Ya Rab! Beni bana bırakma, beni nefsimle baş başa bırakma! Ben yanıldığımda beni uyaracak dostlardan mahrum etme bırakma beni ve ben Hakk’ın rızası üzerine uyarıldığımda, uyarıyı anlayanlar ve uyarıyı dikkate alanlardan eyle. Benim nefsimi, başkalarının heva ve heveslerinin yönlendirdiği nefislerinin yoldaşı yapma. 

Şüphesiz, ibadetin cemaatle olanı makbuldür, günahın kerih işlerin ise topluca olanı aynı şekilde tehlikelidir. Onun için en yaygın olanından sigara ikram etmeyin, faydasız işlerden olan ve sakınmamız gereken şeylerden olan malayani şeyleri, oyunları terk edelim ve onları topluca yapanlardan biri olmayalım. 

Görevimiz onları uyarmaktır çünkü!

Hayır da Şer de Allah’ın iradesi içinde. Şeytan da O’nun iradesi içinde. Bu işlerde O’nun rızasının dışında çıkıldığında o şey, icabında dua ile istenen belaya dönüşür.

Resulullah’ın bize öğrettiği gibi, ne kendi nefsime güvenirim, ne de bir başkasının. Ben şöyleyim, ben Müslümanlardanım bana “benim liderime, örgütüme, kanaat önderime güven gerisini merak etme sen!” demesin. Zaten diyenlere de inanmıyorum ve güvenmiyorum. 

İstişareye evet, şuaraya evet, öğüt vermeye ve almaya evet, ama ötesine hayır. Kadere, rızka ve ecele hükmeden yalnız Allah’tır. 

Peygamberler bile “göklerin hazinesinin anahtarı benim ellerimdedir, göklerin ordularının komutası benim ellerimdedir demiyorum” derken, kalplerden geçeni ve geleceği bilenin tek Allah ve O’nun bildirdikleri dışında bilen yokken bu harikaları kendinden menkul kişiler ne yapıyorlar ve kim bunlara nasıl inanıyor ve güveniyor? “İnni küntü minezzalimiyn / Muhakkak ki, biz zalimlerden olduk” diyen kimdi. “Din ve devlet büyüklerini ilah ve rab edinmememiz gerektiği” söylenmedi mi bize.

Evet, hepsinin mükemmel olması aklın muktezası, bir de çevresel faktörler ile birlikte imtihan boyutu var işin. İşin manevi açıdan bizi ilgilendiren yönü rıza boyutu var. Ondan sonra Allah’a tevekkül edecek ve O’nun hükmüne razı olacağız. 

Sonuç ne olursa olsun, namaz vakti geldiğinde Allahuekber diye başlayacak, Sübhanallah ve Elhamdülillah diyeceğiz. 

Biz nerede yanlış yaptık deyip, kendi nefsimizi sorgulayıp, o günahtan elde ettiğimiz ne varsa sahiplerine iade etmeden ve tövbe etmeden bağışlanacak da değiliz. 

İman ettik” ya da “Tövbe ettik” demekle hemencecik bağışlanacak ve cennete girdiriliverecek de değiliz. Kötü söz ve işlerden uzaklaşacağız, kötü söz ve işler yapanlardan da uzaklaşacak ve onları yanımızdan uzaklaştıracağız. 

Kaderimizden başka kaderimiz yok. Kimse kaderimizi değiştiremez. Rızkımızdan az ya da çok yiyecek de değiliz, ecelimizden önce ya da sonra ölecek de.  Bunu bereketlendirecek olan O’nun rızasına dayalı takdiri ya da bir imtihan vesilesidir. Çünkü bu iki sebeple Allah, mallarımızı, canlarımızı ve sevdiklerimizi kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. 

Unutmayalım ki, Allah, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Hayır murat etmiş olabilir. 

Biz bilmeyiz Allah bilir. 

Dua ederken, dikkat edin, dua ile belanızı istemeyin. Allah’a çözüm dayatmayın ve O’nu kendi heva ve heveslerinin istikametinde haşa iknaya çalışmayınız. 

Evet, “dualarımız olmasaydı ne işe yarardık”, ama o yaptığımız dua değil. Hayırlı olanı dileyin. 

Allah’ın hükmüne razı olun. Hamdedin, sabredin, şükredin. Zaten günde 40 defa Fatiha okumuyor muyuz!

Allah; Şeytanı Hz. İbrahim’e ve ailesine gönderdi. Onlar Allah’ın rızasını seçtiler. Allah da onlara güç verdi, onlar Şeytanı taşladı. 

Allah bizim ellerimize zalimleri cezalandırmak, mazlumlara yardım etmek ister. 

Hz. İbrahim ve ailesine şeref bahşetti. Bizim başımıza da zalimleri musallat ettiğinde, ya Allah onlar eliyle, bizi bu sapkınlığımız sebebi ile cezalandırmak istemektedir, ya da rızaya yönelirsek, bize yardım ederek, bizim ellerimizle o zalimleri cezalandırmak istemektedir. 

Bu bir imtihandır. Siz o güç ve iktidarı, serveti, kendi ve çevrenizdekilerin heva, heves, arzu ve ihtirasları için kullanırsanız, Allah’ın gazabı ve cezası gün gelir sizi bulur. İşte dünya hayatı böyle bir şey.. Evet, sonuçta biz kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Asıl değişmesi gereken biziz. 

Unutmayalım ki, Allah, cahil ve zalim bir topluluğa, müstekbirler, mürtefinler, inkarcılar topluluğuna yardım etmez. Belki onları birbirinin başına musallat eder de, onların yeryüzünü fesada uğratmasına izin vermez, masum bebekler, yalnız ve zayıf kalmış insanların duasının bereketi ile eğer iman ettik diyen güç ve servet sahipleri Allah’ın ipini bırakmışlarsa.

Kim ihtirasla bir şey isterse, bilsin ki, o ya o şeyden mahrum kalacak, ya da o şey her ne ise, iş, eş, servet, güç, o şey onun imtihanı olacaktır. 

Bu siyaset, iktisat, sosyal ve aile hayatı için de böyledir. Sakın ola hiç kimse gelecek için vaatte bulunmasın. “Bu yönde çalışacağım” desin. 

Sonucu tayin eden yalnız Allah’tır. 

Bu işler sadece baştakinin kararı ile değil, toplumun liyakati ve imtihanın şartlarına göredir. Allah’ın koyduğu kural böyle. Daha doğrusu işin evveli, ahiri, zahiri batını onun iradesi içindedir. Bize düşen her ahval ve şartta O’nun rızasını aramaktır. 

O kıtlıkla imtihan edecekse, ya da insanlar azıttı ise, gök suyunu tutar kuraklık olur. Allah hükmünde muhayyerdir. Ortağı da yoktur. O “ol” der ve o olur. 

Dilerse ateş yakmaz, su boğmaz. Ebabil kuşları Fil ordularını yener. O zaman içinde zaman yaratandır. Kimse kimseye kendi, aklı, irade ve imkânı, gücü dışında şarta bağlı bir vaat dışında taahhütte bulunmasın. Siyasilerin bu anlamda bol keseden vaatlerine inanmasın.

Siyaset vekâlet müessesesidir, velayet değil. Allah’a ve resulüne sadakatten sapmamış, yetkisini sizden alan ve size hesap veren biridir “sizden olan”. Ona itaat edin, bu ahdine sadık kaldığı sürece. Zira zaten masiyette itaat yoktur! 

Zor bir zamandan geçiyoruz, yarın nelere gebe olduğunu bilmiyorum. Şimdiden her zaman geçerli kuralları hatırlatmak istedim. Selam ve dua ile.