Nakliyeci Hüseyin Seber, Erzincan'ın Pülümür ilçesinde, abisiyle ortak bir hayat kurmuştu. Genç yaşta evlendiği Gülbeyaz ile kıt kanaat geçinip gidiyordu. Ailenin hayatı, 1931 yılında dünyaya gelen Cemalettin ile beraber şenlendi. Cemalettin Seber, sonradan herkesin bileceği adıyla Cemal Süreya idi.

Cemal Süreya çocukluğunu şu sözlerle anlatır:

"1931 yılında Erzincan'da doğdum. 6 yaşında oradan ayrılmışım. Asıl çocukluğumu geçirdiğim kent Bilecik. Liseyi İstanbul'da, yüksek öğrenimi Ankara'da okudum. Şimdi de aynı çocukluğu İstanbul'da geçirmekteyim. Annem 6 yaşında öldü, yüzünü bile hatırlamıyorum ama bazı tavırlarını hatırlıyorum; bende çok kalmış. Belki beni edebiyata götüren bir sürü neden var ama bir keskin neden ararsam, bunu annemde bulduğumu söyleyebilirim."

6 yaşında ailesiyle beraber Erzincan'dan ayrılarak Bilecik'e yerleşti. İlkokula, Bilecik'te başladı ve İstanbul 'da devam etti. Lise öğrenimini Haydarpaşa Lisesi'nde yaptı. Yükseköğrenimini ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamladı.

Üniversiteden mezun olduktan sonra Maliye Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Orta Doğu İktisat Bankası ve Türk Dil Kurumu'nda çalıştı.

Annesini küçük yaşta kaybeden Cemal Süreya, edebiyata yönelişi ile ilgili şunları söyler: "Belki beni edebiyata götüren bir sürü neden vardır. Ama bir keskin neden ararsam bunu annemde bulduğumu söyleyebilirim."

Cemal Süreya'nın okuma tutkusu çocukluğunda başlamıştı. O günleri şöyle anlatıyor: "Bizim çocukluğumuzda her kitabı bulamazdık. Bunun için elime ne geldiyse okudum. Hatta sokakta kese kağıdı ve gazete bulurduk, içinde roman varsa okurduk."

Dostoyevski'nin yazarlık kariyerinde önemli bir etkisi oldu: "Benim edebiyatla ilgili olarak ikinci bir doğum tarihim var: 1943. Dostoveyski'yi okudum ve ondan sonra hiç huzur kalmadı bende."

Onu edebiyata getiren bir sürü neden arasından, en keskin olanın küçük yaşta yitirdiği annesi olduğunu söyler. Pek çok şiirinde bu keskin nedeni görürüz, incelikle:

Kan görüyorum taş görüyorum / bütün heykeller arasında / karabasan ılık acemi / – uykusuzluğun sütlü inciri – / kovanlara sızmıyor. / Annem çok küçükken öldü / beni öp, sonra doğur beni.

Ortaokulun ilk yılında Dostoyevski'yle tanışır Cemal. Karamazov Kardeşler romanı, üzerinde öyle bir etki bırakır ki, içindeki huzursuzluğu yazarak dışa vurmaya o zaman karar verir: "Aslında ikinci bir doğum tarihim de var benim: 1943. Dostoyevski'yi okudum, ondan sonra hiç huzur kalmadı bende. Beni edebiyata, şiire iten şeylerde tuhaf bir şekilde en çok bir romancının, Dostoyevski'nin etkisini buluyorum."

Şanssızım diyemem ben kendi payıma / Oluyor böyle şeyler ara sıra / Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim / Bütün çocuklar anlar da

Henüz 23 yaşındayken Yeditepe dergisinde yayımlanan "Gül" şiiri, Türk şiirinde bir kopma noktasıdır. Pek çok anlamda ondan öncesi yoktur.

Gülün tam ortasında ağlıyorum / Her akşam sokak ortasında öldükçe / Önümü arkamı bilmiyorum / Azaldığını duyup duyup karanlıkta / Beni ayakta tutan gözlerinin

Şiir kadar vazgeçilmez bir başka tutkusu da dergicilikti. Askerlik zamanında çıkarmaya başladığı Papirüs'ü imkânsızlıklarla boğuşarak üç ayrı dönemde çıkardı. Dergiyi kapatmak zorunda kaldığında, bu durumu da kendi alaycı üslubuyla değerlendirdi: "Bir dergi gibidir benim yaşamım; bu yüzden ben ölmem, batarım."

"ÜVERCİNKA" ŞİİRİ İKİNCİ YENİ'NİN SEMBOLÜ OLDU

1953 yazında ortaokul yıllarından beri sevdiği ve sürekli mektuplaştığı Semiha ile evlendi. 1 yıl sonra mülkiyeyi bitirdi ve Eskişehir'de stajyer memur olarak göreve başladı. Ardından 1955 yılında maliye müfettiş muavini olarak İstanbul'a geldi: "Birçok kent gezdim, hepsinden etkilendim, ama en çok İstanbul'dan etkilendim. İstanbul bir kent gibi değil, bir hayvan gibi, yağmur yağdığında kokusu olan, diri bir kent. Çok eski, çok karışık, hiçbir simetrik duygu taşımayan bir kent."

Baylan Pastanesi o dönemin İstanbulunun sanatçılar için en gözde mekanıydı. Cemal Süreya burada Ankara'da başlayan dostluklarını perçinleyip yeni insanlarla tanıştı. Onlara 'İkinci Yeni şairleri' deniyordu: Ece Ayhan, İlhan Berk, Ülkü Tamer, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Cemal Süreya...

Bu genç şairlerin ardı ardına ürünler verdiği bir dönemde Cemal Süreyya, İkinci Yeni'nin sembolü olacak bir kitapla okurların karşısına çıktı: Üvercinka

Üvercinka

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Cemal Süreya, şiirde devrim yaratan bir üslubun ve anlayışın sembolüydü. Ama edebiyata ilgisi şiirle ve dergiyle sınırlı kalmadı. Fransızcadan yaptığı çevirileri, deneme ve eleştiri yazıları ilgiyle takip edilen bir ustaydı. Şiir ve reel politika üzerine yazdıklarına Şapkam Dolu Çiçekle adlı kitabında yer verdi.

Cemal Süreya, şiir ve yazılarını çeşitli dergilerde ve gazetelerde yayınladı. 1990 yılında vefat etti.

Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle ikinci yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir. Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü kondu. 1997′de de Cemal Süreya arşivi yayımlandı.

CEMAL SÜREYYA'NIN SOYADINDAKİ "Y" HARFİNİN YOK OLUŞ HİKAYESİ

Üvercinka, güvercin kanadından kısaltılarak elde edilmiş bir sözcük. Barışa, aşka dayatmaya dönük… "Elma" şiirinde, adındaki "Y" harflerinden birini attığını ilan eder. Nedeni, kendi anlatımına göre, arkadaşıyla bir telefon numarası üzerine girdiği iddiayı kaybetmesidir. Söz konusu telefon numarası, Üvercinka'nın…

Cemal Süreya, "O zaman çok güvenirdim belleğime. Telefon numaralarını falan kaydetmezdim. Belki de kaydetmediğim için kalırdı. Ona dedim ki, eğer bu böyleyse, ismimden bir harf atarım dedim. Kaybedince, ismimde harf aradım, iki tane olandan birini atmak daha uygun geldi." der.

BİR BAŞKA VERSİYONU İSE ŞÖYLE

Cemal Süreya ve Sezai Karakoç üniversitede sınıf arkadaşıdır ve sınıflarında 'Muazzez Akkaya' isminde bir de kız varmış. İkisi de bu kızı gizliden gizliye severlermiş. Sınıfta gün boyu aynı kıza duydukları ilgiyi birbirlerine anlatırlarmış. Hatta Muazzez'e yazdıkları şiirleri birbirlerine okurlarmış. Sonra bu aşk, zamanla kızışmış ve birbirlerine 'ben elde ederim, sen edersin' derken 'kim elde edecek?' diye iddiaya tutuşmuşlar. Kaybeden büyük bir bedel ödeyecek demişler. Ve bu bedel ömrü boyunca üzerinde kalacak. Bedene fiziksel bir zarar olmayacak diye de karar kılmışlar. Ve sonunda adını değiştirmeye gelmiş olay.

Cemal Sürey(y)a kazanırsa; Sezai Karakoç'un soyadı 'Karkoç' olacak.

Sezai Karakoç Kazanırsa ; CemaL Süreyya'nın soyadı 'Süreya' olacak.

Tahmin ettiğiniz gibi kızı Sezai Karakoç elde eder ve onunla çıkmaya başlar. Cemal Süreyya da gidip tek 'Y' harfini attırır soyadından... İşte Süreyya'dan Süreya'ya geçiş dönemi böyle olmuştur.

Peki sonrasında ne oldu?

Muazzez Akkaya Sezai Karakoç'un kendisi ile bir iddia sonucu çıktığını öğrenir. Biraz da sorunları olan Muazzez bunu kaldıramaz ve okulu bırakıp ve memleketi olan Geyve'ye gider. Sezai Karakoç bu duruma çok üzülür ve Muazzez Akkaya'ya ithafen Mona Rosa'yı yazar. Şair Karakoç,1950 yılında Mülkiye'de öğrenci iken yazmıştır ancak 2002 yılına kadar yayımlanmamıştır.