Berna Moran Kimdir, Neler Yapmıştır?

Berna Moran, edebiyat dünyasında çığır açan Türk edebiyat adamı.  Dedesi Ali Kâmi Akyüz, İsmail Safa ile şair Ahmet Vefa’nın kardeşi, romancı Peyami Safa’nın amcasıdır.  Eğitim hayatına İngiliz High School’da başladı, Robert Koleji ve Darüşşafaka Lisesinde okudu, İstanbul Işık Lisesi'ni bitirdi. 1941’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. 1945’te, üniversiteyi bitirdiği yıl kendi bölümüne asistan oldu. Doktorasını üniversitesindeki yetkin edebiyatçılardan Prof. Dr. Halide Edip Adıvar ile  “John Donne ve Dinî Cephesi’nin Tekâmülü” konulu teziyle (1950) tamamladı. Ford Vakfından bir yıllık bursla Cambridge Üniversitesinde (1950-51) doçentlik çalışması yaptı. 1952’de İngiliz Filolojisi Bölümünde asistan olan Tatyana Hanım ile evlendi.

TATYANA MORAN

Tatyana Moran 1910 yılında Kırım, Kerç’te doğdu. Oldukça varlıklı ve siyasi açıdan aktif bir aileden geliyordu. Babası büyük bir Tolstoy hayranı olduğu için kızlarına onun romanlarından isimler koymuştu. Tatyana, Tolstoy’un en küçük torunudur. Moran, İstanbul’da Notre Dame de Sion’da öğrenimini gerçekleştirdi. Buradaki eğitim hayatı süresince içlerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızının da bulunduğu birçok önemli dost edindi.  Kurtuluş Savaşı esnasında babası askerlerin ekmek ihtiyacının karşılanması adına Atatürk’ün verdiği özel bir görevle Lüleburgaz’a yolcu oldu.

Zor dönemler geçiren Moran bir süre yatılı okudu. Yazar üniversitede Ahmet Hamdi Tanpınar’la tanıştı. Önceleri hoca-öğrenci ilişkisi olan bu tanışıklık zamanla uzun süre devam edecek olan bir dostluğa dönüştü. Moran, Tanpınar’ın yazarlık deneyiminin gelişimini birebir takip etti. Tanpınar’ın onun aracılığıyla bulduğu Narmanlı’daki dairesi ressamların, şairlerin ve yazarların uğrak yeri oldu. Ahmet Hamdi Moranların nikâhında Berna Moran’ın şahidi olarak bulundu. Daha sonra beraber İngiltere’de seyahat etti. Bu yakın dostluk Tanpınar’ın vefatına kadar devam etti.

Eşi Berna Moran 1993’te vefat etti. Sonrasında emekliliğini kitap okuyarak geçiren Tatyana Moran arkadaşlarının ısrarıyla anılarını kaleme almaya başladı. Kendi tabiriyle geçmişe dönük yaşamayan Moran’ın Dün, Bugün gazetesinde yazdığı şu cümleler belki de onu özetlemek için oldukça uygundur:

“Nihayet iyi kötü şu satırları yazdım ve yazarken öldüğünü sandığım geçmişim birden canlanıp önüme dikildi. O zaman anladım ki geçmişin ölümü yok, çünkü geçmiş bugünün parçasıdır. Ve ben, 90 yaşında bir kadın, hala Marusya’nın peri masallarını anlattığı ve siyaset dersleri verdiği küçük Tanya’yım.”

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli akademisyenlerinden olan Moran’ın hayatının arka planında Dünya ve Türkiye tarihini okumak mümkündür. Rus Devrimi, II. Dünya Savaşı, Türkiye’de Demokrat Parti dönemi, 6-7 Eylül Olayları, 1970’te İstanbul Üniversitesi’nde patlayan bomba, 1 Mayıs 1977’de Taksim’de yaşananlar gibi birçok olayın şahidi olmuş, hemen her yönüyle dolu bir hayat yaşamış ve 21 Mayıs 2007'de aramızdan ayrılmıştır.

1960’lı yıllarda, Batı kuram ve yöntem bilgilerini Türk edebiyatı­na uyguladığı eleştirilerini yayımlamaya başladı. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış adlı üç ciltlik kitabında toplanacak olan eleştiri yazılarının birçoğunu, Yeni Ufuklar, Yeni Dergi, Birikim, Çağdaş Eleştiri, Yeni Düşün, Gösteri, Adam Sanat, Çağdaş Türk Dili dergi­lerinde yayımlattı. Metne özgü, içsel öğeleri çözümleyici, nesnel, eleştirel ve bilimsel bir bakış açısı getirdi. Yaptığı çözümlemelerde, bir roman hakkında eleştirel bir bakışla ne söylenebilecekse, onlar mevcuttur. Zengin ve kuşatıcı eleştirel neticelere ulaştı.

Romanın kurgusu, anlam zeminleri, olay örgüsü, romanın konusu, hangi eleştirel yöntemlerle ele alınmayı gerektiriyorsa, ona uygun olan eleştiri yöntemini uyguladı. Bu anlamda kendini yöntemle sınırlamadı. Onun kendine münhasır yöntemi, uzun ve titiz bir çalışma, sağlam bir değerlendirme, sunuşta senteze ulaşma olarak özetlenebilir. Eleştirisinde en baştan beri Batı edebiyatındaki başarılı roman tekniklerinin Türk edebiyatındaki romancıların kitaplarına nasıl ayna tuttuğunu göstermeyi önemsedi.

berna moran 2

1993’te karaciğer kanserinden hayata veda etti, Karaca Ahmet Mezarlığı’na defnedildi. Mina Urgan, “Bir Dinozorun Anıları” isimli anı kitabında, Moran’ın ölümü ile annesinin ölümünü böyle özdeşleştirmiştir:

Berna Moran, yakında öleceğini bile bile, eşi ve arkadaşlarını üzmemek için, o vahşi kanser tedavilerine, hiç yakınmadan, aylarca sabırla katlanmıştı.

Ama ölümüne sadece birkaç saat kalmışken, böyle işkence edilmesine dayanmak çok zor geldi bana.

Berna’nın öldüğü gün peşlerinden koşup Cerrahpaşa’nın koridorlarında yakalayamadığım bu genç hekimlerden biriyle konuştum daha sonraları. Bir hastanın kendi evinde rahat ölebileceğini; ama hastanelerde son dakikaya kadar böyle davranmak zorunda kaldıklarını bana açıkladı. Annemin hastanede değil de kendi evinde ölmesine şükrettim o zaman. İleride uzun uzun anlatacağım annem Şefika gençliğinde verem geçirdiği için, bir ciğeri sönüktü. Sağlam kalan öteki ciğeriyle seksen iki yaşına kadar, yani benim şimdiki yaşıma kadar yaşamıştı. Bedeni tükenmiş, ama aklı tamamıyla başındaydı. Derken, her zaman oturduğu koltukta Fransızca bir roman okurken derin bir uykuya daldı. Uyanamıyordu bir türlü. Moda’lıların çoğuna bakan Dr. Diyamantopulos’u çağırdım. (Ne yazık ki,  çok ince ve kültürlü bir insan olan bu değerli hekim, daha altmışına basmadan öldü.) Annemin neden bu halde olduğunu sordum. Annenizi yitireceğiz, Mina hanım, bunu siz de biliyorsunuz dedi. İsterseniz bir serum bağlayalım, bu can çekişme birkaç gün daha sürsün. İsterseniz doğaya bırakalım. “Görüyorsunuz, ağrısı sancısı yok, peki doktor, kendi anneniz olsaydı, ne yapardınız?” diye sordum. Ben, doğaya bırakırdım dedi. Ben de öyle yaptım. Annem Şefika hiç acı çekmeden iki gün derin derin uyuduktan sonra öldü.