“Dedemin evliya türbesine gidip dua etmesini Kur’an’a arz edip, ona müşrik diyenler, kendisini ilah gibi gören, Allah’ın hiçbir haram – helal sınırlarını tanımayan, nefsini ilah edinmiş birer ölümlü tanrı gibi davranan siyasetçileri de Kur’an’a arz etmeli değil mi?”
Bu cümle yüreğimi sızlattı. Ama bu soru yetmez. Soruların çoğaltılması gerekir.
Siyasetçiler gibi bütün siyaseti, ruhumuzu ve hayatımız karartan laik sistemi ve onun insanımızı çürüten eğitimini ve sömürten ekonomisini de Kur’an’a arz etmeli değil miyiz?
Kendi inançlarımızı ve yaşamımızı da Kur’an’a arz etmeli değil miyiz?
Kur’an’ı anlamaya çalışmadan ve uygulamayı amaçlamadan yaptığımız hafızlığımızı, “Güzel Kur’an Okuma” yarışmalarımızı ve devirdiğimiz hatimleri de Kur’an’a arz etmeli değil miyiz?
Kur’ân okurken bile Kur’an ile çelişen ve çatışan halimizi nasıl izah edeceğiz?
RAMAZAN’DA DEĞİLSE NE ZAMAN?
Bu soruları Kur’an’ın indirilmeye başlandığı ve onu çokça okumaya çalıştığımız Ramazan ayında ve oruçlu yüreğimizle soramayacaksak ne zaman soracağız?
Kur’an’ın söz ve mâna olarak Allah’ın Kitabı olduğuna inanmayanlar onu okumamıza bütünüyle mani olamıyorlar ama yaptıkları siyasi, eğitimsel ve kültürel etkinlikler ve de baskılarla onu anlamamızı engelliyor, inşa etmek istediği insan ve toplum modelini perdeliyorlar.
Kur’an bizi bu konuda da uyarmıyor mu? Okuyalım, korunalım ve engelleyelim:
“Allah’ın doğal nitelikli ve Kur’an içerikli ayetlerini inkâr edenler, birbirlerine ve müminlere şöyle diyorlar: “Sakın şu Kur’an’ı dinlemeyin! Dinletmeyin de. Bunun için, din adına uydurulmuş bidat ve hurafelerle, ilgi çekici menkıbelerle, hikâyelerle vs. mümin kitleleri oyalayıp uyutmaya çalışın. Bunun yanı sıra, Kur’an hakkında yanıltıcı itirazlar geliştirin. Basın yayın araçlarını da kullanarak, her türlü perdeleyici yaygarayı koparın! Çünkü Kur’an’ın kitleleri etkileyen muazzam gücünü ancak bu şekilde bastırıp Müslümanlara üstün gelebilirsiniz.” (Fussilet 26)