Gene bir çocukluk hikâyesi ve gene oruç…

Hiç unutmam çocukluğumda oruç yaz mevsimine denk gelmişti. Tabi harman zamanıydı. Sıcak bol, iş haddinden fazla… Tozun toprağın içinde, onca iş yükünün altında oruç tutmak da öyle kolay değildi.

Günlerden bir gün bizim akrabalardan biri o meşakkatli çalışmaların olduğu bir zamanda, gece geç vakitte harmandan geliyor, eşi ve çocukları da yaylada evde kendisinden başka kimse yok.

Yatmadan önce güzel bir bulgur pilavı pişiriyor, güzel dediğime bakmayın, yağ, salça, su ve bulgurdan oluşan… Sahura kalkınca hazır olacak.

Bulgur pilavından başka ne var ki zaten yiyecek?

Sahuru hazırlamanın verdiği iç huzuruyla ve harmanın verdiği yorgunlukla yatar yatmaz uykuya dalıyor…

Rüyasında ne görür bilinmez. Ne görecek harmanda akşama kadar su içer zahir…

Düşünün sahura kuracak saat bile yok kendisini uyandırması için.

Eskiler çok iyiydi diyorlar ya, diyenin ağzına zibil küreğiyle vurasım geliyor…

Yediğimiz de önümüzde değildi, yemediğimiz de! Neresi iyiydi Allah aşkına eskilerin?

Kuru pilav ve yeşil soğanla iftar açtığımı ve aynı yemekle sahur yaptığımı biliyorum ben be…

Kimse hariçten gazel okumasın, iyiyse sana iyiydi bana değildi… Bak sinirlendim yine…

Dostluklar, arkadaşlıklar falan da insanlar birbirine daha fazla ihtiyacı olduğundan iyiydi. Şimdilerde kimsenin kimseye eyvallahı yok…

Çocuğuna bile “öte git” diyemiyorsun. Eşin sana muhtaç değil, sen eşine muhtaç değilsin.

Allah rızasını gözetmeyen, ailesinden ciddi anlamda bir terbiye görmemiş, zorluklarla mücadele etmesini beceremeyen; insanlara, özellikle eşine (karısına-kocasına) tahammül etmenin manevi yönden getirisini bilemeyen herkes alıp başını çekip gitmekle tehdit ediyor birbirini. Gitmek yani ayrılmak…

Çocuklar falan kimin umurunda? Tutturmuşlar bir laf, tek biz miyiz ayrılan? Tek bizim çocuğumuz mu anasız babasız büyüyecek olan?

Eskilerde de erkek tahakkümü vardı, kadının her türlü zaafından, yoksunluğundan hatta itaatinden yararlanan erkek her türlü iğrenç baskıyı ona müstahak görüyordu.

Eskiler de iyi değildi şimdiler de iyi değildi.

Orta yolda yürümenin ne denli değerli olduğunu bilen yoktu. Hala yok.

Eskiler fakirlikten kuduruyordu şimdikiler zenginlikten kuduruyor.

Eskiden sahur için kuracak saat yoktu demiştik de konu nerelere geldi, gelsin iyi de oldu.

Bu arada bakmayın sahur dediğime ben sahur kelimesini üniversiteye gidince öğrendim, bizde sahura “er” derler. Er yani erken anlamında…

Bizim akraba alarmlı saat de olmayınca bir uyanıyor, bakıyor ki ortalık ışımış…

Güneş yavaştan göstermiş başını…

Açlıktan da ölüyor tabi.

Sahur vakti geçmiş, imsak olmuş, imsak olmakla kalmamış sabah namazı vakti bile geçmiş…

Hemen perdeleri çekip başlıyor pilava kaşık sallamaya…

Sallamasın da ne yapsın… Felekte o aht onda da o baht varken…

Gene gece yarısına kadar o sıcakta tarlada çalışacak…

Pilav bittikten sonra nedamet getiriyor ama ne fayda?

İşin en kötü tarafı, akşama kadar hiçbir şey yiyip içemeyecek…

Tarlada birlikte çalıştığı kimselere oruç olmadığını söyleme cesareti de yok…

O pişmanlıkla, anlık nefsine yenik düşmeyle akşamı ediyor, ediyor etmesine de, kaç kez gözlerden ırak su içmeye çalışıyor bilinmez…

Eskilerin en güzel yanı samimiyeti idi mecburen de olsa bir samimiyet, bir sıcaklık var idi…