Bir dönem TRT-1’ de sunduğu “Küçük Şeyler” adlı programıyla meşhur olan Prof. Dr. Üstün Dökmen Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenlenen bir programa konuşmacı olarak katılmış.

Dökmen programda şunları söylemiş: "Nasıl bir pilot sarhoş olmamalı, bir Hristiyan psikolog haç takmamalı ise; bir Rehberlik Öğretmeni de başörtülü olmaz!, meslek icra edilirken İnşallah, Maşallah, Hayırlısıyla gibi cümleler sarf edilmemelidir!"

Hitler iktidarında, Alman şehirlerindeki pek çok kafede, “Buraya Yahudiler Giremez!” şeklinde pankartlar asılıymış. Nasyonal Sosyalist doktrin insanları etnik aidiyetleri üzerinden ayrıştırıyor bir tarafı methederken diğer tarafı lanetliyormuş. Kaynaklar böyle anlatıyor… Hatta bunun parodisini yapan Charlie Chaplin’in Büyük Diktatör filminde harika bir replik vardır. Orduyu esmer askerlerden temizlemek isteyen Heinkel (Adolf Hitler): Subaylarımız ne kadar da esmer, önce Yahudilerden sonra da esmerlerden kurtalacağız ve mavi gözlü, sarışın bir ordu kuracağız. ”der. Dökmen’in sözleri de düşünce ve inanç üzerinde sergilenen bu tip bir faşizmin göstergesi.

Bu faşizmin türevlerini özellikle 28 Şubat sürecinde gördük ve yaşadık.Başörtülü olmayanlardan rehber öğretmen olmaz demek ne kadar budalacaysa Dökmen’in sözleri de o kadar budalaca! Sadece düşmanlıktan doğan, zerrece zeka, vicdan barındırmayan ve Üstün Dökmen’in kalitesini ortaya koyan sözler bunlar…

Şu kadar tecrübeden sonra artık bu ülkede başörtüsü üzerinden bir faşizme kesinlikle izin verilmeyeceğini söylememe gerek yok sanırım.

Fakat konunun başka bir yönü var…         

Dökmen İl Milli Eğitim Müdürlüğünün davetlisi olarak katılıyor bu programa. Muhtemelen salonu dolduran öğretmenler ve idareciler arasında başörtülü olanlar da vardı. Bu kadar düşmanlık kokan bir konuşma yalnızca başörtülülerin değil herkesin tepkisini çekmiş olmalıydı. Ne bir öğretmenden de de bir idareciden Dökmen’e bir tepki gelmiş. Aksine o sözlerin üzerine kendisine bir de plaket sunulmuş. Hatta güzel günü kalıcı kılmak için İl Milli Eğitim müdürü de dahil olmak üzere bir de hatıra fotoğrafı çektirilmiş.

Böyle olunca mı makbul oluyor anlayamıyorum.

Başımdan geçen bir olayı anlatayım…

Geçtiğimiz yıl yine Milli Eğitimin öğretmenlere yönelik hazırladığı bir eğitim programında “İbn Haldun ve Eğitim Anlayışı” üzerine bir seminer verilmesi söz konusuydu. Benimle temasa geçilmişti. Milli Eğitim müdürü de bildiğim kadarıyla ilahiyat kökenli biri idi. Program yeri, günü ve saati belirlenmişti. Fakat yeni akit yazarı olduğum anlaşılınca tarafıma bilgi verme nezaketi bile göstermeden programı iptal etmişlerdi. Programın iptal edildiğini ancak ben Müdürlüğü arayınca öğrenebilmiştim. Yeni akitten biri ile yan yana gelmeyi, aynı fotoğraf karesinde bulunmayı istememişlerdi anlaşılan. Aynı Milli Eğitim, Hürriyet’ten bir yazara aynı kabalığı yapamazdı sanıyorum. Üstün Dökmen’e hiçbir tepki göstermeyip üstüne plaket vermelerine bakılırsa…

O “Beka” Hangi Beka?

Bir gazetenin neredeyse dört yazarı, aynı gün, başlığında “Beka” geçen yazılar yayınlamışlar.  

Ne anlattıklarını, neyi ima ettiklerini, ne yapmaya çalıştıklarını gayet iyi bildiğim halde yine de göz attım yazılanlara.

Sürekli “Beka… Beka” diyerek bütün sorunları ABD, Almanya gibi “dış güçlere” bağlıyor, yıllardır süregelen politikaların sancılarına gözlerine kapıyor ve sandıkta nereye oy vermemeleri gerektiğini ihtar ediyorlardı vatandaşa. Kendileri gibi düşünmeyenlere aba altından sopa gösteriyorlardı bir bakıma. Mantıkları tutarsız, tavırları itici, imaları inciticiydi…

Oysa sokaktaki “beka” algısı, bu yazarların ki gibi uzak değil, çok yakın bir tehditle ilgili.

Bilmiyorum o yazar arkadaşlar farkındalar mı ama ülkede hayat inanılmaz derece pahalı.

İnsanlar faturalarını, kiralarını nasıl ödeyeceklerini düşünüyorlar.

Bu ülkenin büyük bir kısmı yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve yarın endişesi taşıyor.

İnsanlar daha ne kadar süreceğini bilmeden üç kuruş tasarruf ederim düşüncesiyle tanzim kuyruklarında bekliyorlar.

Firmalar çalışanlarının maaşlarını ödemekte zorlanıyorken kimi çalışanlar her an işlerini kaybetme belirsizliği ile çalışıyorlar. Pek çok firmada işten çıkarmalar artarak devam ediyor. Müesseseler kapanıyor. Hacizler, icralar artıyor.  

Gençler parasızlıktan evlenemiyorlar.

Üniversite mezunları, işsiz, parasız ve dahası gelecekten ümitsizler.

Gençlerin ümitsizliğinden daha öldürücü ne olabilir ki?

Eğitim gibi bir kurum, nereye gittiğini eğitimcilerin bile bilmedikleri kayıp bir gemiye dönüşmüş durumda.

Adalet, Cumhurbaşkanının bile kararlarına “saygı duymadığı” bir müessese uzun süredir.

O kadar ki insanlar mahkemelerden umudu kestikleri için kendi adaletlerini kendi elleriyle sağlamaya başladılar. Gazetelerin 3. Sayfaları, haber bültenleri adalet arayanların kanlı girişimleriyle dolu.

6284 ile evlilikler erkeğin ve çocuğun köleleştirildiği bir yapıya dönüştürüldü.

Vergiler ağırlaştı, acımasızlaştı.

Fakat gelir adaletsizliği ve devletten zenginleşmenin meydana getirdiği öfke arttı. 

“Dikey mimariden”, yanlış planlamadan şehirlerde adım atacak, nefes alacak, insanca yaşayacak çok az yer kaldı.

****

Sokaktaki insan, sokaktaki genç işte yukarıda çizdiğimiz bu tabloya bakıyor ve giderek bulanıklaşan, karanlıklaşan bir gelecek silueti görüyor karşısında.

Türbanlı Anneler ve Seküler Kızları adlı yazıda şöyle demiştik: “Böyle gittiği takdirde üç kuşak sonra ortada inanç, kültür namına hiç bir şey kalmayacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek yok. 16 yıldır bir kültür politikamız yok maalesef. Türk kültürü kitaplar ve müzelerde sergilenecek yakın gelecekte. “Şehvet, para, iktidar, haz” propagandası yapan popüler kültür kendinden başka her inancı, her kültürü son direğine kadar yıkacak. Sadece çocuklarımızın cinsel kimliklerini değil, rüyalarımızı bile çalacak…Kitleleri hazzın “kulu” haline getirecek.”

Şayet “Beka” yani bu topraklardaki varoluşumuza dair problemler konuşulacaksa, hayatı yaşanmaz kılan ekonomik, adli etkenler ve alıntıladığımız bölümdeki kültürel sorunlar olmadan konuşulamaz…

Bunların hiçbirinin yok bu maaşı kabarık arkadaşların köşelerinde…

Sokaktaki insanın gördüğünü o arkadaşların görmesi mümkün değil çünkü onlar sokakta değiller.

Onların halk diye bir dertleri yok.

Siyasetin memnuniyetini kazanmak ve gerçekleri örtbas etmek için kaleme alıyorlar yazılarını.

Gazeteleri satmadığı, köşeleri okunmadığı halde küçük iktidarlarını garantileyen sisteme diyetlerini ödüyorlar bu tehdit dolu yazılarıyla.

Bu yüzden halkın acil gündemi olan pahalılık, adalet, yoksulluktan bahsetmeyip sürekli “Beka” diyorlar.

VİCDAN HAREKETİ

Suriye hapishanelerinde 7000’den fazla kadın ve çocuk yıllardır korkunç işkenceler ve tecavüzlerin gölgesinde yaşıyorlar. Bu, insanlık ve özelikle Müslümanlar için büyük bir utanç… Vicdan Hareketi bu tutsakların özgürlüklerine kavuşabilmesi için takdir edilecek bir hareket başlattı. Hareket zulmün dünya kamuoyunun gündemine girebilmesi için yeterli sayıda imza toplamayı amaçlıyor. Bugün saat 14:30’da Sultanahmet Meydanında bu zulmü dünyaya duyurmak amacıyla bir gösteri düzenlenecek. Gösteriler onlarca ülkede de sürecek. Ta ki zulüm duyulana, anlaşılana kadar.