Bugün günlerden Arafat. Hacı adaylar Arafat’ta buluşuyorlar. Hz. Adem ile Hz. Havva’nın buluştukları yer. Orada tüm dünyadan gelen insanlar var. Hepsi de iman sahibi ve belli bir zenginliğe sahip kişiler.

Keşke orada tüm dünyadan gelen İslam alimleri bir araya gelip, bir bildiri yayınlasalar her sene. Sadece Müslümanlara yönelik değil, alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak bütün insanlığa. Ve tüm dünya Müslümanları da o çağrıya uysalar. Tüm dünya orada yayınlanacak beyannameye odaklansa.

Müslümanlar ülkeler, topluluklar arasında yapılacak önemli anlaşmalar Akabede yapılsa, Cenneti satın alacağımız akitler yapsak, ahidlerde bulunsak. O kuruluşların yeni yıl beyannamelerini okusak, dinlesek. Mekke’de her vakit namazını İslam dünyasından gelen alimler kıldırsalar. Onların öğütlerini dinlesek.. Tavaftan çıkınca sergiler gezsek, konferanslar dinlesek. Müslüman ülkelerden gelen örgüt temsilcilerinin standlarını ziyaret etsek.

Mekke dönüşü Medine’de kitap fuarları düzenlense, İslam ülkeleri Medreselerin konferansları olsa, ilim, sanat, edebiyat medeniyet temelli çalışmalar sergilense. Milletlerarası ödüller verilse. İnsani yardım örgütleri vakıflar bir araya gelseler. İnsanlığın, Müslümanların temel meseleleri müzakere edilse. Adalet, Barış, toplum hayatı, aile, gençlik, uyuşturucu, çevre konuları, gıda sağlık, yoksulluk gibi konular ele alınıp müzakere edilse.. İnsani yardım kuruluşları bir araya gelseler.

Cidde’yi de katmak gerek bu işe. Mesela orada Ticaret Fuarları düzenlenebilir. Hacca gelenler ne ürettilerse onları getirip tanıtabilir. Ticari anlaşmalar yapılır. Tüm dünyadan gelen Müslüman SİAD’ların zirvesi yapılsa, Teknoloji fuarları olsa..

İslam ülkelerindeki tüm bakanlıkların konularına göre, Mekke, Medine, Cidde de buluşmaları düzenlenebilir. Tüm Uluslararası örgütlerin burada çalıştayları olmalı. Mesela Zekat ve insani yardım konusu burada karara bağlanmalı. Birçok yarışmaların ödülleri burada, Medine de sahiplerine verilebilir. Belki Hac sırasında açıklanacak bazı kararlar için belli grublar haftalar öncesi buralara gelip, o çalışmalarını tamamlayabilirler. Mesela sadece Media konusunda bile Haber Ajansları , Radyo, Televizyon, internet mediası, Gazeciler, Dergiler belli bir zaman aralığında burada gelip çalışabilirler.

Ama tabii bugünkü vize düzeni, altyapı, konaklama imkanları, maliyetlerle olmaz. Daha ülkemizden deniz yolu, demiryolu ile Hac ve Umre mümkün değil. Dileyen Motosikletle, bisikletle, hatta atla da gidebilmeli. Gidiş-dönüşte çok özel farklı güzergahlardan bu hac ve umre yapılabilir. Hicaz bölgesinin güvenliği ve sosyal hizmetleri gönüllük esasına göre bu anlamda yeniden dizayn edilmeli. Ama maalesef bu konularda İslam dünyasında ne İlahiyatların, ne Diyanet teşkilatlarının ne de Cemaat denilen organizasyonların bir çalışması yok.

Aslında bu işi sadece Hac aylarına sıkıştırmamak gerek. Ülkelerden gelecek temsilciler, mesela önemli kongrelerini Mekke, Medine ya da Cidde’de yapabilirler. Burada alınan kararları bu kutsal beldelerde alıp bu işi bir ibadete dönüştürebilirler. Kongre öncesi ve sonrası yapılacak tavaflar konuyu manevi bir sorumluluğa dönüştürebilirler. Bugün bu bir hayal, çünkü bugünkü Müslümanların, siyaset, toplum ve sermaye sahipleri olarak “Müslümanlıkları” Gazze’de test edildi ve sonuç ortada.

Allah’ın evi olan Mekke-i Mükerreme’deki Kabe-i Muazzama / Hamrem-i şerif, Medine-i Münevvere’deki Ravza-i Mudahhara ve Cidde, daha doğrusu Saud ve Şeyh aşiretinin hakimiyetinde (!?). Olması gereken ise, mukaddes beldelerin hakim’i olunmaz, hadim’i olunur. Bu konuda şimdilik orada İslam’ın hükmünde den önce o aşiretlerin sözü geçerli. Bütün Müslümanların ortak değeri olan bir mekan bir-iki ailenin mülkü olarak gasbedilmiş durumda.

Gasbedilen sadece Kudüs ve Mescid-i Aksa değil, tüm Hicaz bölgesi işgal altında. Aslında da Sadece Mescid-i Aksa değil, Kudüs ve Tur-u Sina da, biri İsrailin ötekisi Mısır hükümetinin işgali altında. Arz-ı Mevud Coğrafyası konusundaki lâ-kaydlığı da burada not etmek gerek. Halilurrahman’ı “Kültür Park” mantığı ile işleten akılla bu işleri hal yoluna koymak pek mümkün değil.

Arz-ı Mev’ud coğrafyasında ihtirama sahip bir çok mekan var, ama kimin umurunda. Bu işi en çok Museviler sahipleniyor. Onlar işi Hazara’ya, Karay’a kadar uzatıyor, hatta Babil Sürgünün bile peşini bırakmıyorlar. Müslümanlar her şeyi siyasilerden bekliyorlar, onlarsa uluslararası sistemin dümen suyunda gidiyorlar.

Kudüs ün bu mekanlar içinde ayrı ve özel bir yeri var. Hz. Ömer’in Kudüs beyannamesi aslında orasının çerçevesini çizmiş. Orada 3 dinin mensupları buluşuyor. Kudüs bu anlamda Milletlerarası sorunların konuşulabileceği ortak bir mekan. Mekke ve Medine Beynel Müslimin’dir, Kudüs ise beynelmileldir. Ehli Kitap topluluklarla buluşma noktasıdır. Bu konuda İstanbul’un ayrı bir yeri var. İstanbulKıbleteyn noktası”dır. Aynı zamanda “Dünyanın sıfır noktası”dır. Yani, İstanbul, Kudüs, Mekke aynı hat üzerindedir. İstanbul ve Ayasofya Kudüs’e nazire olarak yapılmıştır. Bu 3 Mescid yapılacak toplantıların ön, hazırlık toplantıları İstanbul’da yapılabilir.

Aynı özelliğe sahip 3 şehir daha var. Şam, Urfa ve Hatay. Hz. Adem, Mekke’den ayrılınca Şam-ı Şerif’e geldi ve oradan Urfa’ya gitti ve oraya yerleşti. Şam ve Hatay Kudüs’ün kardeş şehirleridir. Aynı şekilde, Bağdat Şam’ın kardeş şehridir bir bakıma. Buna bir ek yapmak gerekirse orası da Kahire / Nil vadisi ve Tur-u Sina olurdu.

Bugünkü şehirler ve ülke sınırlarını unutun, tarihe bakın. Bugün arz-ı Mev’ud coğrafyasında kavmiyet davası ile Müslümanlar birbirinin kanını döküyor. Hicaz demiryolunu yaparken “Ruh-u Nebi incinmesin” diye raylara keçe koyup çekiç vuran Türklerin, Kürtlerin, Arabların çocukları bugün Arzı Mev’ud coğrafyasında birbirlerine kurşun sıkıp, tepelerine bomba yağdırıyorlar. Biz insanlığın bütüne taliptik, İngilizce “Parça” demek olan “PARTiler”in peşinden savrulup gittik. Mezhep ve tarikatlar dinin önüne geçti. Allah’ın emrine uymazsan haram, Resulullah'ın emrine uymazsan mekruh, ama birileri gibi düşünmez ve onlara itibar etmezsen dinden çıkıyorsun. Kitapta ifade edilen ve Resulullah'ın açıkladığı şekilde “Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmek” işte tam da budur. “Hani onlar size bir şey söylerler ve siz o şey üzerinden düşünmeden size söylenen sözü o şekilde kabul etmez mi idiniz, işte bu onları ilah ve Rab edinmek demektir”! Peki, liderlerine, örgütlerine “öl de öleyim, vur de vurayım, emret komutanım” diyenler bu durumda ne yapmış oluyorlar? Onun için diyorum ya, gelin yeniden Müslüman olalım. Dinimizi Allah’a has kılalım. İnsanları kendi parti, tarikat, cemaatımıza değil, Allah’a, resulüne, kitaba çağıralım.

Hani Müslümanlar kardeşti. Hani işlerimiz istişare ve şura ile idi. Hani ehliyet ve liyakat esas alınacaktı. Hani haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacaktık, zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Ne oldu?

Başımıza gelen Musibetlerin çoğu, sadece düşmanlarımızın gücünden kaynaklanmıyor. Onların gücü bizim zaafiyetimiz, onların cesareti bizim korkaklığımız kadar büyük. Onların zenginliği de bizim bu sebeplere ek tembellik ve yoksulluğumuz kadar büyük.

İslam dünyası paramparça oldu. Dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, vijdani kanaat, çıkara dayalı ihtilaflar sonucu tefrika denilen illet içimizi kemiriyor. Cahillik ve ahlaksızlık da öyle. Vehn denilen hastalık birliğimizin önündeki en büyük engel. Dünyayı çok seviyoruz ve ölümden çok korkuyoruz. Mal, servet, güç, şöhret ve iktidar sevdası gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır, kalplerimizi hissiz bıraktı. Dağıldık, zayıf düştük, sonuçta uluslararası sistemin elinde oyuncak olduk. Zaaflarımız zayıflığımızın sebebi oldu ve sonuç iktisaden, siyaseten ve toplum olarak çöktük. Ailemiz dağıldı, gençlerimiz başka vadilere savruldu.

Şimdi övünmeyi ve dövünmeyi bırakıp, itiraf etme, “inni küntü minezzalimiyn” deme ve tövbe etme zamanıdır. Şimdi her Müslümanın Gazze’li şehidlerin kanları ile yazdıkları Cihad ve Şehadet kitabından ders almaları gerekiyor. Gazze bu anlamda bizim için bir mektep olmalı.

Arafat’ın ruhaniyetinde Hac da var, Kurban da. Teslimiyet de var, Allah (cc)yolunda can feda etmek var. Şimdi, din ve devlet büyüklerini ve Allah’tan başka hiçbir şeyi ve kimseyi İlah ve Rab edinmeden, İslam’ı anlamak için yeniden, “Galu bela zamanı”ndaki “elestü bezmi”ne geri dönmemiz gerekiyor. Ahlakımızı ve muamelatımızı o akt ve ahd’e uydurmamız gerekiyor. Allah’ın kitabında bildirdiği, resulullah’ın onu bize öğrettiği ve yaşayışı ile örnek olduğu gibi bir iman’a ihtiyacımız var.

Böyle bir Arafatı görür müyüm, görmezmiyim bilmiyorum. Ama ben Arafatı kalbimde yaşıyorum. O benim, zaman ve mekan üstü sevgilim!. Benim bu hayalim, bir gün o gerçeğe annelik etsin diye yazıyorum bunları. Ve o günü bu anlamda ben bugünden yaşıyorum. Ölmeden önce ölmek gibi, görmeden önce görmek, yaşamadan önce de yaşamak gerek bu şekilde. Bu arada “Hac tavaf, Safa ve Merve arasında say, Şeytan taşlama ve Kurbanla birlikte Arafattır. Arafat buluşması olmadan Hac olmaz ve Arafat başlangıçtır. Hadi biz de yeni bir başlangıç yapalım ve bayramımız bayram olsun. “Arafat’ın ruhaniyeti”ne sığınalım da “Arafat’ın bereketi” bizi mübarek kılsın. Selam ve dua ile.