Hakk kelimesinin çoğulu olan hukuk İslam felsefesinde -ahlak dahil- fıkıh, Batı felsefesinde ise Fransızca droit mefhumuyla işlenir.
Mustafa Namık Çankı Büyük Felsefe Lûgat’ında droit kelimesini “Batı irfanında hendesî bir mecazdır. Yunancada ve Latincede, bunlardan müştak dillerde, hatta Samî lisanlarda da böyledir. Arapçadan Türkçeye geçen istikamet ve bunun sıfatı olan müstakim de bu mahiyette görülmektedir.” şeklinde açıklamıştır.
İstikamet ve müstakim kelimeleri kıyam ile aynı köktendir.
Düşüncenin kelimeler yoluyla doğru inşası sözlüklerin bir kelimeyi her türlü siyasi ve ruhsal etkilerden bağımsız olarak vermesine tabidir ve dolayısıyla devlet müessesi esasında kaim olma üzerinden hukuku ifade eden istikamet ve müstakim kelimelerinin fiili manası da şudur:
Devletin bekası ve bu beka sayesinde milletinin sulh ve selametinin sağlanması tahtında hukuk, çift bir kıyamla devleti iç ve dış tehlikelerden korumaktır.
Bu ifadeyi şöyle de somutlaştırabiliriz: Hukuk, bir devletin devamlılık esasında kendi varlığını ve tebasını korumak adına mevcutta başvurduğu ve gerektiğinde başvurabileceği güvenlik tedbirlerinin ortak adıdır.
Bu yanıyla mezkur tanım sadece Türk devletleri için değil, sair devletler için de geçerlidir. Dünden bugüne Türk devletlerinin farkı, güvenliği ihmal edilemez, ıskalanamaz bir töre olarak birbirlerine miras bırakmış olmalarıdır.
Örneğin, bugünkü Türkiye’nin de siyaset geleneğini büyük oranda izlediği Selçuklular, Horasan’da hakimiyet kurduktan hemen sonra bir otağda toplanıp Âl-i Selçuk’un devletleşmesine, içlerinden birinin sultan (baş yönetici) diğerlerinin (kardeş, yeğen ve kuzenlerin) fethi planlanan yerlerde sultanın adıyla hükmeden emirler (vassallar) olmasına karar vererek, merkezin güvenliğini dıştan içe doğru tanzim ve tahkim etmişlerdir.
Hatta kimi tarihçiler derler ki, Sulçuklu sultan ve emirlerinin Hanefî olmalarındaki sebep de söz konusu güvenliğe tabidir.
Çünkü Abbasi Hilafetinin sürdüğü bir zamanda Selçuklu sultanlarının halifeleri himaye etme görüntüsüyle onlara da hükmedebilmeleri ancak Hanefî fıkhıyla mümkün olmuştur. Ve hatta derler ki, Tuğrul Bey’in halifenin kızıyla, Çağrı Bey ve Melikşah’ın kızlarının halifelerle evlenmelerinden maksat iktidarı güçlü tutmak ve dolayısıyla hakimiyette din ve dünya ayrımından (laiklikten) kaynaklanabilecek bir boşluğun doğmasına sebebiyet vermemektir.
Bu tanıma, kafaları Batı güdümündeki “yığınlara yöneticilerini seçme fantezisi sağlayan” demokrasiyle tütsülenmiş olanların hemen karşı çıkacaklarına eminiz.
Bunlara, yakın geçmişte yaşanan (ya da birilerince bile isteye yaşatılan) pandemide Batı ülkelerinin olağanüstü hâl ilanı da dahil kendi içine kapanışlarını ve bu kapanışta demokrasi mefhumundan destekli insan hakları, özgürlükler vb. saftırıkları avutmak için özellikle cilalanmış sözüm ona kazanımları bir çırpıda rafa kaldırışlarını hatırlatmamız yeterli olacaktır. Bunu yeterli bulmayanlara da Türkiye’de yaptıkları kanlı eylemlerden sonra Batı’ya sığınan PKK elemanlarının iadelerini reddeden yargı sistemlerinin yapılandığı o derin hukuku hatırlatırız.
Yukarıdaki tanımınıza göre “adalet bu hukukun neresindedir” diye soracak olursanız, adalet –insan ilişkilerinin maddeci bir zihniyetle düzenlendiği bizim şu günümüzde- iki arsa komşusunun sınır ihtilafını gideren, karşılıksız çek vermiş bir esnafı cezalandıran, nişandan dönmüş olanların haklarını düzenleyen, toplu taşıma aracının yaptığı ani firende yanı başındakinin dirsek darbesiyle göğüs kafesi incinen bir yolcuyu koruyan vb. kanunlardan ibarettir.
Şimdi buradan günümüzün sıcak gündemlerinden biri olan kayyum meselesine gelecek olursak…
Bu sütunda yukarıda zikrettiğim devlet hukukunun sabitliğinden hareketle, ilki 12 Nisan 2019, ikincisi 3 Eylül 2019 tarihlerindeki iki yazımda kayyum meselesinin önce ayak seslerinin duyulmaya başlanması ve akabinde vuku bulması üzerin bir teklifte bulunmuştum. Bunun üzerine despotun önde gidenlerinden olduğu halde, kulis bilgileri adı altında siyaset dedikodusu yapmayı gazetecilik zanneden birinin hedef göstermesiyle sosyal medya linçine maruz kaldım. Nisan 2019 tarihinden bugüne birçok belediyeye kayyum atandı, bugün de atanıyor, yarın da atanacak. O ama gazeteci kılıklı demokrasi manyağı hala benden özür dilemediği gibi, demokrasiyi kendilerine mesnet edinerek Türkiye devletinin güvenliğine kastetmek isteyenler de bu inatlarından vaz geçmediler
O halde, son tahlilde hendesî bir mecaz olan hukukun gerçekte devlet güvenliğinden ibaret olduğunu ve Âl-i Selçuk’un torunlarının Osmanlı’nın bakiyesi olan bu devleti sokakta bulmadıklarını ilgililerine tekrar hatırlatalım.