Adem (a)’in asi çocuğu Kabil kardeşi Habil’i öldürdüğü gün dünyaya henüz yeni yerleşen insan nesli için kardeşlik mefhumu ilk ve en ağır yarasını almıştı. Ondan sonra bugüne kadar kardeşler mal, mülk ve şehvetleri için birbirlerinin katili olmaya devam ettiler, kıyamete kadar da bir değişiklik olması muhtemel görünmüyor. Zira insan fıtratı isyana ve hak etmediğini elde etmeye yahut Allah(cc)’in kendisi için çizdiği sınırları çiğnemeye imtihanın sırrı olarak meyyal yaratılmış.

İnsanlığın tarih hikayesi içinde şüphesiz örnek gösterilecek kalite ve seviyede güzel zamanlar yaşandı. Bunlar kadar hatta daha fazla, seviyesiz ve kalitesiz işler de yapıldı, kötü zamanlar da yaşandı. Dünyanın kaderi budur, başka bir ihtimal yoktur. Yani dünya asla cennetten bir köşe olmayacaktır. İnsanların da tıynetinde meleklik yoktur. İçlerinde kimisi melekleri kıskandıracak kadar güzel olsalar da…

Varlığımızı diğer insanlarla birlikte devam ettirme mecburiyetimizin doğal sonucu kurduğumuz münasebetlerin temelinde ailevi yani fıtri münasebetler yer alırken, tavanında da dini yani akidevi bağlar bulunur. İşte bu dini bağların temel adı kardeşlik olarak tayin edilmiştir, hem de Rabbimiz olan yani bu dinin sahibi olan Allah(cc) tarafından.

Tabi işin İslam dışı yahut din dışı kısmında da benzer kardeşlikler görebiliriz ki bunlar da fıtratın doğal sonucudur; insan yoldaşlarına, aynı yolun yolcusu olduklarına, aynı yöne bakan ve aynı yöne yürüyenlere gayri ihtiyari bir yakınlık hisseder.

Bir de bundan bir adım daha içeri sayılan ve imandan kaynaklı kardeşliğin zirvesi denebilecek dostluk meselesi var ki, bunu farkında olmadan bazen doğru bazen yanlış yerlerde farklı anlamlarda kullandığımız veli kelimesi ile ifade ederiz.

Bu dostluğun Allah(cc) ile olanı da vardır, Müslümanlar ile olanı da.

Tabi bu konuda ilim sahibi olan, dil ve kalem ehli pek çok muhterem alim ve fazıl zat, gerekli açıklamaları yapmış ve bize Allah(cc) ile dostluğun da kullarıyla olan dostluğun da şartlarını ve gereklerini anlatmışlardır. Bu uzun meseleyi merak edenlerin araştırmasında kesinlikle fayda vardır. Buraya sığması mümkün değildir.

Ancak bir mesele var ki, bunu ne kitaplarda ne vaazlarda ne de başka bir yerde elde edilecek bir bilgi ile anlamak pek mümkün olmuyor. O da çağımız insanının dostluğun temel unsurları olan güven ve vefayı hatta Allah(cc) için sevmeyi bile beceremiyor oluşu. Ne dinin esasları değişti ne de konulan hukuk kalktı. Tek değişen insanlar ve biraz da geçen zaman.

Böylesi genel bir iddiayı dillendirme cüreti bana da fazla geliyor ancak söylemeden edemiyorum. Gerçekten kitaplarda yazan, Kur’an kaynaklı bir kardeşlik ya da dostluk, hadislerde tarif edilen kardeşlik ya da dostluk, alimlerimizin yazılara geçirdiği ölçülerde bir kardeşlik ve dostluk bize şu sıralar ütopya gibi geliyor.

Bunu Gazze meselesi gibi büyük ve cihanşümul meselelerde gördüğümüz gibi, sıradan iki Müslüman arasında da görmek maalesef mümkün.

Ne dine ne de din dışı herhangi bir ideolojiye sığması mümkün olmayan bir vefasızlık, terk ediş ve kendi haline bırakmak! Öyle bir kardeşlik dışı durum ki, dinde kardeş olmayanların bile ciğerini sızlatıyor.

Elimiz böğrümüzde kalakalmış seyrediyoruz yaşananları…

Bu hali anlamak ve anlamlandırmak için aslında yakın çevremizle kendi aramızdaki kardeşlik ve dostluk münasebetlerine bakmamız yeterli gibi.

Çok sık görüştüğümüz ve hayatın farklı alanlarını paylaştığımız kardeşlerimize ne kadar vefalıyız?

Yıllar süren muhabbetlerimize, çok yakın arkadaşlıklarımıza, paylaştığımız pek çok şeye rağmen kardeşlerimizle ne kadar dostuz?

Daha da vahimi; kardeş ve dostlarımız canlarını, mallarını, akıllarını/fikirlerini, nesillerini/namuslarını ve hepsinden öte dinlerini bize emanet edecek kadar güveniyorlar mı? Ya da biz onlara bu konularda güvenebiliyor muyuz?

Güvendiklerimiz neden bizi yarı yolda bırakıyor?

Kardeşlik hukukundan bahsetmemize gerek yok, dostluk efsanelerini dillendirmeye hiç yer yok. Kimsenin bunlara titizlik göstermek gibi bir derdi de yok zaten.

Kardeşlerin arasına iki laf, bir suizan yahut birkaç kelimelik gıybet girmesi her şeyin sonunun gelmesine yetiyor. Dostlar hayatın belli bir alanında ve belli bazı konularda dost ama sonrasında yok oluyorlar.

Kavramlarını bozuk para gibi harcadığımız bu ulvi duyguların yerlerinde yeller esiyor. Kardeşlik ömür boyu hapse mahkûm edilmiş de kapısında gardiyan olarak bir kardeşimiz duruyor! Dostluk zaten idam fermanı boynuna asılmış ve yağlı urgan çenesine dayanmış, yer ile bağlantısını sağlayan tabureyi tekmelemek için yakın bir dost hevesle bekliyor.

Bizler Müslümanlar olarak kardeş olamadık derken, kardeşlik ayetinde ibarenin Müslümanlar değil Müminler olarak geçtiğini hatırladım ve düz mantıkla okuduğumda, madem kardeş olamıyoruz o halde imanlarımızda sıkıntı var sonucuna ulaşmam kaçınılmaz oldu.

Kardeş olsaydık böyle olmazdık, olamazdık!

Gazze’dekiler kardeşlerimiz olsaydı onlar için yeri göğü yıkardık. Oysa sesimiz caddeleri bile aşamadı ve bırakın emperyalistlerin başkentlerine ulaşmayı, Müslümanların ülkelerinin başkentlerinden bile duyulacak kadar gür çıkmadı.

Tıpkı yakın zaman öncesinde Halepliler, Hamalılar, Şamlılar gibi bugün de Gazzeliler kardeşimiz olamıyor. Siyasi hevesler, politik hedefler, romantik heyecanlar ve savaş sevdalarımız kardeşliğimizi bastırıyor. Kaybedecek çok şeyimiz var ne de olsa!

Biz en yakınımızdakilerle, en yakından tanıdıklarımızla, en iyi bildiklerimizle bile dostluğu geçtim kardeş olamıyoruz, nerede gönlümüz ve ellerimiz uzaklara uzansın.

Laf etmeyi ve kendi nefislerimizi temize çıkartmayı çok iyi biliyoruz. Bahanelerimiz hep var ve çok mantıklı. Zaten biz hep haklıyız.

Ha bir de hepimiz cennetlik en iyi Müslümanlarız!