Dallas çekilip yayımlandığı ABD’de bile büyük bir kamuoyu tepkisi ile karşılaşmıştı diye yazmıştık daha önce. İzlanda’da toplumun %10’unun katıldığı bir sivil toplum kuruluşuyla şiddet ve cinsellik içerikli televizyon yayınlarına müdahale edildiğini de yazmıştık.

Bu örnekleri önemsiyorum… Bir başka benzer örneği ise Almanya’da yaşayan okurumuz Yücel Turan’ın katkılarıyla sizlerle paylaşmak istiyorum. Turan, “Ruhr Nachrichten”adlı gazetede İmre Grimm adlı yazarın bir makalesini bizim için çevirmiş ve göndermiş.

Makale, geçtiğimiz hafta ülkemizde de kutlanan ve her geçen yıl artan katılımla toplumsal tabanı genişleyen şu tuhaf ve hatta gülünç “Cadılar Bayramı” ile ilgili. Daha doğrusu bu bayramın Alman kültürü üzerindeki olumsuz etkisi ve bayramın arkasındaki endüstri ile ilgili…

Yani kültürel muhalefet, klasik geleneğin korunması her yerde karşımıza çıkabiliyor. Hatta çoğu zaman bizdekinden de daha güçlü bir şekilde…

“1991 yılı Alman eğlence sanayisi için çok kötü bir yıl idi. Körfezde savaş vardı, Köln karnavalı iptal edilmişti ve saçmalıklar sektörü de gelirlerinin % 75’ini kaybetmişti. Peki ne yapılmalıydı? Alman Karnavalistler ve Oyuncak Sanayisi Derneği’nin bir fikri vardı: ‘Almanya’ya Cadılar Bayramını getirmek! İzin sezonu ile Yılbaşı (daha doğrusu Christmas (ingl.), Weihnachten (alm.), yani İsa Mesih’in Doğum Gecesi tebrikleşme ve ayini 24/ 25 Aralık) alışverişleri arası her türlü krize dayanıklı yeni bir tüketim bahanesi ihdas etmenin tam vakti idi.”

İbn haldun’un Mukaddime ’sinden biliyoruz ki bir üst yapı kurumu olan kültür her zaman, alt yapı kurumu olan ekonomi ve onun amaçları tarafından belirleniyor.

İmre’nin Almanya için çizdiği çerçeve de tastamam böyle. Körfez savaşından dolayı kriz geçiren oyuncak sektörü krizden çıkış yolu olarak Cadılar Bayramı’nı kurguluyor. Bu bayram Almanların kutsal Christmas kutlamalarından sonra en büyük ikinci kutlama haline geliyor.

İmre yazısının devamında, neredeyse 30 yıl sonra bugün, “tüketim kanının oluk oluk aktığını” söylüyor.

Biz de ne zaman modern hurafelere karşı örf adet sözleri zikredilse Avrupa’yı örnek gösterenlere nispetle şunları aktarıyor: “İkinci Karnavalımız en azından gençler arasında tam olarak yerleşti. Ama Halloween yani Cadılar Bayramıyla sadece kabak değil, aynı zamanda örf ve adetlerimiz de oyuluyor. Diğer ülkelere nazaran Hristiyanlığın daha müessir olduğu Almanya ve Polonya gibi ülkeler uzun zaman bu sihirbazlığa çok direndiler. Ama piyasanın gücü imanımızdan daha kuvvetli idi.”

Kültür endüstrisi ile ilgili yapılmış en güzel tasvirlerden biri bu, bence! Bu mücadelenin sonucunu tayin eden faktör, endüstrinin gücüne karşılık, toplumun- varsa -özgün kültürünün mukavemet kapasitesidir. Besbelli ki Almanya’da ve diğer toplumlarda yaşanan çözülme bu kapasitenin yozlaşması ile ilgilidir. Bu kapasite yozlaşmış yahut yok olmuşsa, tıpkı bizde olduğu gibi, toplum tüm ruhuyla kültür endüstrisine teslim oluyor.

Nedenini de şöyle açıklıyor İmre:  Kelt mitodolojisi ve İrlanda Katolikliği saçmalığından müteşekkil ruh çağırma ayini (Cadılar Bayramını kastediyor) küresel kültürü, dinî günlerimizi ele geçirip sırf tüketime indirgeyen bu abartılı kostümlenme, bağırarak – çağırarak

dans etmeye karşı bizim eski Aziz Martin ilahilerimizin hiç şansı yok!”

Kapsayıcılığı, buyurganlığı ve dönüştürücü gücüyle totaliter bir din olan popüler kültür dindarlarına büyük eğlence vadediyor yeni ritüeliyle. TV ve internet propagandasıyla eğlence müptelası haline gelen toplum da eğlence vaadine karşı direnemiyor. Bırakın direnmeyi, bu modern hurafeler piyasaya sürülür sürülmez ona doğru büyük bir çekim hissediyor. Kültür endüstrisinin rengarenk ve çılgınca eğlence ritüellerine karşı dinin huşu ve tevazu içeren ayinlerinin, telkinlerinin tesiri kalmıyor tabii.

İmre bu durumu “Hristiyanlığın toplumdan soyutlanması” olarak okuyor. Cadılar Bayramı gibi bayramların asıl zaferlerinin dine karşı olduğunun altını çiziyor.

Görüldüğü üzere kültür endüstrisinin toplumları zihinsel olarak dümdüz eden tasallutuna karşı muhalefet daima, şuradan ya da buradan değil, dini bir kaygıdan sökün ediyor. Çünkü kültür endüstrisi bedeni ve ruhu esir almak istiyor, dinse özgürleştirmek… Bu anlamda, yani ahlaki bağımsızlık/tutarlılık anlamında din, insanların sığınabileceği yegane siper bu savaşta. Fakat dindarlık yalnızca ibadetlere hasredildiği ve hemen hemen tüm toplumlarda en çok zedelenen ve en çok itibar kaybeden müesseselerden biri olduğu için, meselenin insan ahlakıyla ve ahlaki direnişle iç içe geçmiş boyutu ıskalanıyor. Türkiye’de başımıza gelen de aşağı yukarı böyle bir şey. Dinin/Ahlakın temsilcileri ve sembolleriyle vicdanlarda yaşadığı prestij kaybı, onu güncelliğin içinde konuşamaz, konuşsa da dikkate alınmaz hale getirdi. Bu nedenle tek muhalefet cephesi de tabiri caizse çökmüş yahut endüstri tarafından işgal edilmiş oldu. Hüküm süren sessizlik, bu cephenin gözler önündeki işgalinden kaynaklanıyor.

Bu saydığımız örnekler, “Batı’nın ahlaksızlığı”  ile ilgili toptancı yaklaşımlara kuşku ile bakmanın yararını da ortaya koyuyor. Anlaşılacağı gibi her toplumda akıllı ve vicdanlı insanlar, kendi kültürlerini üzerinde ittifak edilmiş insani değerler etrafında korumak ve yaşatmaya gayret gösteriyorlar.

Bu gayret biz de de gösterilmeli. Çünkü “Cadılar Bayramı” kutlamaları kreşlere kadar girmiş durumda. bir on yıl sonra meselenin nerelere varacağını öngörmek kolay. Nedeni tahmin etmekse basit… Çocuğunuzun şimdiye kadar içinde “cadı” geçen kaç masal dinlediğini, kaç görkemli ve sarhoş edici Disney filmi izlediğini düşünün. Bırakın çocuğunuzu, kendi kayıtsızlığınızın nedenini bile burada bulabilirsiniz bence!