Aliya İzetbegoviç münevver bir siyasi liderdi. Yugoslavya yönetimindeki Boşnak ve Arnavut Müslümanların diğer halklarla eşit haklara sahip olması konusunda daha lise yıllarında başlattığı entelektüel mücadelesini, rejim tarafından devlete yönelik bir tehdit olarak damgalandıktan ve Yugoslavya parçalanma sürecine girdikten sonra ancak siyasi düzeye taşıdı.

Genç Müslümanlar hareketindeki arkadaşlarıyla birlikte kurduğu SDA ile seçimlere katıldı (1990), kazandı ve akabinde Bosna-Hersek’in cumhurbaşkanı oldu. Bosna-Hersek’in bağımsızlığı konusunda 1992’de yapılan referandumdan sonra Sırpların başlattığı savaşta başkomutan sıfatıyla halkını ve topraklarını savundu.

Sırplarla Hırvatların, Boşnaklara karşı bir soykırıma dönüştürdükleri savaşı, üçüncü yılında Bosna-Hersek’in bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlayan Dayton Antlaşması’yla (1996) sonuçlandıran İzetbegoviç, Boşnak, Hırvat ve Sırplardan oluşan yeni üçlü Başkanlık Konseyi’ne seçilerek, devlet başkanlığı üstlendi. Demokratik Eylem Partisi Ana Komitesi’nin onun isteği dışında aldığı bir kararla 1998’de yapılan seçimlere tekrar katıldı, seçimlerin kazanılmasından sonra konsey / devlet Başkanlığı görevini sürdürdü. Sağlık problemleri nedeniyle 2000 yılında bu görevinden ve aktif siyasetten çekildi.

İzetbegoviç’in başta Ketebe Yayınları tarafından basılan Bütün Eserleri’nden ve ilgili çalışmalardan okuyabileceğimiz hayat hikayesine burada ana hatlarıyla yer vermemin nedeni, onun onca çile içinde bir fikir işçisi, özgürlük savaşçısı, siyasetçi, komutan ve başkan olarak milletinin ve mülkünün emanetini taşıyan ve kendinden sonrakilere devreden bir zat oluşunun bugünkü Bosna-Hersek’te unutulmaya yüz tuttuğuna dair tespitlerimdir.

Savaşı ve acılarını ancak yaşayanlar bizzat bilir. Bu manada Boşnakların, resmi rakamla yüz bin, gayri resmi rakamla iki yüz bin kişinin şehit düştüğü savaşı unutmak istemelerinden daha tabi bir şey olamaz. Çünkü hayat, inanç - ordu - ekonomi üçlüsünün içinde sürekli yenilenen problemlerle sürmekte ve o problemler çoğu zaman acil çözümleri gerektirmektedir. Bu durumda İzetbegoviç’in adına takılıp kalınmaması ama emanetinin de geleceğe taşınması asıldır; zaman ve şartlar değiştiği için yeni toplumsal problemler de değiştiğinden, bunlara bulunacak çözümün eski devirdekinin aynısı gibi olmayacağı bilinen bir durumdur.

Ancak burada ilginç olan, İzetbegoviç’in bıraktığı kendi köklerine dönme, kendi kimliğine sahip çıkarak başkalarıyla birlikte yaşama tecrübesinin unutulmaya maruz bırakılmasıdır.

Bu bağlamda İzetbegoviç’in “Muharebeden sonra herkes general kesilir” sözü çok erken tahakkuk etmiş gibidir. Ülkede yaşanan ekonomik darlık, halklar arasında güven duygusunun yeniden tesis edilememesi vb. temel sorunlar, eski siyasi tartışmaların daha da yoğunlaşmış olarak sürmesine sebeptir ve “Bugün başarısız ve beceriksiz bir haldeysen kendinden öncekileri kötüle” şeklindeki fosil anlayış, geçmişe ait toplumsal güzellikleri, fikri ve siyasi başarıları da gölgelemektedir. Üstelik bu Sırpların ve Hırvatların Boşnaklara karşı yürürlükte tuttukları psikolojik savaşla, kurdukları nifak tezgâhı tıkır tıkır işlemeye devam ederken böyledir.

İnanç, ordu ve ekonomi ve bir devletin bel kemiğidir. Bunlarda zafiyete düşen devlet önce omurgasını zayıflatmış olur. İzetbegoviç sonrası yeni devletin işleyişinde, Üçlü Başkanlık Konseyi’nin yüzde elli ikilik bir çoğunluğa sahip bulunan Boşnakları ötekileştirmesi ne kadar büyük bir problemse, Boşnakların İzetbegoviç’in entelektüel birikimini ve siyasi deneyimlerini hayatın gündelik telaşı ya da yeni ve geçici mecburiyetleri içinde unutulmaya terk etmeleri de bir o kadar büyük bir problemdir.

Her biri ayrı bir sosyolojik araştırmanın konusu olan bu hususları paranteze alarak doğrudan sokağın içinden baktığımızda, “sinek pis değildir ama mide bulandırır” kabilinden başka güncel problemlerden bahsetmemiz de mümkündür.

Bugün itibariyle Bosna-Hersek’in en önemli gelir kalemi turizmdir. Lokantalarının hem her saatte tıklım tıklım dolu olduğu Saraybosna’da Boşnakların en belirgin özelliği olan tebessümün büyük oranda kaybolduğunu ve yerini bıkkınlığa, asık yüzlülüğe bıraktığını fark etmek son derece üzücü olduğu kadar, Mostar köprüsüne nazır Koski Mehmet Paşa camiinde namaz kılmanın ve avlusundan Mostar’ı seyretmenin ücretli hâle getirilmesi de sineye çekilecek bir uygulama değildir.

Türkiye’ye karşı üretilmek istenen nifakı da şimdilik paranteze alarak, Boşnakların tebessümüne duyduğum özlemle oradan ayrıldığımı ifade etmekle yetineceğim.