2023 gerçekten zor ve kritik bir yıl oldu. Ülke olarak bugüne kadar birçok keskin viraj döndük ve dik yokuşları tırmandık. Fakat bu defa bütün fesat odakları işbirliği yaparak; Türkiye'nin dolayısıyla İslam aleminin önünü kesmek, yükselişini durdurmak ve yüz yıldır uygulanan sömürgeci politikanın aynen devam etmesini sağlamak için var güçleriyle çalıştılar. O halde yapılan bu ciddi mücadeleyi basit bir politik zemine indirgemeden, arkasındaki derin planı ve sinsi oyunu görmeliyiz.

Evet zor şartlarda, sıkıntılı bir dönemde ve geniş bir ittifak bloğuna karşı önemli bir seçim zaferi kazanıldı. Fakat siyasi başarı elde edilince rehavete kapılıp, gelecek seçim dönemine kadar rahat edeceğini düşünenler,  "Türkiye Yüzyılı"nı değil "Türkiye Yılı"nı bile başlatamazlar. Çiçeği burnunda taze milletvekilleri yemin edip görevlerine başladılar. Yeni bir dönem, yeni bir çağ, yeni bir vizyon ortaya koymak için; azimli, çalışkan, dürüst, ahlaklı, bilinçli ve güvenilir olmak lazımdır. Halkın içinde olmak, dertlerini can kulağıyla dinlemek, onların gerçek vekilleri olarak mecliste çözüm üretmek en birinci vazife olmalıdır.

ASIL İMTİHAN ŞİMDİ BAŞLIYOR!

Ey milletin vekilleri!

Çok çalışmış ve yorulmuş olabilirsiniz ama dinlenmeye hakkınız yoktur. Rahat ve dinlenmeyi ancak görevinizi tamamlayıp emekli olduğunuzda düşünebilirsiniz. Siyaset demek hizmet demektir. Maddi ve manevi her alanda, ihtiyaç duyulan her yerde bulunmalısınız. Bir milletvekilinin seçilmek için aldığı yaklaşık 100 bin oy, netice itibariyle yüz bin insanın emanetini ve kul hakkını sırtında taşımak demektir. Bu vebalin ağırlığını omuzlarında hissetmeyen lütfen siyasete girmesin! Eğer girdiyse hemen bıraksın! Bundan sonra siyaseti bir menfaat kapısı olarak görenlere kesinlikle imkan ve fırsat verilmemelidir.

Dilimizde "ünsiyet" diye çok manidar bir kelime var. Dostluk ve arkadaşlık manasının dışında "bir şeye alışma, normal görme hatta basit görme" anlamına gelmektedir. Beyler, yirmi yıldır emrinizde olan iktidar nimetini "ünsiyet" perdesi altında hafife alırsanız elinizden uçar gider. Nimet şükür ister, ta ki artarak devam etsin. Eğer nimete hürmetsizlik gösterilirse cezası mahrumiyettir. İktidar nimetinin şükrü, maddi kalkınma yanında manevi tekamüle yani insan yetiştirmeye gereken önemin verilmesidir. Geçtiğimiz yıllarda bunun hakkıyla yapıldığını hiç kimse iddia edemez. Hatta hükümet sözcüleri bile muhtelif zamanlarda fikren iktidar olamadıklarını, bu konuda yetersiz kaldıklarını itiraf etmişlerdir.

Mesele sadece ekonomik ve teknolojik gelişmelere münhasır kalırsa, hiçbir manevi değeri olmayan, bilinçsiz, inançsız, ahlak ve erdem yoksunu insanlar yetiştirmiş olursunuz. Sonra dönüp gençlerden şikayet edersiniz. O halde hedef olarak belirlenen şu soyut "Türkiye Yüzyılı"nı somut hale getirelim de bakalım kimlere ne gibi görevler düşüyor bir görelim.

"MİLLİ EĞİTİM" NİÇİN DOKUNULMAZ?

Elbette herkesin kendine göre bir hedefi ve öngörüsü vardır. Yapılan güzel hizmetleri ve teknolojik atılımları takdir etmekle birlikte, eksikliği hissedilen, bütün toplumun manevi ve sosyal yapısını ilgilendiren konulardan bahsetmek istiyorum.

En büyük sıkıntı hiç şüphesiz "eğitim ve öğretim"de yaşanmaktadır. Yüz senedir süre gelen eğitim politikalarını iyi tahlil etmeden yeni "Türkiye Yüzyılı"nı nasıl başlatacağız? Bakanlar gelip geçiyor ama Milli Eğitimin temel politikaları hiç değişmiyor! Sanki gizli bir el orada yapılmak istenen müspet icraatları engelliyor. Bakanlar ilk günlerde çok cesur ve aktif görünseler de bir müddet sonra akıntıya kürek çeken ve statükoyu kabullenen sıradan bir yöneticiye dönüşüyor. Acaba bu eğitim politikalarını dokunulmaz kılan nedir?

Bazı kimselerin iyi niyetli bir burs programı olarak gördüğü, bazılarının ise Milli Eğitim'deki bütün problemlerin kaynağı saydığı şu mahut "Fulbright" anlaşmasını tarihi yönden bir inceleyelim:

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bütün dünyada esmeye başlayan Amerikan emperyalizmi, İslam ülkelerini ve özellikle Türkiye'yi hedef almıştı. ABD Senatörü Türk dostu (!) William Fulbright başkanlığında kurulan eğitim ve kültür komisyonu, 27 Şubat 1946 tarihinde Kahire'de müzakerelere başlamıştı. Maddeler üzerinde mutabık kalındıktan sonra Türkiye 27 Aralık 1949'da "Fulbright anlaşması"nı onaylamıştı. TBMM tarafından 15 Mart 1950'de 5596 sayılı kanun çıkarılarak anlaşma fiilen uygulanmaya başlandı. (Resmi Gazete, Sayı 7460, 18 Mart 1950)

Anlaşmanın resmiyetteki gayesi Türkiye ile ABD arasında eğitim ve kültür alanında işbirliği, karşılıklı öğrenci değişimi ve burs verilmesi gibi görünse de, asıl maksadın daha derin bir politika olduğu zaman içinde anlaşıldı. Beşinci maddede ifade edilen komisyon üyelerinin belirlenme usulü, bu konuda önemli bir ipucu vermektedir. Buna göre komisyonun sekiz üyesinden dördü Türk, dördü ise Amerikalı olacak, ancak ABD'nin diplomatik misyon şefi başkan sıfatıyla oylamada eşitlik durumunda nihai kararı verecekti. Yani komisyonun çalışmaları ABD büyükelçisinin insiyatifinde olacaktı.

Önceleri eğitim ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi yönünde faaliyetler yapan komisyonun daha sonra eğitim sistemini ve ders müfredatını belirleyici çok etkin bir konuma geldiği iddia edilmiştir. Öyle ki, hangi hükümet, hangi bakan gelirse gelsin bu politikayı değiştirmeye gücü yetmediği ve Fulbright komisyonunun aktif olarak günümüzde bile görevine devam ettiği söylenmektedir. Yeni Milli Eğitim Bakanı bu konuda bir açıklama yapmalıdır. Eğer bu vahim iddialar karşısında sessiz kalınıyorsa, söylentilerin doğru olduğuna inanmaktan başka çare kalmayacaktır.

Zaten yıllardır hükümetler tarafından oluşturulan eğitim sistemlerinin ateizmin ve materyalizmin gölgesinden hiç kurtulamadığını hepimiz yaşayarak gördük. Pozitif bilimlerin ve teknolojik gelişmelerin Allah'ı inkar etmek için bir bahane yapıldığı, dinin gericilik sayıldığı ve inkarcılığın modernlik kabul edildiği bir ortamda gençlere nasıl bir "Milli Eğitim" verilebilir?

Müfredat ve ders kitapları yüz yıldır aynı çarpık zihniyetin kontrolünde; ruhsuz, bilinçsiz, batı hayranı nesiller yetiştirmek için hazırlanmaktadır. Tarih, edebiyat, felsefe, din ve ahlak dersleri resmi ideolojinin emrinde düzmece kahramanlar ve kurgulanmış olaylarla sosyal bilim olmaktan çıkarılmıştır.

KÜLTÜR ÜVEY EVLAT MI?

Eğitimden sonra ikinci büyük yozlaşma maalesef kültürümüzde yaşanıyor. Yüz yıldır din karşıtlarının kontrolünde olan kurumlar, kültürü öylesine istismar etmişler ki, biz ne kadar çabalasak da sathi kalıyor. İrfan ve medeniyetimizin adını kültür koyarak basitleştirip her türlü emperyalist düşüncenin tesirine açık hale getiriyoruz. Sonra da siyaseten iktidar olduk ama fikren iktidar olamadık diye şikayet ediyoruz.

Meselenin daha can alıcı noktası ise turizm ile kültürün bir araya getirilmesidir. Yani kültür, turizmi desteklemek ve ülkemize gelecek turist sayısını artırmak için bir materyal olarak görülüyor. Acaba şiş kebap ve Türk lokumu da önemli bir kültür değeri midir? Turistlerin cami ve müze gezmeleri büyük bir kültür hizmeti midir?

Öncelikle kültürü turizmin mezesi olmaktan kurtarmamız lazım. Sonra da kültür müdürlüklerine liyakatli. ehliyetli ve dirayetli yöneticiler tayin ederek yaşadığımız "kültür emperyalizmi"nin önüne nasıl geçeceğimizi ciddi olarak düşünmemiz lazım. Gençlerimizin teknoloji bağımlısı olması, sosyal medyanın insanlarımızı esir alması, yaşanan büyük ahlak bunalımı ancak milli kültürümüze dönmekle, dini ve manevi değerlerimize gereken önemi vermekle aşılabilir. Kitap okuma, anlama, düşünme, fikrini ifade edebilme, yazıya dökebilme, olgun bir şekilde tartışabilme hasletlerine ancak kültürel zenginliklerle kavuşabiliriz. Elbette yapılan güzel faaliyetleri takdir etmeliyiz. Beştepe Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi ile Rami Kütüphanesi gerçekten yeni yüzyıla yakışır niteliktedir.

"TÜRKİYE YÜZYILI" NEDİR NE DEĞİLDİR?

"Türkiye Yüzyılı" düşünmektir, çalışmaktır, üretmektir. Tembellik, israf ve lüks tüketim çılgınlığı değildir!

"Türkiye Yüzyılı" dürüstlük, ahlak, fazilet ve kanaattir. Rüşvet, yolsuzluk ve köşeyi dönme değildir!

"Türkiye Yüzyılı" bilinçli, erdemli, çalışkan, fedakar yeni nesiller yetiştirmektir. Sadece yol, köprü, baraj inşa etmek değildir!

"Türkiye Yüzyılı" milletini seven, her ortamda ülkesiyle iftihar eden gençler yetiştirmektir. Milletine, dinine düşman sanatçılar, sporcular yetiştirmek değildir!

"Türkiye Yüzyılı" doğru, faydalı, adil icraatlar yapmaktır. Geçmiş yüz yılın veya yirmi yılın hatalarını aynen tekrar etmek değildir!

"Türkiye Yüzyılı" seksen beş milyonun ortak refahı için çalışmaktır. Sadece belli bir kesimin menfaatine hizmet etmek değildir!

Bağımsız Çeçenistan'ın temel taşı Cevher Dudayev'i şehadetinin 28. yıl dönümünde rahmetle anıyoruz Bağımsız Çeçenistan'ın temel taşı Cevher Dudayev'i şehadetinin 28. yıl dönümünde rahmetle anıyoruz

"Türkiye Yüzyılı" devletin bir mumunu dahi kendi işinde kullanmamaktır. Lüks, israf ve sınırsız harcama değildir!

"Türkiye Yüzyılı" yönetimde ehliyet ve liyakati esas alarak her makamın hakkını vermektir. Adam kayırma, iltimas ve tepeden inme tayinler değildir.

"Türkiye Yüzyılı" İslam ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleriyle ortak ciddi projelere imza atmaktır. Emperyalistleri memnun etmek değildir!

"Türkiye Yüzyılı" Kudüs'e, Doğu Türkistan'a, Yemen'e ve dünyadaki bütün mazlumlara sahip çıkmaktır. İsrail'e büyükelçi tayin etmek hiç değildir!