Çakallar bir araya gelip gizli bir plan yaptılar. Ormanı arslanın hakimiyetinden kurtarmak istiyorlardı. Arslanı “koyun” olduğuna inandıran bir yol buldular. Yapılan sürekli telkinler etkisini gösterdi.
Arslan kendini koyun zannediyor, etrafta, süklüm büklüm geziniyordu. Durum böyle olunca hakimiyet kolayca çakalların eline geçmişti.
Ormanda sükûnet ve adalet kaybolunca mağdur olan orman sakinleri grup grup arslanın yanına gelip şunu söylüyorlardı:
“Artık aslanlığını göster. Krallık sizin hakkınızken gasbedildi. Halimiz perişan. Şöyle bir kükreyin hele. Göreceksin bütün çakallar saklanacak yer arayacak.”
Yazıya niçin böyle bir hikâye ile giriş yapma gereği duyduk?
İki asırdan beri Batı taklidine özeniyoruz. Memleketimizde genç ruhlara sunulan her şey, program, kitap, metot, hepsi Garbın malını aktardığımızdan çocuklar elimizde kendimize ait bir şey olmadığına inanmaya başlıyorlar. Güvenleri gelişmiyor. Aşağılık kompleksi içinde Batılılar istediği fikir ve modelleri dayatıyorlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste isimli eserinde şu ifadeler geçer:
“Oğlum Behçet, ‘Sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin?’ İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü… Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur…”
Ülkemiz son yıllarda küreselci çetelere karşı büyük bir kurtuluş harbi veriyor. Sömürgeci “çakalları” ürküten gelişmeler oluyor ülkemizde. Yerli üretimdeki başarı hikayeleri sömürgeci “efendileri” çileden çıkarıyor. Türkiye "bir imparatorluğun mirasçısı" olduğunu hatırlamaya başladı. Bu uyanışın etkileri sadece Türkiye’de değil, Dünya yüzünde mağdur ve mazlum milletlerin de umudunu artıryor. Türkiye, tarihi misyonuna tekrar çağrılıyor. O yüzden “Haçlı güçleri” ve yerli işbirlikçileri büyük bir telaş içinde.
Bürokrasi setlerini aşarak uyanışa öncülük edenlerden birisi de Selçuk Bayraktar oldu. Baykar Teknoloji lideri Selçuk Bayraktar çıkıyor ve şunu söylüyor: Teknoloji transfer ile kopya ve taklit teknoloji ile bir yere varamayız. İHA’ları ve SİHA’ları yapabilmek için yıllarca çalıştık. Geliştirdiğimiz sistemleri gittik ekimizle birlikte dağlardaki karakollarda aylara kalarak denedik. Sınırın karşısına dahi geçtik. Sistemin hatalarını tesbit edip giderdik. Üstüne koya koya bu günkü hale getirdik. Ve hiçbir katkı olmadan % 100 yerli mühendislik, işçilik ve parçalarla ürettik. Yazılımlarını devamlı güncelliyor ve geliştiriyoruz. Kimse bize şuna sat, buna satma diyemez. Ambargo koyamaz. Çünkü, kimsenin katkısı yok.
Kurtuluşun Anahtarı Yerli ve Milli Olmak
Yerli ve milli modeller üzerinde ısrarcı olmamızın sebebi şu: Kendi tecrübe ettiklerinizden yola çıkarak başarı merdivenlerini tırmanabiliyorsunuz ve kendi değerlerinizi kattığınız modellerle zirveye ulaşabiliyorsunuz. Dünyanın en iyi eğitim modeli de olsa onda kendinden bir katkı ve değer görmeyen öğretmen ve öğrenci modele/esere/harekete sahip çıkmıyor.
Selçuk Bayraktar örneği bize şunu gösteriyor: Eğer taklitte kalıyorsanız, kopyalama ile meşgulseniz, ürettikleriniz araştırma- geliştirmeye (AR-GE) dayalı değilse, teknolojik bağımlı ülkeler sınıfında kalmaya mahkumsunuz.
Tarih ve geçmişten kopuk, ithal, kopya ve taklit üzerine kurulu okul ve eğitim sistemleri bünyeye uymadı. Ne öğretmen benimsedi ne de öğrenci. İnsanımızı da hiçbir zaman motive etmedi. Başka ülkelerin modelleri şimdiye kadar bizi aldatıp durdu. Avrupa’dan ithal eğitim metotları ile varılan yerin vahameti ortada. Halbuki yerli modellerle çözüme başlasaydık, hayırlı ve muvaffakiyetli eğitim modeline çoktan ulaşmış olacaktık.
Bu ülke insanı krizlerle boğuşturularak, darbelerle, son olarak paralel yapılanmalarla uyutuldu. Ülkemiz bu yüzden de hangi tür araştırmalar yapacağını, nereye gideceğini bir türlü konuşamadı. Kalkınmanın öncüsü üniversite ile eğitim ve buluşçuluğa dayalı kalkınma unutturuldu. Toplum bilim ve araştırma ile uğraşmasın, üniversiteler bir diploma fabrikası haline gelsin diye YÖK Yasası kuruldu. Üniversitelerde topluma hizmet edenler adeta cezalandırıldı.
Selçuk Bayraktar’ın söylediklerine bakarak ARGE’ye dayalı yerli model geliştirmenin, hedefli ve güdümlü projelerde çalışmanın önemini iyice anlıyorsunuz. Ülkemizdeki bilim ve teknik potansiyeli, ülkenin gelişmesi için kullanacak potansiyel mekanizmaları farketmeye başlıyorsunuz.
Sıra Maarifte
Bilimde ve eğitimde kendi referans sistemlerinizle ayağa kalkabiliyorsunuz. Medeniyet kendi tekniğini üretir. Kendi metafiziğinize ait teknik üretimine geçmediğiniz sürece hep kopyada kalıyorsunuz
Artık şimdi daha iyi farketmiş bulunuyoruz ki; okullardaki süregiden eğitim kendi kültürümüze ait tekniği doğuracak nitelikte değil. Avrupa’nın kendilerine uyguladıkları eğitim ve bilim modelini aldığımızı modernleştiğimizi zannediyoruz değil mi? Hayır. Bilakis geriye gidiyoruz. Çünkü aldığımız modeller Avrupa’ın kendisine uyguladığı eğitim modeli değil. Onların sömürge ülkeleri için tasarladıkları ve uyguladıkları eğitim modelleri…
Kaldıki, mesela İngiliz eğitim sistemini, yahut İskandinav ülkelerinin eğitim sistemini doğru bir şekilde taklit etsek bile sonuç fecaat olmaktadır. Evet İngiliz, Finlandiya İsveç, Alman eğitim metotları iyi olabilir. İyi olmasının sebebi şu: Onların maksadına uygun iyi İngiliz, iyi İsveçli, iyi Alman yetiştirdiği için. Bunda muvaffak olmuşlar. Bir milletin terbiye metodu diğerine uymuyor. İngiltere'den aldığınız terbiye metodu ile iyi bir İngiliz vatandaşı yetiştirmeniz mümkündür. Ama kendi insanımızı asla değil. O yüzden iyi eğitim alanların geneli İngilizce konuşup yazmaya, İngiliz gibi düşünmeye, onların memleketlerini sevmeye, onlar gibi yiyip onlar gibi içmeye özenti duyacaklar ve Türkiye’de mutlu olmayacaklardır.
Teknofestlerle Açılan Yeni Ufuklar
Konuyu Teknofest 2023’e getirmek istiyorum. Teknofest 2023 her ne kadar uzay ve havacılık başlığı ile tanıtılsa da diğer alanları da içine alarak sürekli kapsama alanı genişliyor. Teknofest 2023’e 40 dalda buluş ve yenilik fikrine dair projelerin yer almış. Mesela bizi şaşırtan noktalardan birisi hem tarım ve hem de eğitim teknoloji alanına dair standların da yer almış olması.
Şaşırdık, çünkü Bayraktar ailesi savunma sanayi dışında diğer alanlara mesela sağlık maarif alanlarına da el atacak mı? sorusu gündeme gelmektedir.
Canan Bayraktar Toplum Sağlığı Vakfı (Can sağlığı Vakfı) kurulması sağlık alanına da el atılacağının bir işareti olabilir. Eğer öyleyse, tıbbi alanda da dışa bağımlılıktan kurtulacağımız günlerin yaklaştığını söyleyebiliriz. Hatırlarsak COVİD günlerinde ilk yerli solunum cihazı hem de kısa süre içinde Baykar firmasınca üretilmişti.
Savunma sanayiinde olduğu gibi sağlık alanında da bürokrasiye takılmayan bir yapılanmayı dört gözle bekliyoruz. “Sağlık Enstitüleri Başkanlığı” zaten bu amaçla kurulmuştu. Sağlık Enstitüleri Başkanlığı tüm gerekleri ile yapılanırsa yakın bir gelecekte savunma sanayiinde esen benzer fırtınaları sağlık alanında da göreceğiz demektir.
Sağlık Enstitüleri Başkanlığı konusunu Haber Vaktindeki köşe yazımda kaleme almıştım. Bu hayati konuyu aşağıda bağlantı adresini verdiğim yazımızla tekrar dikkatlerinize sunuyorum. Böylece Sağlık Enstitüleri Başkanlığının (SEB) kuruluşunun önemini ve gereğini tekrar hatırlamış oluyoruz.
www.habervakti.com/tusep-toplantisi-kurulusu-ve-geciken-milli-saglik-endustrileri-baskanligi
Sağlık teknolojileri alanında özellikle ilaç üretimi önündeki bürokratik surları ve mayınlı yolları ve de çıkış formüllerini ele aldığım başka bir yazımızı da bu vesile ile tekrar dikkatlerinize sunmak isterim.
www.haber7.com/guncel/haber/3053869-yerli-ilac-uretiminin-onu-nasil-acilir
Yazılarımızda ifade ettiğim gibi yakın zamanda kuruluşu gerçekleştirilen Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığını hayata geçirebilirsek, ilaçtan aşıya, tanı kitlerinden tıbbi cihazlara kadar teknolojik sağlık ürünleri büyük ölçüde yerli ve milli hale getirilebilir, yerli ve milli üreticiler engellemelerden kurtulabilir.
Hulasa Sağlık Enstitüleri Başkanlığının kuruluşunun daha fazla gecikmemesi için herkese görev düşüyor.