Fetih Suresi 29. ayette; ''Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.'' şeklinde yer alan Rahmani ifadelerdeki mü'minleri vasıflandırılma şekline dikkat çeken yazarımız, gençlik çağlarında yaşadığı tecrübeler üzerinden büyük hayallerin ve zaferlerin paradoksuna dikkat çekerek ''gerçekle yüzleşmenin'' önemine dikkat çekiyor.

İşte o yazı...

Umut ekiyoruz her sabahın seherinde tarlalarımıza, gür ekinler yetişiyor her ikindiye doğru ve her akşam hasat, her gece vuslat bize.
İnsan hayatın farkına ilk vardığı gençlik devresinde, yetiştiği çevreyle doğru orantılı ancak oldukça uçuk hedeflere yönelebiliyor. Kendini dev aynasında görmek için gayet müsait bir dönem olarak gençlik bir diğer deyişle ergenlik, fikir ve hayat planlarında, hayal dünyasında ve gerçek alemde sıkıntılara sebep olan, bir nevi serserilik sayılacak köşelerde dolaşmayı kolaylaştırıyor.

En iyi ve yakinen tanıdığım için; ortalama muhafazakâr bir ailede ve dahası İslami bir çevrede yetişen gençlerin de o dönemlerinde, ülke ve milleti kadar bütün bir ümmeti kurtaracak hayaller ve planlar üzerinde kafa yormalar, meşhur ifadesiyle “bir gecede devlet yıkıp devlet kurmalar”, devrim ve inkılap üzerine büyük konuşmalar, sabahlara kadar çoğu zaman duman altı ortamlarda, bütün samimiyet ve delikanlılıkla kafa patlatmalar ve sabahında büyük bir vazifeyi yerine getirmiş olmanın gurur ve yorgunluğu ile uykusuz gözlerle okula ya da işe dönmeler.


Herkesin kendi çevresinde oluşturduğu steril ortamında, kendince mutlu mesut geçirdiği, bunalım ve sıkıntıların bile aslında bir tür teselli sayıldığı ergenlik, normalde belli bir kafa yaşı ile biten, hayatın gerçekleri ile yüzleşildiğinde ayakları yere daha dengeli basan bir geçiş dönemi olması gerekiyor.

Bu süreci ortalama bir beceri ile ve en az hasarla atlatan ve olaylara biraz daha soğukkanlı bakmaya başlayan bizim gibi elli yaş üstü “İslamcı” bireylerin, gençlik yıllarında bir gecede yeniden Viyana kapılarına dayanan ordularının yerini “Tanrımıza hamdolsun” yerine “Allahımıza hamdolsun” demesini yeterli gördükleri ordular alabiliyor.

Kuvvetler ayrılığı prensibini, asker ruhlu bir millet olarak “kara, deniz ve hava kuvvetleri” şeklinde formüle edebiliyoruz. Zaten cumhuriyet idaresini de biz istediğimiz için değil, başımıza geldiği için benimsiyor oluşumuz, içimizdeki şatafatlı törenlerle tahtında oturan sultanların özlemini tetikliyor.


Hayaller ve gerçekler arasında fikir üretmek ve o fikri yürütmek tabii ki hiç kolay değil. Baksanıza biraz kafayı biraz fazla yoranlarımız ya aklını kaybediyor ya imanını!..

Kafası çalışmanın en sıkıntılı yanı da dönüp kendine tapınmak olunca ve şeytan bu konuda oldukça usta bir yoldaş, nefisler de zaten her türlü gazla yükselmeye müsait bir içgüdü ile yandaş olunca felaketimiz kaçınılmaz oluyor.

İşte tam da bu noktada geldiğimiz yer, vardığımız duygusal çizgi, büyük hayallerden küçük gerçeklere evriliyor. Devlet yıkmak yerine bir önyargıyı yıkmanın, devlet kurmak yerine bir gönülle kaliteli bağ kurmanın mukayese edilemeyecek kadar değerli farkını görmemizi sağlıyor.


Erken gençlik dönemlerinde gördüğümüz kadar önemli insanlar olmadığımızı, -dünyayı değiştirecek gücü elde etme ihtimalimiz bir yana- öyle bir gücün insanlarda olmadığını, kesin ve tartışmasız, köşeli ve gergin fikirlerin bize ve insanlara faydasının pek bulunmadığını, bir nefes sıhhatin en büyük devlet olduğunu, büyük işlerin kahramanları olmadığımızı ve aslında insanın küçük hedeflerle yetinmesi gerektiğini ve daha nice olanları ve olmayanları idrak ettiğimiz bir dönemdeyiz.

Türk Yıldızları, 23 Nisan'da Antalya'da gösteri uçuşu yapacak Türk Yıldızları, 23 Nisan'da Antalya'da gösteri uçuşu yapacak

Büyük fetihlere içimizdeki mehter marşları eşliğinde uğurlamayı hayal ettiğimiz ordu, küçük bir kız çocuğunun güvenle elinden bir bisküvi paketini alabildiği askere dönüşüyor. Garip ve yetimlerin dişlerini göstererek gülebilmesi, içimizdeki pek çok duyguyu karşılamaya yetiyor.

Bir çocuğun kahkahası, bugünün zalim dünyasında oldukça büyük bir devrim sayılır zaten!

Yetimlerin gözyaşlarını silmek yeterince büyük bir inkılap sayılmaz mı?

Bizi büyük gösteren dev aynası zalimlerin gözlerinde gözlük gibi takılı kalsın, heybetimiz olacaksa onların gözlerinde olsun, dizlerindeki bağı çözsün parmaklarımızda bir marifet varsa…

Genç ve zinde planlar ve hiç kırılmayan hayaller ülkesidir gönlümüz.

Bizden geçmez insanlık, bizi geçemez insanlık.

Ve hep gencecik cennet yolcularıdır ruhlarımız, kim ihtiyarlıyası.

Küçük mutluluklar kumbarasıdır gözlerimiz, kulaklarımız göklere açık, bizden kim isyan duyası.

Umut ekiyoruz her sabahın seherinde tarlalarımıza, gür ekinler yetişiyor her ikindiye doğru ve her akşam hasat, her gece vuslat bize.

Biz hiç usanmadık yürümekten, koşuların başlaması ya da bitmesi belirlemedi hızımızı, herkes durduğunda da koşmalara doyamadık.

Mesele bir nefes almak ve vermekten ibaret, ömür dediğinin göz açıp kapayıncaya kadar süresi.