Ehl-i Sünnet’i Ehl-i Hak, bunun dışındakileri Ehl-i Bid’at olarak niteleyen İbn Hazm’a, göre “Ehl-i Sünnet, öncelikle sahabîlerdir, sonra sahabenin yolunu tercih eden tâbiînin büyükleridir, sonra Ehl-i Hadis ve günümüze kadar nesiller boyu onlara uyan fakihler, ayrıca yeryüzünün doğusunda ve batısındaki insanlardan onlara uyan kimselerdir” (el-Fasl)
İbn Hazm, bu tanıma –kendi zamanında belki doğru olan ama bizim günümüzde geçerli olmayan– şu ilginç tasniften gelerek ulaşır:

Ona göre İslam dinini kabul edenler şu beş fırkadır: 1-Ehl-i Sünnet, 2-Mu’tezile, 3-Mürcie, 4-Şia, 5-Hâricîler.

Bu “Ana fırkalar”ın da birçok alt fırkalara ayrıldıklarını ama bunlardan Ehl-i Sünnet’teki iç ayrılığın çoğunun fetvadan, az sayıda ise itikattan doğduğunu belirterek, Mürcie içinde gösterdiği Hanefîliği Ehl-i Sünnet’ en yakın, Cehmiyye, Eş’arîlik ve Kerrâmiye’yi ise en uzak mezhepler olarak nitelemiştir.
Horasan Erenleri’ni konuşurken mezhepler tarihi bağlamında İbn Hazm’ın bu görüşlerini zikredişimiz, İslam düşüncesi içindeki farklı görüşlerin, bunları temsil eden kişi ve fırkaların İslam tarih ve siyasetinden bağımsız olarak ele alındıklarına ve dolayısıyla “Horasan Erenleri” terkibi de dahil yapılan hemen her güzellemenin eleştirinin önüne geçirildiğine dair tipik bir örneği arz etme niyetimizden kaynaklanmıştır.

Oysa ki İbn Hazm’ın,

1-Ömrünün ilk elli iki yılı Emevî saltanatında geçen Ebû Hanîfe’nin Ehl-i Beyt’e zulmü nedeniyle Emevîleri eleştirdiği, onlara isyan konusunda fetva verdiği, hatta asilerden kimilerini desteklediği ve Emevîlerin memuriyet (kadılık) teklifini reddettiği için hapse atıldığını;
2-(Horasan ve Tirmiz civarında yayılan) Cehmiyye’nin kurucusu Cehm b. Safvân es-Semerkandî et-Tirmizî’nin Emevîler’in Horasan valisine isyan ettiğini;

3-Büyük Selçuklular’ın veziri Nizâmülmülk’ün sahip çıkmasına kadar Eş‘ariyye mensuplarının ağır bir mihneye uğratıldıklarını,
4-Horasan ve Mâverâünnehir’de Kerrâmiyye’yi kuran Muhammed b. Kerrâm’ın ancak Gazneliler’in himayesiyle muarızlarının tehdit ve baskılarına karşı koyabildiğini bilmediğine hükmedemeyeceğimize göre, mezkur görüş ve nitelemelerinde başka bir etkinin rol oynadığını düşünmek durumundayız.

Modernist olması nedeniyle ilgili görüşlerinin bir kısmına katılmasak da Muhammed Âbid el-Câbirî’nin bu etkiyi “tarih dışı”lıkla izah edişine katılmak zorundayız:

“… İster ehl-i sünnet, isterse öteki fırkalardan birinin tarihçisiyle ilgili olsun; ‘fırkalar’ konusunda yazan, daima fırka-i naciye saydığı kendi fırkası açısından olayları anlatır. (…)

“Öte yandan, bu yazarlar, kendi fırkalarıyla öteki fırkalar arasındaki çatışmaya daldığından, geçmişin fırkalarını aynı çatışmadan yola çıkarak sınıflandırır (…). Böylelikle yazar, tarihe ideolojik ve irfani (epistemolojik) bir emperyalizm uygular. Geçmişin fırkalarını, şimdiki zamanın öteki fırkalarını nitelediği ideolojik sıfatlarla niteler. Geçmişin fırkalarını, şimdinin fırkaları vasıtasıyla okur. Onları, bunların ‘irfan’ düzlemine nispet eder. (…) Özetle; fırkalar tarihi, yalnızca görüş ve düşüncelerle yetinmez, zaman ve gelişimi de ortadan kaldırır; epistemolojik açıdan bizi ‘tarih dışı’lığa vardırır. 

“(…) Fırkalar ‘tarihi’nin tarih dışılığını ortaya çıkaran başka bir yönünü ekleyelim. Bu kez durum, mezhepler tarihi yazarlarının, fırka sahiplerinin görüşlerinin taşıdığı siyasi içerikleri ihmal etmesiyle ilgilidir. Fırkaların aslında içerik alanında olduğu gibi, dil ve terim (siyasi terim, dini terimin kendisidir) alanında da din konusunda siyaset yapan siyasi partiler olduğunu bilirsek, ‘mezhepler tarihi’nin çerçevesine giren herhangi bir söylemin karşılaşacağı yoksulluğun boyutunu kavrarız.” (Arap-İslam Siyasal Aklı)

Tasavvuf ve fırkalar esasında tarikatlardaki ayrılıklar, mezheplerdeki gibi -çoğunlukla– akide-amel tanımlı olmamakla birlikte, bunlar da tıpkı mezheplerin tarihin içine çekilmeleriyle anlaşılacak olan siyasî bağlarına benzeyen –ve yadsınması mümkün olmayan– bir siyaset bağına sahiptir.

Böylece, tasavvufun zühd, kader ve rıza bileşenlerini belirleyen Selefîlik, Kaderiyye ile Cebriyye’nin Emevî siyasetine bağlı olmalarındaki gibi, Büyük Selçuklular devrindeki (Eş’arî) Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin Kuşeyriyye’si, (Hanbelî) Hâce Abdullah el-Herevî’nin Hereviyye / Ensâriyye’si ile Şiîlik / Bâtınîlik genel tanımı altında zuhur eden Zeydiyye’den Cârûdiyye, Keysâniyye, Râfiziyye’den İmamiyye, Memtûre, İsmailiyye vb. heretik tarikatların ve bunlardan bir ilâ dört asır sonra gelen (Sünnî) Yeseviyye, Nakşibendîyye, Kâsâniyye, Kübreviyye, Aşkıyye ve Bayramiyye vb. tarikatlar da “devletle olmama ama devletsiz de kalmama” anlayışı içinde siyasete bağlı olmuşlardır.