunu iddia edenler “Kur’an’a abdestsiz dokunulamaz” diyenlerin delili olarak ileri sürdükleri “Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.” (Vakıa, 79) ayetiyle çelişkiye düşerler. Malum “abdestsiz Kur’an’a dokunulabilir” iddiasında olanlar bu ayeti, “Burada kastedilen bizim şu an okuduğumuz Kur’an değil levhi mahfuzda korunan Kur’an’dır” deyip, Kur’an’ın Allah katında lafız ve manasının korunduğunu ve öylece peygambere nazil olduğunu iddia etmişlerdi.

Arapçayı hiç bilmeyen bir kimsenin önüne dahi koysanız Kur’an’ın veciz uslubu ile Peygamberimizden rivayet edilen hadislerin arasındaki farklılığı göreceklerdir. Herkes bilir ki Kur’an, anlamından öte hitap şekli / lafzı ile de bir ayettir/belgedir/delildir/mucizedir.

Dönenin şairleri hatırlanacak olursa Peygamberimizin sözlerine değil, Kur’an ayetlerinden hareketle, “Bu bir sihirdir, bu bir şiirdir…” gibi iftiralarda bulunmakla “Kur’an’ın anlamına değil lafzen söylenişindeki olağanüstülüğe” dikkat çekerek acizliklerini ortaya koymuşlardır.

“Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!” (Tur, 34)

Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın.” (Yunus, 38)

"Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyle ise siz de onun benzeri on uydurulmuş (dahi olsa) sure getiriniz. (Hatta) eğer doğru iseniz, Allah'dan başka çağırabildiklerinizi de çağırınız." (Hud, 13)

"Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin ki, bu Kur'ân ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. O'ndan başka ilâh yoktur. Artık Müslüman oluyorsunuz, değil mi?" (Hud, 14)

"De ki: And olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka çıkıp yardım etseler de." (İsra, 88)

"Âyetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, "Ya (bize) bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir" dediler. De ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım." (Yunus, 15)

"Rabbinin kelimesi (Kur'an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." (En'am, 115)

Bu ayetler bağlamında olaya baktığımızda Kur’an’ın anlamı kadar lafzının da Allah tarafından nazil olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıda ki ayetlerin yanısıra, şu ayet bile Kur’an’ın anlam ve lafzı ile Allah katından nazil olduğunu ispata yeter. "Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz." (Bakara, 23)

Bu görüşte olanlara şunu sormak gerekir: Peygamberimiz, bu kadar güzel lafız dizimi meydana getirebiliyordu ise vahiyden önce şair ve edip olarak neden gündeme gelmemiştir?”

Kur’an lafzen peygambere ait olamayacak kadar edebi bir kitaptır. Şu an Arapça dil ve kaidelerinin Kur’an merkezli olarak ortaya konulduğu, tashih edildiği ve hala en modern Arapça’nın Kur’an olduğu bilinmelidir.

Öztürk’ün bu görüşünü çürüten diğer bir konuda Kur’an’ın nazil olduğu lehçelerdir. Kur’an 7 Kıraat üzere nazil olmuştur. Bu konuda yer yer sahabe tartışmış peygamberin hakemliğine başvurulmuş, Allah Resulü kendilerine, “Kur’an öyle de, öyle de nazil oldu” şeklinde farklı lehçeler ile nazil olduğunu kendisinin buna müdahil olmadığını belirtmiştir.