Siyaset, belli bir toplumda çatışma halinde olan düşüncelerin uzlaştırılması faaliyetidir.

Halk olarak ilk konuşmamız gereken şudur bence:

Hizmeti değil değerleri konuşarak gelenlere  kesinlikle geçit yok. !

Asıl amacı iyileştirmek olan siyaset neden bölen ve ayrıştıran bir hale dönüştü?

Bu soruyu ilk kendime sorduğumda aldığım cevap aslında çok basit  bir birey olarak ne istediğimi öncelikle ben haykırmadım ki .!

Dış politikada güvenliği ve barışı, iç politikada  refahı esas alması gereken siyaset sadece yapanların egoları ve iğrenç söylem dillerinin esareti altına girdi. Onlar çaldı onlar oynadı. Çalan ve oynayanlar istedikleri enstrümanları seçince bizler onların  kurgularına tabi olmaktan öteye geçemedik. Bize ait olanı konuşamayınca onların söylediklerini konuşur olduk.Her geçen gün daha kirli, daha karanlık ve anlaşılmaz hale gelen siyaset kültürüne mahkum hale geldik . Başka türlü bir siyaset, halktan yana, aydınlık, dürüst ve ilkeli bir siyaset mümkünken başta bunu bizler reddettik.

Türkiye’de her koşulda emekçilerin, yoksulların, emeklerinden başka serveti olmayanların çıkar ve haklarını gözeterek hareket eden bir siyaset mümkün değil midir?

Duygusal manipülasyonlardan  uzak bir siyasi duruş çok zor olmasa gerek. Patron veya para babalarıyla  hareket etmeyi bir kenara bırakıp meclis aritmetiginin ana gövdesini oluşturan kitleye dönük hayalden uzak gerçekci söylemlerin konuşulduğu  bir siyaset.

Halkın gözünün içine baka baka yalan söyleyenler, susmaya ya da yalan söylemeye devam ediyorlar.

Bir boşluğun içinde yuvarlanan bizler bizi biz eden değerlerden uzaklaştık. Konuşulmaması gerkenleri konuşan bireylere dönüştük .

Öfkeli insanlar olarak, birbirimize saldırma, yanımızdakini ısırma, arkamızdakine vurma, biraz ötemizdekini aşağı itme gibi asla yapıcı olmayan deşarj yöntemlerimini seçtik.  Toplumun bu derece negatifle yüklü olduğu zamanlarda, “günaydın” deseniz suç olabiliyor. “Ne demek günaydın? Gün kapkara görmüyor musun?!” diye bir cevap gelebiliyor. İşi gücü bırakıp “Konu nasıl buraya geldi ya?” diye düşünmeye başlamak bize zor gelir hale  dönüştü. Zaten bozuk olan toplum psikolojimiz bireysel yansımada delirme noktasına dönüştü. Akıl almaz bir hal esir aldı bizleri. Yaşam enerjimiz dibi boyladı.

Birbirimize yapabileceğimiz en büyük kötülük bu. Yapıcı olma amacını aşan, egosal tatmine dönüşen, önyargılı mı önyargılı, keskin öfkeli taarruzlar.

Sokağa yansıyan hal içler acısı.  Birbirine güveni yetirmiş aynı mahallenin sakinleri. İşin kötü tarafı ise bu ayrılık hali derinleşerek artıyor.

 Salgından daha vahim bir ruh hali.

Içine  kapanan  ve gittikçe asosyal bir hale  dönüşen bireyler yığını. Artık sokağa çıkamayan insanların evlere kapatılmış, evlere sığmayan dev öfkesi. Oysa biraz düşünsek, birlikte yol yürüdüğümüz, belki  elinden tutup kaldırdığımız kişi ailemizden biri, komşumuz veya iş arkadaşımız . Herkesin iyi-kötü kendince bir bildiği var tabii. Ama  aynı  coğrafyada  aynı kaderi yaşayan   ve yaşayacak olanlarız bizler. Aynı gökyüzüne bakan bizlerin birbirine olan öfkesi yıkıcılığa dönüşmüşse orada durup az nefes almak ve birazcık düşünmek zamanıdır.

Ne yapıyorum ben?

Evet ne yapıyorum ben demek zamanıdır.

 Aksi halde, siyasetin şu kirli kötülüğünden nasibimizi almış olabilir miyiz, diye düşünmek gerekir.  Cehalet demek, meşrulaştırmak olur.

Kendi içimizde birbirimizi susturmamayı, korkutmamayı terk edeceğiz.   Tartışmaksa sonuna kadar. İyi olan için yapıcı eleştiriler sunmak ve haketiğimizi istemek.  Ama eleştiriyi  aşağılamakla karıştıranlara cevap vermekten korkmayarak. Dayanışma, herkesin aynı şeyi düşünmesi demek değil. Dayanışma, bir tehlikeyi her şeye rağmen birlikte savuşturma refleksi. Özgürlük ve mücadele maskesi altında birbirine çelme takanlar, belki de en çok savuşturulması gereken tehlikeler, unutmayalım. Bu kişilerin amacı apaçık ki üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Gerçekten cesareti olan elini taşın altına sokar, fikrini de özgürce beyan eder.

Önümüzde bir yerel seçim süreci var.

Hep birlikte siyasi partilerden  asıl isteklerimizi talep edeceğiz. En çözümleyici cevabı veren kimse yaptıklarını baz alıp tavrımızı ortaya koyacağız.

 NE DİYECEĞİZ?

1.      Ulaşım,

2.      Su,

3.      Isınma,

4.      Temizlik,

5.      Liyakati esas alan işe alımları,

6.      Muhatap olmayı bilen ve egosuna yenik düşmemiş bürokratlar ile yol almaları,

7.      Denetimsiz marketler  ve pazarlara karşı önlemleri,

8.      Çevre temizliği

9.      Otopark sorunu,

10.   Yeşil alan ,

11.   Kentsel dönüşüm için net çözüm önerileri...

Şimdi  bu son kısmı okuyan biri kiralar diyecek. Kiralar belediyeyi  yönetmeye aday olan birinin değil doğrudan  iktidarın işi.!

Ne laiklik elden gidiyor ne de din.

Laiklik dediğimiz şeyin özünde akıl ve bilim, din ve vicdan özgürlüğü denen düşünceler hakim değil midir?  Ne kadar akla ve bilime uygun hareket ediyorum. Sormak gerekiyorsa eğer bu  soruyu herkes öncelikle kendine soracak.

Din ve vicdan özgürlüğü denilen ahlâkî duruşa ne kadar sahibim  sorusunu yine herkes öncelikle kendine sormalıdır.

Din ise sahibine aittir. İndiren korur hiç şüphesiz. 

Bana veya sana düşen ise kaynağına uygun yaşmak.

Kaynak nedir ?

KUR ‘AN ve SÜNNET-İ SENİYE.

Size düşmanınız dahi o emin diyorsa gerisi teferuaat.

Yalan siyasetlere, kirli siyaset yapanlara inanmayın .