Birinci Dünya Savaşı ve öncesinde casusların mücadelesine sahne olan Osmanlı coğrafyasında elbette İngilizler başı çekmekteydi. Çünkü İslam'ın ezeli düşmanı İngiltere, dünya Müslümanlarının hamisi olan Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını ve Hilafetin ortadan kaldırılmasını dış politikasının birinci maddesi olarak belirlemişti. Bu yüzden savaştan çok önce misyoner ve casuslarını İslam Alemi'nin her köşesine göndererek hem istihbarat çalışması yapmış hem de ırk ve mezhep ayrılıklarını körükleyerek manevi çöküşü hızlandırmaya çalışmıştır. Arabistanlı Lawrens diye meşhur olan Thomas Edward Lawrence bunlardan sadece biridir. 

Şevki Yılmaz'dan '31 Mart sonrası' yazısı: Şayet ders aldıysak... Şevki Yılmaz'dan '31 Mart sonrası' yazısı: Şayet ders aldıysak...

"ŞARK MESELESİ"

Napolyon’un alt üst ettiği Avrupa’nın durumunu konuşmak üzere 1815’de toplanan Viyana Kongresi’nde, Rus delegeler ortaya yeni bir fikir atmışlardı. İlk defa kullanılan “Şark Meselesi” (The Eastern Question) tabiriyle, Osmanlı idaresinde yaşayan Hıristiyan ahalinin ve diğer azınlıkların haklarının korunması hedeflenmiş, ama daha sonraki yıllarda bu terimle Osmanlı’nın bütün topraklarının bölüşülmesi kastedilmeye başlanmıştı.

Batılı sömürgeci ülkeler, başta İngiltere, gelecekte yapılacak savaşlar ve muhtemel işgallerine hazırlık olması için yetişmiş casusları bütün İslam beldelerine gönderdiler. Bu şahıslar gittikleri bölgelerin stratejik haritalarını, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, tarihî eserlerini, kabilelerin hayat tarzlarını, inanç farklılıklarını hatta folklorik özelliklerini tespit ederek rapor hâline getirdiler. Bu faaliyetlerde öncelikle Hıristiyanlığı yaymayı kendilerine en önemli görev kabul eden misyonerlerden faydalanılmıştı. Sonra seyyah, kâşif, coğrafyacı, arkeolog, oryantalist, dil bilimci, diplomat ve araştırmacı kimliğiyle rahatça Müslümanlar arasına girip senelerce içlerinde kalmışlardı.


Bu gayeyle 19. Yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı coğrafyasında tam manasıyla “Casuslar Savaşı” başlamıştı. Çeşitli milletlerden casuslar, İslam Âleminin geniş topraklarında kendilerine bir alan seçip, hedefleri doğrultusunda istihbarat ve propaganda çalışmalarına girişmişlerdi. Özellikle İngiliz casusları, elçilik görevlisi, ilim adamı ve araştırmacı kimliğiyle dolaştıkları bölgelerde hem istihbarat toplamış, hem de yerli halkla kalıcı dostluklar kurarak ileride bundan faydalanmayı düşünmüşlerdi.

ABCFM VE MİSYONERLİK

Amerika’daki Williams Kolejinde okuyan beş gencin bir araya gelerek kurduğu “The Brethren” (Kardeşler) adlı cemiyet, kısa zamanda dünya misyonerliğinin merkezi hâline gelecek olan “The American Board of Comissioners for Foreign Missions” (ABCFM) teşkilatına dönüştü. 1812 yılında kurulan bu misyonerlik örgütü, başta Hindistan olmak üzere Osmanlı hakimiyetinde olan İslam beldelerine yetişmiş elemanlarını göndermeye başladı.

Cyrus Hamlin (1811-1900) adlı misyoner 1839’da İstanbul’a geldi. 1860’da Robert Kolej’in kuruluş çalışmalarını başlatan Hamlin, okulunu özellikle Fatih’in İstanbul’u fethederken yaptırdığı Rumeli Hisarı’na kurmak için gayret etti. Hatta yaptırdığı binanın duvarlarında bile hisarda kullanılan taşları seçti. Okulun arsasını ise dönme mason Ahmet Vefik Paşa sattı. Hamlin, 1863’ten 1876’ya kadar Robert Kolej’in müdürlüğünü yaptı.

İkinci önemli misyoner ise Elias Riggs (1810-1901) idi. Yine ABCFM tarafından 1832 yılında İstanbul’a gönderilen Riggs, 1901’e kadar Osmanlı coğrafyasında misyonerlik faaliyetlerine devam etmişti. Yirmi dil bilen ve Bulgarlar için yüzlerce kitabı tercüme edip bastıran Riggs, Yunan Bulgar sınırının tesbitinde hakem olarak görev aldı. Ailesiyle misyonerlik uğruna senelerce Anadolu’yu dolaştı. İstanbul’da ölünce, Feriköy Protestan Mezarlığı’na gömüldü.

KAHİRE ARAP BÜROSU

20. Yüzyılın başında ise istihbarat örgütlerinin fonksiyonu daha çok askerî ve stratejik alana kaymıştı. Haber alma ve düşmanın haber almasını engelleme dışında, propaganda, örgütleme, kışkırtma, isyana teşvik, hatta gerilla çalışmaları ön plana çıkmıştı. Bunun en tipik örnekleri Kahire’deki İngiliz Karargâhı’nda kurulan “Arap Bürosu”na bağlı casusların faaliyetiydi. Intelligence Service bağlı olarak 1916’da Kahire’de kurulan “Arap Bürosu” Ortadoğu ve Hindistan’ı içine alan geniş bir faaliyet sahasına sahipti. Birinci Dünya Savaşı’nın tanınmış casuslarının hemen hepsi bu Arap Bürosu’na doğrudan veya dolaylı olarak bağlıydılar. Genellikle arkeolog, seyyah, uzman, gazeteci, elçilik görevlisi, misyoner kimliğiyle Ortadoğu’da girmedikleri bölge, tanımadıkları aşiret bırakmayan bu istihbaratçılar verilen görevleri fazlasıyla yerine getirmişlerdi.

İlginç olan nokta ise, bu casusların çoğunun soylu ve zengin ailelere mensup, çok iyi eğitim almış, kendini ülkesine ve ideolojisine adamış kişiler olmasıydı. Mesela Gertrude Bell hem zengin ve asil bir aileye mensup, hem de Oxford birincisiydi. Bu casusların çoğu Türkçe ve Arapça’yı iyi konuşuyor, Binbaşı Noel gibi bazıları Kürtçe’nin birçok lehçesini biliyordu.


Şerif Hüseyin’le yazışmaları yürüten Henry McMahon Kahire Yüksek Komiseri idi. General Clayton’ın İstihbarat Ofisi’ne bağlı olan Arap Bürosu’nun yöneticiliğine David Hogart getirildi. Bu büro George Lloyd, Leonard Wooley, Ronald Storrs, Philip Graves, Gertrude Bell, Lawrence ve Aubrey Herbert gibi alanında uzman kişilerin katılımıyla çok etkili hâle geldi. Kahire Savoy Otelinde faaliyetlerini yürüten Arap Bürosu, Haziran 1916’dan itibaren istihbarat raporlarını haftalık The Arab Bulletin adıyla yayınlamaya başladı. Yüz sayıdan fazla çıkan bu bültenin yayını, 1920 yılında Büronun kapanmasıyla sona erdi.

Thomas Edward Lawrence (1888-1935)

İngiltere’nin Kuzey Galler bölgesinde doğdu. Dört erkek kardeşi olan Lawrence, Oxford’da okula başladı ve üniversiteye kadar geldi. Okulda ayağı kırıldığı için evde yatarken tarihi kitaplar okumaya başladı. Haçlı Seferleri ve Araplarla ilgili okuduğu kitaplar, onu bu bölgeleri görmeye yöneltti. Böylece ilk gezisini Suriye, Ürdün ve Beyrut’a yaptı. Burada Arapçasını epeyce ilerletti.

1909 yılında gittiği Ortadoğu bölgesinde beş yıl kaldı. Anadolu, Suriye, Ürdün ve Mısır’da edindiği tecrübeler, savaş yıllarında İngiltere adına Araplar arasındaki casusluk hayatının temeli oldu. Arapça, İslam inancı ve bölge insanının adetlerini çok iyi öğrendi. 1910 yılında İstanbul’a gelen Lawrence, Pera’daki İngiliz sefaretindeki Gizli İşler Servisine gitti. Burada George Aston’un yetiştirdiği ve “İngiliz örümceği” adı verilen ortadoğu uzmanı ajanlar tarafından kendisine 15 gün kurs verildi. Aldığı ilk ders şöyleydi: “Bir şeyi yıkmanın en iyi yolu, o şeyi iyi bilmektir.”

1914’te Londra’da Savaş Bakanlığı’nda görev alan Lawrence, Osmanlı Devletinin savaşa girmesiyle Aralık ayında Kahire’ye gelerek İngiliz istihbaratında çalışmaya başladı. Daha sonra kurulan Arap Bürosu adlı gizli serviste çalıştı. Özellikle Şerif Hüseyin ve oğullarının Osmanlıya ve Halifeye isyan ederek İngilizlerin yanında yer alması için ikna çalışmalarına başladı. Şu sözler onun yapmaya çalıştığı casusluk faaliyetlerini özetliyordu: “Görev, Türkiye’ye karşı bir Arap isyanını tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım. Böylece kendimi bir çeşit yabancı sahne üzerinde, balo giysisi içinde, acayip bir dilde, gece ve gündüz aktörlük yapan birisi olarak görüyorum ve rolümü iyi oynamadığım takdirde, başımı kaybedebileceğimi anlıyorum.” 

1916'da Savaş Bakanı Lord Kitchener’in talimatıyla Kahire’deki Sir Henry McMahon Şerif Hüseyin’le yazışmalara başladı. Lawrence ise oğlu Abdullah ile samimiyet kurarak bir an önce isyanı başlatmaları ve İngilizlere destek olmaları için çalıştı. Lawrence, daha önce Babil harabeleri kazı çalışmalarında tanıştığı Gertrude Bell ile 1916 yılında Kahire Arap Bürosunda yeniden karşılaştı. Onun bölge hakkındaki geniş bilgi ve tecrübesinden çok istifade etti.

Lawrence bir başka casus Aubrey Herbert ile birlikte1916 yılı Nisan ayında Osmanlı Ordusu tarafından Kut’ül Amare’de kuşatılan İngilizlere yardıma gitti. Maksatları yüksek bir para karşılığında General Townsend ve 13 bin askerini kurtarmaktı. Fakat Halil Paşa, teklif edilen önce bir milyon, sonra iki milyon sterlini reddederek onları geri gönderdi. Büyük Arabistan Krallığı ve Halifelik vaadlerine kanan Şerif Hüseyin, 9 Haziran 1916 tarihinde isyan bayrağını açınca, Lawrence de oğulları Abdullah, Ali ve Zeyd’le görüşmek üzere Arabistan’a gitti. Daha sonra Medine’yi kuşatan Emir Faysal’ı ziyaret ederek, Fahreddin Paşa’nın teslim olması için planlar yaptı. İstanbul’dan asker, cephane ve erzak yardımı gelmemesi için Hicaz Demiryolu bağlantısının kesilmesi gerekiyordu. Bu yüzden bizzat bedevilerin başında demiryoluna yapılan sabotaj faaliyetlerine katıldı.

Lawrence kendisinin de katıldığı harekâtla Temmuz 1917’de Kızıldeniz’in kuzeyindeki Akabe’nin işgal edilmesi üzerine Yarbaylığa terfi etti. General Allenby Kahire’ye ilk geldiği günlerde, adını ve şöhretini çok duyduğu Lawrence ile görüşmek istedi. İstihbarat amiri General Clayton aracılığıyla Lawrence ve General Allenby bir araya geldiler. Uzun boylu, iri yapılı, mağrur generalle, 1.60 cm. boyunda ufak tefek, ciddiyetten uzak bu adamın görüşmesi çok komik oldu. Allenby önceleri fazla önem vermediği bu casusun anlattıklarını dinleyip, gösterdiği haritalara bakınca düşüncesini değiştirdi ve ciddileşti. Lawrence, isyana katılacak aşiretlere verilmek üzere silah, malzeme ve 200 bin altın istiyordu. Görüşmenin sonunda Allenby destek sözü verdi.

Lawrence 1918 yılında yapılan Nablus Muharebesi’nden sonra, Mondros imzalanmadan Londra’ya döndü. İngiliz Kralı’nın vereceği şövalyelik, nişan ve sir unvanını kabul etmedi. Arapları sahte vaadlerle aldattıklarını söyleyerek, onlara dürüst davranılacağı güne kadar mücadelesini sürdüreceğini açıkladı. 1919’da ordudan emekli olduktan sonra barış görüşmelerine katılarak, Arapların kendi yönetimlerini oluşturma fikrini savundu. Uğradığı hayal kırıklığını da "Seven Pillars of Wisdom" (Hikmetin Yedi Sütunu) adlı eserinde yazdı. Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın Irak kralı olmasında önemli rolü oldu. Geçirdiği bir motosiklet kazasında öldü.

Gertrude Margaret Lowthian Bell (1868-1926)

İngiltere’nin Durham şehrinde zengin ve aristokrat bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Dedesi parlamento üyeliği, babası ise Belediye başkanlığı yapmıştı. Oxford’dan birincilikle mezun olduktan sonra 1892 yılında Tahran’da büyükelçi olan amcasının yanına gitti. Arapçanın yanı sıra Farsçayı öğrendi. Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Türkçe de biliyordu. 

1899 yılında ilk defa gittiği Kudüs, onun fikirlerinde çok büyük değişikliğe yol açtı. Bundan sonra çöllerde seyahat yaptı ve Arap emir ve şeyhleriyle samimiyet kurdu. 12 yıl boyunca Arabistan, Suriye, Irak ve Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesine altı defa seyahat yaptı. Bedeviler ona “Çölün kraliçesi” ismini verdiler. 1909’da Karkamış’ta (Gaziantep) yaptığı arkeolojik kazılarda Hitit Dönemi’ne ait önemli keşiflerde bulundu. 1913 yılında tanıştığı Binbaşı Charles Doughty Wylie ile nişanlandı. Fakat evli olan Binbaşı Charles, 1915 yılında Çanakkale Savaşları’nda öldü. Bell bu yüzden hiç evlenmedi. Türklerden nefret ederek kendini tamamen Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve yerine Arap devletlerinin kurulmasına adadı.

Bell, daha sonra Babil’deki kazı ve keşif çalışmalarında Lawrence ile tanışarak ona tecrübelerinden önemli bilgiler aktardı. Arkeolojik çalışmaları esnasında, ileride İngiliz ordusunun işine yarayacak coğrafi, askerî ve stratejik bilgiler topladı. Savaş başlayınca, 1915 yılının Kasım ayında Kahire İngiliz ordugahında kurulan Arap Bürosu’nda General Gilbert Clayton’un emrinde çalışmaya başladı. Burada yine Lawrence ile karşılaştı ve bir müddet onunla birlikte çalıştı. Ayrıca Jonh Philby ile tanışarak ona da tecrübelerini aktardı.

Gertrude Bell, 1916 yılı Mart ayında Bağdat’a taarruz etmeyi planlayan İngilizlerin baş siyasi sorumlusu Percy Cox’a yardım etmek üzere Basra’ya geldi. Daha önce arkeoloji çalışmaları bahanesiyle bölge hakkında edindiği coğrafi bilgiler sayesinde askerî harekât için gereken haritaları çizdi. Bell, 11 Mart 1917’de İngilizlerin Bağdat’ı işgalinden sonra burada kalarak Percy Cox’un yardımcılığını yaptı. Mondros’tan sonra Ortadoğu coğrafyasının şekillenmesinde, hatta devletlerin sınırlarının çizilmesinde önemli rolü olan Bell, Mart 1921’de katıldığı Londra Konferansı’nda Emir Faysal’ın Irak Kralı olmasını destekledi. Hatta Irak’ın bayrağını bile kendisi çizdi. Mark Sykes’in hazırladığı Şerif Hüseyin’in bayrağındaki üçgenin içine yedi köşeli iki yıldız koyarak Irak bayrağını hazırladı.

Ömrünün kalan kısmını Bağdat’ta geçirerek, Körfez Savaşı’nda Amerika tarafından yağmalanan Irak Müzesi’nin kurulması için çalıştı. Üvey kardeşinin ölümü ve yalnızlığının verdiği psikolojik sıkıntılar sonucu aşırı dozda uyku hapı içerek intihar etti. Törenle Bağdat’taki İngiliz mezarlığına gömüldü.

Bu iki İngiliz casusun dışında birçok istihbarat elemanı Ortadoğu'da faaliyet gösterdi. Geçen yazımda bahsettiğim "Kürt Lawrence" lakaplı Binbaşı Noel, çölde binlerce kilometre yol kat eden ve sonunda Araplar arasındaki bir çatışmada ölen Irvine Shakespear, Musul'da çok önemli görevler ifa eden Leachman, Şeyh Abdullah adını alarak İbni Suud'un yıllarca danışmanlığını yapan John Philby, Yemen'de Şeyh Mansur lakabıyla Müslümanları isyana teşvik eden Wyman Bury ilk akla gelen önemli casuslardan bir kaçıdır.

Aubrey Herbert ise, tek başına bir istihbarat örgütü gibi çalışmış, girmediği kılık kalmamış, çok önemli kişilerle dostluk kurmuş farklı bir şahsiyettir. "İngiliz Derviş" lakabıyla tanınan bu casus ancak ayrı bir yazıyla anlatılabilir.