“Bekleyin inananlar, bahar gelecek bahar”. Ne zaman derseniz, her güçlükten sonra bir kolaylık vardır. Her karanlık gecenin nurlu bir sabahı vardır. Gecenin en karanlık anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. O aydınlık sabah ne zaman derseniz, “kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın”.

Şartlar, o zaman, gizemli bir kurtarıcıyı beklemiyor, sizin kendi hakkınızdaki hükmünüzü değiştirmenizi bekliyor. Onun zamanı sizin liyakatınızda gizli. Karanlığa küfretmekle karanlık gitmeyecek. Bir mum yakarsanız karanlığın yok olduğunu göreceksiniz. Karanlık diye bir şey yok. Karanlık aydınlığın yokluğudur. Işık gelince karanlık gider, karanlık gidince ışık gelmez!

“Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”.

Maalesef, biz bugün bu iman, duygu, düşünce, sorumluluk, dürüstlük, akıl, idrak ve cesaretten çok uzaklardayız. Üzgünüm! Onun için ve ‘içimizdeki, kendilerini ‘ıslah ediciler’ olarak gören bozguncuların / beyinsizlerin işledikleri yüzünden bu kriz derinleşerek yayılmaya devam edecek. Çünkü Allah cahillere ve zalimlere, fasıklara ve müfsitlere, münafıklara, dünya hayatını oyun ve eğlence sanan mütrefinlere ve müstekbirlere yardım etmeyecek, hatta onların işleri sarp dağlara sardıracak! Size şah damarınızdan daha yakın olan ve her yaptığınızı gören, duyan bilen Allah bizi böyle uyarıyor. Ve kitabında mealen diyor ki, “İşte âhiret yurdu! Onu yeryüzünde haksız üstünlük kurmak ve bozgunculuk çıkarmak istemeyenler için hazırlamış bulunuyoruz. İyi son, Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır.” (Kasas 83). Evet, onlar mahzun olmayacaklar! Ama ya ötekiler, o kul hakkı yiyip de, yetim hakkını gözetmeyenler, yeryüzünde kibirle yürüyenler, iltimas, torpil, rüşvet, hırsızlık, gasp yolu ile servet sahibi ve makam sahibi olanlar, zina yapanlar, içki içenler, yalan söyleyenler, ölçü ve tartılarda hile yapanlar, kumar oynayanlar, dünyayı bir oyun ve eğlence yeri sananlar, zalimlerden yana olanlar ve haksızlıklar karşısında susanlar yok mu vay onların haline.

Bugüne bakıp, umutsuzluğa kapılmayalım. Bu günler de geçecek. Mekerallahu! Onların bir planı varsa, Allah’ın da bir hükmü var. Onlar okyanus kenarından kumdan saraylar, kaleler yapan çocuklar gibidir. Sonra bir dalga gelir, onları siler süpürür. Ve sonra yine bozulur. Yine düzelir. Ama son gülen iyi güler. Bu dünyada evet, bu dünyayı kazanmak anlamında son kazanacak(!?) olan olacak, ama kazandıkları onlara fayda vermeyecek. Her şeye sahip olduklarını sandıkları gün, bütün musibetler onları bulacak. Ölmek isteyip ölemeyecekleri bir gün var. Öldükten sonra da cehennem ateşini görünce, dönmek isteyip de dönemeyecekleri bir yer olacak dünya onlar için.

Onların kazandıkları(!?) dünyada kainatın sahibi Rabbe şükürler olsun ki, biz olmayacağız. Biz uykuya dalar gibi, o “imanı elde tutmanın ateşi elde tutmak kadar zor olduğu bir zamanda” “Azrail’in alnından öptüğü kişiler”den isek eğer, bu acılar dünyasından, kalıcı olarak yerleşeceğimiz ahiret yurduna göç edeceğiz. Evet, şunu unutmayalım: Biz ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Yaşadığımız zaman ise “fitne zamanı” genel anlamda, gelecek günler geçen günlerden kolay olmayacak. Zalimlere onlardan korkarak ya da onlardan himaye ve yardım bekleyerek yaklaşmayın, sonra onları yakacak ateş, size de dokunur. Haksızlıklar karşısında susanlardan olursanız, “dilsiz şeytanlar” kategorisinde yazılır adınız. Gelecek günler geçen günleri aratacak derken, zaman, mekân, kişi, topluluklar arasında Allah imkânları kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecek. Göreceli iyileşmeler, kötüleşmeler hep devam edecek.

Bu iyileşme ve kötüleşmeyi, daha çok dünyevi imkânlar ve fırsatlar ile ilgili söylüyorum. Yoksa her zaman ve her yerde azizler ve müfsidler olacaktır. Ve aziz olan Allah izzet sahibi kullarını her zaman görüp, gözetecek ve onları koruyacaktır. Onlar netice olan asla mahzun olmayacaklar.

Piyasaya bakıyorum, siyasete, medyaya, sivil topluma, neredeyse hemen herkes ötekinin yokluğunda, zaafında kendine varlık arıyor. Kıskançlık, dedikodu, ihtiras, iftira, kibir kol geziyor. Allah bunlara yardım etmez. Bunlar kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar. Dua ile belalarını istiyorlar. Onların kazandıkları hiçbir şey, makam, para, itibar onlara hayır sağlamayacak. Şeytan onları kandırıyor. Rivayeti kendilerinden menkul “iyi niyetleri” şeytanın bir hilesi olmasın sakın. “Şeytanın hilesinden başka bir şey değil. Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” denmedi mi bize. Unutmayalım ki, “Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağıdır”. “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.”

Geldik, gidiyoruz işte. Yaşadığımız zamanın ve mekânın adil şahidleri olalım. Allah’ın ipine tutunalım. O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olalım. Haksızlıklar karşısında susanlardan olmayalım. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olalım. Zalim yakınımız da, dindaşımız da, kavmimizden de olsa, partimizden de olsa; mazlum düşmanımız da olsa. Bunu başarabilecek miyiz! Troller, rakiplerini yok etmek için savaşırken, işte bu imanı yok etmek için de savaşıyorlar. Hani din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmeyecektik. Onları mutlaklaştırmayacaktık. Hani tefrikaya düşmeyecektik. Unutmayın “Tefrika girmeden bir millete, düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” Hani bizi öldürmeye gelenler bizde dirilecekti. Taif’e giden peygamberin ayak izlerinden yürüyecektik. Nefsimizle savaşacak, başkalarının kalplerini fethetmek için, güzel söz ve hikmetle onları Hakk’a ve hayra çağıracaktık. İnsanların ayıplarını araştırıp, onları rezil etmek için yollar aramayacaktık. Adil şahidler, uyarıcılar, güzel örnek ve davetçiler olacaktık. Neyse işte halimiz bu. İtiraf edelim ki, “biz zalimlerden olduk” ve şimdi tövbe zamanıdır. Dualarınızı Allah’a ulaşması için elinizi, dilinizi, kalbinizi ve elbisenizi temizleyin, yüzünüzü Allah’a dönün ve tövbe edin! Kurtuluşa erenlerden olmak istiyorsanız “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol”. Yol bu yol. Selam ve dua ile.