Bir asıra yaklaşan ömrünü takva, tevazu, infak ve irşadla geçirerek gönüllerde yer kazanan Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi'nin vefatının üzerinden 38 sene geçti.

MAHMUD SAMİ RAMAZANOĞLU KİMDİR?

Es‘ad Efendi genç Sâmi  ile yakînen ilgilenir:

“–Evlâdım! Hastalık nerede ise tedâviye oradan başlamak icâb eder. En mühim uzvumuz kalp’tir... Bu sebeple, zâhirî nâfile ibadetlerden önce kalbimizi ihyâya başlayacağız. Kalp zikrine ehemmiyet vereceğiz!” der ve Sâmi Efendi için yeni bir hayat başlar.

Artık Sâmi Efendi, dergâhın genç bir hizmet eridir. Bahçe tanzimi, ayakkabıların tertibi, gelen ziyaretçilerin sıraya konulması, onlara yapılan ikramlar, Pîr Hazretleri’ne gelen mektuplara cevaplar, hep bu genç mürîdin uhdesindedir.

Dergâhta bulunan kadîm müridler bile ona hayran olurlar. Zira o çok az uyur, akşamları yatakları serer, herkesle beraber yatağına girer, insanlar uyuduktan sonra sessizce kalkar, yeniden abdest alır, seccâdesi üzerinde uzun müddet tesbih, tehlil, zikrullah ve tefekkürle meşgul olurdu. İmsaktan evvel, bahçeden odun getirip kazanı yakar; gusül ihtiyacı olanlar için sıcak suyun hazır olduğunu haber verirdi

Seyrüsülûkünü tamamlayınca Esad Erbîlî tarafından kendisine Nakşibendî hilâfeti verilmişti(söz konusu icâzet, Erbîlî’nin 1922’de ilk baskısı yapılan Mektûbât’ı içinde yer aldığına göre [134. mektup] bu tarihten önce verilmiş olmalıdır). Ardından Adana’ya yerleşen Mahmut Sami Efendi birkaç yıl sonra irşad faaliyetiyle meşgul olmaya başladı.

Tekkelerin kapatılması ve dönemin hassasiyeti sebebiyle faaliyetlerini daha ziyade özel sohbetler şeklinde sürdürdü. El emeğiyle çalışıp kazanmaya önem verdiği için bir ticarethanenin muhasebe defterlerini tutarak geçimini temin etti.

Sâmi Efendi, ticârî hayatın merkezi olan İstanbul’un Tahtakale semtinde bulunan bir işyerinde, bir taraftan muhâsebe ile meşgul oluyor, diğer taraftan da irşad hizmetine devam ediyordu.

Kendisini tanıyanlar Anadolu’dan kâh işleri için, kâh mânevî istifâde için gelip onu bu işyerinde ziyaret ediyor ve büyük değişiklik ve feyizlerle memleketlerine dönüyorlardı.

Sâmi Efendi Hazretleri de bu ziyaretleri karşılıksız bırakmıyor, müsâit olan ve taleb edilen şehirlere mukâbil ziyaretlerde bulunarak oralara ilim-irfan, takvâ ve hizmet tohumları ekiyordu. Zamanla İstanbul’da ve Anadolu’da, bilhassa ticaret ve sanayi erbâbından, esnaftan, ilim ehlinden, kendisine intisâb eden seçkin bir halka oluştu.

Sâmi Efendi, husûsî ve umûmî sohbetleriyle irşad hizmetlerine devam ediyordu. Günlük hayatı ise ya işiyle ya eser te’lifiyle ya ibadetle ya da sohbet ve hizmetle geçiyor, hiçbir nefesini boşa harcamıyordu.

1946 yılında hacca gitti. 1950’de Adana Ulucamii’nde vaaz vermeye başladı. 1951’de gittiği İstanbul’da iki yıl kaldı. 1953’te ikinci hac dönüşü Şam’a yerleşmeye karar verdi. Buradaki Türk öğrencilere Rûḥu’l-beyân ve Mektûbât gibi eserleri okutarak tasavvuf sohbetleri yaptı. Ertesi yıl Şam’a yerleşme kararından vazgeçip İstanbul’a döndü.

Erenköy’de Zihnipaşa Camii’nde vaaz verirken bir yandan da özel sohbetler yaparak irşad vazifesini sürdürdü. Bu dönemde de geçimini bir ticarethanenin muhasebe işlerinde çalışarak temin etti. 1979’da ailesiyle birlikte yerleştiği Medine’de 12 Şubat 1984’te vefat etti ve  Medine'de bulunan Cennetü’l-baki kabristanına defnedildi.