1-Carl Schmitt, imzasını gördüğüm her kitabı ve yazıyı özenle okuduğum Batılı mütefekkirlerden biridir.

Schmitt’in Vakıfbank Kültür Yayınları (Vb.) arasından, Gültekin Yıldızçevirisiyle, Kara ve Deniz: Bir Dünya Tarihi İncelemesi adıyla çıkan risale hacminedeki kitabını da aynı özenle okudum.

Çevirmenini özellikle zikredişimin nedeni, çeviri kokusunun çok az sindiği, deyim yerindeyse telif gibi bir metni okumanın verdiği rahatlıktır.

Daha önce yayımlandığını bildiğim ama edinme imkanı bulamadığım mezkur kitabın, siyaset ve hukuk teorisyenliğiyle ünlenen ama bana göre bu vasıflarından önce mütefekkirlik vasfını hak eden Schmitt cihetinden değerini, çevirmeni şu cümleleriyle ne güzel izah etmiş:

“Carl Schmitt’in bu metni de, onun içinde yaşadığı çağın bir çocuğu, yani kadim tabirle bir ibnu’l-vakt olduğu kadar, çağının ruhunu anlayıp ona sahip olmaya çalışan bir ebu’l-vakt olarak tavsifine de cevaz verir mahiyettedir. Schmitt bir akademisyen, bir filozoftur; ama evvelemirde derdi olan, kasdı olan bir insandır. Onun Katolikliği, Almanlığı, 1930’larda savunduğu siyasî fikirleri, elbette tarihî Schmitt suretinin inkâr edilemez hassalarıdır. Ancak Schmitt’in ‘keşfederek muhafaz’ etmeye çalıştığı şey, o hiç eskimeyip devrederek kadim olandır. Onun metinlerini kendi malı kılmak için okuyucusunda bulunması gereken en önemli vasıf da bizece budur: İnsanlığa dair kadim olanı keşf ve muhafaza etmek.”

Fazla söze ne hacet! Schmitt’in Vb. mühürlü Kara ve Deniz’i, aklî fenere ihtiyaç duyanlarca okunmayı bekliyor.

2-Tamam, Ketebe’nin mutfağında yer alıyor olmam nedeniyle itiraf ediyorum, Simone Weil’den Orkun Elmacıgil çevirisiyle yayımladığımız Allah Aşkı Üzerine Düzensiz Düşünceler’de, tashihten değil, basımı öncesi son okumadaki dikkatsizlikten kaynaklanan kimi dil yanlışları vardı. Ama Weil’in de Ketebe tarafından yayımlanması sayesinde Türkçe’de görünürlüğe çıkma şansına eriştiğini kimse inkar edemez.

Yoksa, bir yayınevi tarafından Yerçekimi ve Tanrı’nın Lütfu adıyla 1999 yılında yayımlanan kitabının (çev.: M. Mukadder Yakupoğlu) bu kezYerçekimi ve İnayet adıyla Doğubatı Yayınları arasından apar toparçıkartılmasının izahını yapmak zorlaşacaktır.

Ayrıca Monokl’dan tanıdığımız Murat Erşen çevirisiyle Vb. yayınları arasından Kasım 2018’de yayımlanan Kişi ve Kutsal adlı Weil kitabı da, emsallerine göre medya gücüne, dolayısıyla reklam ve duyuru imkanına daha fazla sahip bulunan Ketebe tarafından aynı adla (ve yine Orkun Elmacıgil’in güzel çevirisiyle) Şubat 2019’da yayımlandığında ancak fark edilir hale geldi.

Bunları söylemekle yayıncılık rekabetini körüklemiyorum, kaldı ki körüklesem de normaldir, çünkü yayın piyasının Ketebe, Vb. ve Doğubatı gibi üç iyi yayınevinin ortak faydaya baliğ olan bir gayretinden söz etmiş oluyorum.

Weil’in nitelikli okurun ilgisini peşinen hak ettiği ise önemli gerçektir. Bu hakedişi gerekçelendirmek bakımından Weil’in şu cümlesini alıntılamakla yetinip, dikkatli okuru onun adlarını zikrettiğim kitaplarına yönlendireceğim:

“Hakikat ile bedbahtlık arasında tabii bir ittifak vardır, zira ikisi de sessiz bir çağrı halinde ve ebedî olarak, sükût içinde bizim önümüzde durmaya mecbur edilmişlerdir.”

3-İslam’ın bir sanat nazariyatı vardır ancak Batı sanatı karşısında el oğuşturarak sanat yapmaya çalışan modern zaman Müslümanlarının bir sanat nazariyatı yoktur.

Bu iddialı cümleyi neye güvenerek kurduğuma gelince:

Özellikle Türkiye Yazma Eserler Kurumu tarafından yayımlanan Kelam’a dair kitaplara (klasik metinlerimize) yaslanarak ileri sürüyorum bu iddiayı.

Lakin İslam sanatına mahsus nazariyatı layıkıyla görebilmek için, onları yüksünmeksizin okumak ve hatta bu sayede ilgili bilgileri özel bir gayretle tematik olarak bir araya getirerek yeniden değerlendirmek gerekmektedir.

Din’in (şeriat’ın) kendisi sanatla ilgilenmez, ancak Din’in (İslam’ın) ürettiği zihniyet sanatı da mesele edinir. Söz konusu zihniyetin düşünmeyi düşünme minvalinde, daha teknik bir ifadeyle algının fenomenolojisine mahsus tefekkür edişte yapılandığı ise malumdur.

Bu bağlamda, Türkiye Yazma Eserler Kurumuna göre daha sessiz ve daha iddiasız bir yayın faaliyeti yürüten Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) 2017 yılında çıkan bir kitabını hatırlatmak istiyorum.

Şemseddin Semerkandî’nin es-Sahâifü’l-İlâhiyye adlı kitabı.

Ramazan Biçer tarafından çevrilen bu değerli kitabın, TÜBA Başkanı kardeşim Ahmet Cevat Acar’ın riyasetinde okurla buluşmasından ayrıca memnuniyet duyduğumu ifade etmeliyim.

Algının fenomenolojisi demiştim. Fenomenolojinin en has klasik verimlerinin İslam alimleri tarafından okudukça hayranlık uyandıran bir mükemmelikle nasıl ortaya koyulduğunu görmek isteyenlerin ihmal edemeyecekleri önemli kitaplardan biridir, es-Sahâifü’l-İlâhiyye.