Toplumların genel huzuru ve güveni, bütün kamusal araçların varlık sebebi olduğu gibi; idareyi temsil eden fert ve kurumların, her an, her yerde ve herkesi denetlemesi, gözetlemesi şeklinde bir insanüstü aşamayı gerçekleştirme şansı bulunmuyor.

Dünyanın farklı ülkelerinde, metropollerin denetlenmesi ve şehir sakinlerinin ve ziyaretçilerin düzeni bozmadan, birbirinin hukukunu ve meri kuralları çiğnemeden hayatlarını idame ettirmeleri amacıile, gerek teknoloji gerekse insan gücünün her türlü imkanından faydalanıldığına dair birçok örnek görmüş, duymuş veya okumuşuzdur.

Her köşeye bir kamera sistemi monte edebilir, görevli bütün personeli 24 saat mesai ile sürekli sahada tutabilirsiniz ama insan denen varlık, mutlaka bir kaçamak, bir gözden ırak nokta, bir yol bulacak ve kurallara uymamayı, kanunları çiğnemeyi başaracaktır.

Zaten, dünyanın hiçbir devrinde, hiçbir idari sistem ya da mekanizma altında, mutlak ve kesin kontrol sağlanamamıştır. Ancak halkın çoğunluğunun düzene tabi olması, kurallara uyması ve kanunlara riayet etmesi, genel görünümün göstergesi olmuştur.

Kaldı ki; görevliler de kurallara aykırı hareket edebilmekte ve kendilerine verilen yetkileri istismar edebilmektedirler. Yani görevliyi de denetlerseniz, onu denetleyeni de, denetleyenleri denetleyeni de ve sürekli devam eden bir döngüye girebilirsiniz. Bu devlet mekanizmasıdır aslında ve en tepeden başlayarak en alttaki memura kadar, denetleme ve kontrol zincirinin sağlamlığı kamu gücünün en değerli yanıdır.

Fertlere gelince, gerek bizzat düzenin korunmasından sorumlu olanlar, gerekse en alakasız ve kenardakiler için değişmeyecek asıl ve mutlak denetleme organı aslında herkesin kendi vicdanıdır.

Artık insanların inançlarıyla ilgili kesin yargılardan uzak durmak zorunda kalıyoruz. Zira inancının çok sağlam olduğunu ve kendi dinine uymayan, hele de bir başkasının hakkını çiğnemek olan davranışları, pek düşünmeden hatta rahatlıkla yapan insanlar görmek sıradanlaşıyor.

Bu yüzden, trafiğin düzgün akması ya da çöplerin doğru ayrıştırılması gibi basit ve temel yöntemler bile ancak kişilerin vicdani sorumluluklarına uymaları ölçüsünde başarılı olabiliyor.

İnsanların şehre ve topluma karşı sorumluluklarını yerine getirme noktasında gösterecekleri duruşu belirleyen ve artık neredeyse karakter olarak benliğine yerleşen bazı davranışlar, çocukluktan itibaren yerleşen algılar, doğru ya da yanlış örnekler tarafından aşılanıyor.

Daha küçücük bir çocukken, annesinin kendisine yemesi için açtığı dondurmanın paketini sokağa attığını görerek büyüyen birinin, ileride doğru davranışı göstermesi için çok ciddi eğitilmesi ve denetlenmesi gerekiyor. Ancak yine de refleks bir hareket olarak, çöpünü sokağa atabiliyor.

Babasının elinden tutarak, kırmızı ışıkta karşıya geçirdiği ya da aracını kullanırken, yol babasından miras kalmış rahatlığı, kameraların görmediği yerlerde yaptığı kural ve hak ihlalleri, arka koltuktaki minik beynin kıvrımlarına öyle bir yer ediyor ki; dersler, denetlemeler, cezalar ve dahası, bir yerde işe yaramayabiliyor.

Bu yüzden; ortak yaşam kültürü, şehirde yaşamanın kuralları, sokakta yürümenin adabı, kaldırımları kullanmanın anlamı, araç kullanmakla ilgili titizlik, insanlara hitap şekli, çöp kutusu kullanma alışkanlığı, terbiyeli bir fert olarak topluma karışma tarzı, yüzünün ve ellerinin temizliği, üstünün eski ya da yeni olması değil ama temiz olması gibi nezaket kuralları, umuma açık yerlerde yere tükürmenin en az herkesin içinde tuvaletini yapmak kadar ayıp olduğu, insanların arasında elinin kolunun nerede durduğuna dikkat etmek gerektiği, başkalarına saygısızlık etmenin ve haklarını çiğnemenin ahlaksızlık olduğu, erdemli ve dürüst bir insan olmanın en değerli hazine olduğu, daha çocukken, küçücükken minik beyinlere nakşedilmesi gereken temel insani değerler olmalı.

Bu dünyanın dini olarak imarından, insani olarak korunmasından ve gelecek nesillere, daha güzel ve kaliteli bir toplum yapısı bırakmak gibi bir ödevimiz olduğundan artık bahsetmek bile istemiyorum. İnsanlık, ahlak ve erdem üzerine bina edilir ve bu yüzden ahlaksız ve erdemsiz kişilere; “insanlığını kaybetmiş” deriz. Şehir ise ortak yaşama kültürü üzerine bina edilir ve buna uyum sağlayamayanlar sadece kendilerinin değil, herkesin hayatını zorlaştırmaları sebebiyle hak ve sorumluluk altında kalırlar.

Şehir; fiziksel ve ruhsal zorlukların arasında, kalabalıkların ve curcunanın ortasında, havasının ve suyunun bile sorun olduğu bir hayatı, bilerek ve isteyerek kabullenmenin ve buna göre yaşamanın gereklerini yerine getirenlerin inşa ve ihya ettiği bir toplumsal yaşam biçimidir.

Kendimiz ve gelecek nesillerimiz için; şehirlerimizi korumak, ortak bir yaşam kültürü geliştirmek, olanları kabullenmek ve ileriye bakmak durumundayız.