Mart 2021’de sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, açıkladığı Reform Paketi’nde, iki yeni teşkilatın kurulacağı müjdesi verilmişti. Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak kurulacak bu iki teşkilattan biri Yazılım ve Donanım Endüstrileri Başkanlığı, diğeri de Sağlık Endüstrileri Başkanlığı idi.
Sağlık Endüstrileri Başkanlığının kurulması ile Türkiye’de ilaçtan tıbbi cihaza, yeni teknolojilerin teşvikinden yerli ve milli üretimin desteklenmesine kadar tüm başlıkların tek çatı altında toplayacağına dair müjde verilmişti.
Haber sayın Cumhurbaşkanlığı tvitinde şu şekilde yer almıştı.
“Yenilikçi ve güçlü bir sağlık endüstrisinin geliştirilmesi amacıyla Cumhurbaşkanlığına bağlı Sağlık Endüstrileri Başkanlığı kuruyoruz. İlaçtan aşıya, medikal cihazlardan biyoteknolojik ürünlere kadar pek çok stratejik malzemenin yurt içi imkanlarla rekabetçi bir şekilde geliştirilmesi ve üretilmesi çalışmaları, bu başkanlığın sorumluluğunda yürütülecektir”
Sağlık Endüstrileri Başkanlığının (kısaca SEB) kurulması savunma sanayiinde olduğu gibi sağlık alanında da aradan bürokratik engellemelerin kalkması anlamına geliyor. Bu fırsatı iyi değerlendirebilirsek, ilaçtan aşıya, tanı kitlerinden tıbbi cihazlara kadar teknolojik sağlık ürünleri büyük ölçüde yerli ve milli hale getirilebilir. Yerli ve milli üreticiler engellemelerden kurtulabilir. Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığının kurulması Savunma Sanayiinde olduğu ilaç gibi sağlık ürünlerinin yerlileşmesi konusunda öncü rol oynayabilir.
Halbuki, 2 yıl geçmesine rağmen SEB henüz kuruluşunu tamamlayıp faaliyete başlamadı.
TÜSEP ülkemiz Sağlık sektöründe STK dernek ve vakıflardan meydana gelen bir çatı kuruluşu. TÜSEP, Sağlık Enstitüleri Başkanlığının hayata geçirilmesi yolunda bilim adamları ile bir dizi toplantılar düzenledi. O toplantılara uzman bilim adamı sıfatı ile katılmıştık. TÜSEP ve Sağlığın Geliştirilmesi Derneği konu ile ilgili bir dizi toplantılar düzenledi. Hazırlanan raporlar üst mercilere ve yetkililere ulaştırılmıştı.
TÜSEP Toplantısı
Platform; kendisine bağlı STK liderleri ile 14 Nisan 2022 günü Grand Cevahir’de iftar yemeğinde bir araya geldi. YÖK başkanı Erol Özvar, İstanbul Sağlık İl Müdürü, bazı üniversite rektörleri (İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Üniversitesi…) ve dekanlar da oradaydı.
Toplantıda STK yetkilileri kendi sorumlu oldukları alanlarda problemleri dile getirdiler. Toplantının bir amacı, özellikle Yüksek Öğretim Başkanlığı ile ilgili sorunların doğrudan YÖK başkanına iletilmesi idi. Sıra bana gelince konuyu kuruluşu geciken Sağlık Endüstrileri Başkanlığına getirdim. Konuşmaya Türkiye'nin farkedilmeyen gücüne ve potansiyeline dikkat çekerek başladım. Bu potansiyelin değerlendirilmesi halinde Türkiye’nin kazancının devasa boyutunu ele aldım. Ben burada sadece kısa bir özetleme yapacağım.
Türkiye’nin Farkedilmeyen Gücü
Türkiyenin pazarlanabilir en büyük bir gücü elindeki sağlık hizmetleri potansiyelidir.Bu potansiyelin pazarlanacak şekilde (konaklama ve seyahat -turizmle birleştirilerek) kolaylaştırılması ve bürokratik işlemlerin azaltılması halinde ülkemiz ABD ve Amerika'nın hatta dünyanın sağlık merkezi haline gelebilir. Bu yönü ile ülkemiz büyük bir imkan ve fırsat sunuyor.
Turkiye sağlık sektöründe sahip olduğu değerin kıymetini biliyor mu? Hayır. Bu potansiyeli değerlendiriyor mu? Yine hayır.
İleri derece teknolojiye ve bilgiye sahip olmasına rağmen sağlık sistemi Amerika’nın en büyük bela ve bütün veriler gelecekte daha da sıkıntılı olacağını gösteriyor. ABD’de sağlık alanındaki çaresizliğinin küçük bir göstergesi şu: Sağlık faturaları ilk on iflas sebebinden birisi haline geldi. Yılda 50,000 kişi sadece fatura endişesinden dolayı doktora gidemiyor ve hayata veda ediyor. Bu durum büyük resmin küçük bir kesiti aslında.
Sadece Amerika değil Avrupa’da da sağlık harcamaları son 50 yılda yukarı doğru hızlıca ilerlemektedir. Halbuki Amerika ve Avrupa’nın elinin bu kadar çaresiz kaldığı bu alanda ülkemiz çok güçlü. Ülkemizin sağlık sektörü elimizdeki katma değeri en yüksek çıktı olarak bulunuyor.
Madem bu kadar değerli bir güce sahibiz ve başta ABD ve AB ülkeler olmak üzere diğer ülkelerin de ihtiyacı varken bizler niye bekliyoruz?
Türkiye’nin sağlık alanında Amerika ve Avrupa’nın sağlık merkezi haline gelmesinin önünde bir engel var: Bürokratik hantallık. Bu engeli aşabilsek direk sahada yapılacak iyileştirmelerle ülkeye akacak olan girdinin büyüklüğü tahmin bile edemeyiz.
Yapılacak en büyük adım elimizde sahip olduğumuz bu gücün farkında olmamız. Sonrası suyun yolunu bulması gibi gideceği yere akacaktır. Bu imkanı değerlendirebilsek, Türkiye dünya tıbbında bir merkez haline gelebilir. İnsanlığa sunulan bu hizmetle sağlığına kavuşan milyonlar ülkemize gönül köprüleri ile bağlanacaktır.
Hulasa, Türkiye’de teknolojik inovasyon için de bilim ve teknoloji geliştirmek için büyük bir potansiyel var. Dünyanın sağlık merkezi olabilecek imkanlarımız mevcut. İmkanlar ve alt yapı çok iyi. Hulasa sağlık alanında “Dünya liginde” oynayabilecek çok iyi “oyuncularımız" ve alt yapımız var. Ne varki amatör küme mantığındaki bürokrasi anlayışı “oyuncuların” önünde engel teşkil ediyor.
KURULUŞU GECİKEN SAĞLIK ENDÜSTRİLERİ BAŞKANLIĞI
TÜSEP yetkililerinin organize ettiği toplantıdaki kısa konuşmamda bu ön bilgiyi verdikten sonra konuyu Sağlık Endüstrileri Başkanlığına (SEB) getirdim.
TÜSEP ve Sağlık Politikaları ve Sağlığın Geliştirilmesi Derneği yetkilileri SEB’in sağlıklı bir şekilde yapılanması ve milli ve yerli sağlık endüstrilerinde öncü hale gelmesi için uzmanlar ve bilim adamları nezdinde kapsamlı çalışmalar yaptı. Bu çalışma ekibi içinde ben de yer almıştım. Hazırlanan raporlar üst makamlara ve ilgililere iletilmişti.
Şimdi sorumuz şu: Sağlık Endüstrileri Başkanlığı (SEB) kurulduğu halde, aradan bunca zaman geçmesine rağmen niçin faaliyete başlamadı?
Toplantıda konuyu kısaca sunmuştum. Şimdi ise konuyu biraz daha ayrıntılı ele alıyorum.
Orada da vurguladığımız gibi, Son yıllarda ülkemiz büyük atılımlar yaptı. Yollar, köprüler, havalimanları vs. Bundan sonra ülkeyi uçuracak olan ileri teknoloji, özellikle kimya ve biyoteknoloji projeleridir. Tıbbi biyomedikal cihaz ve malzemelerde dışa bağımlılığın sona erdirecek çalışmalardır. Bilime dayalı yatırımlardır.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı (SEB) ülkemizi acentacıların hakimiyetinden kurtarabilir, yabancı firmalar desteğinde ülkemizde kurulan koloni düzeninin kalelerini yıkabilir, bürokrasiyi engel olmaktan çıkarabilir. Milli Sağlık Endüstrilerinin kurulması ile ilaç ve cihaz aletlerinin üretiminde yerlilik oranı, % 5-10 ların çok ötesine savunma sanayiinde olduğu gibi zamanla % 60-70 lere çıkabilir.
Bilim adamları etken maddeyi hazırlıyorlar. İlaç adayı aktif molekülleri belirliyorlar. Sonraki safhalara geçmede hep engellemeler ortaya çıkıyor. Bu yüzden ülkemiz kendi yerli ve milli ilacını hazırlayamıyor. SEB’in kuruluşu tüm bu tıkanıklıklara çözüm olabilir.
Bu aşamada yapılması gereken Sağlık Endüstrileri Başkanlığının (kısaca SEB) misyon ve vizyonunu doğrultusunda hayata geçirilmesi olacaktır. Milli Savunma sanayiindeki hedefleri SEB'e uyarlayabiliriz. Uyarlamalıyız. Gerek akademi, gerek bürokrasi gerekse de sektör tarafından muhataplar ve taraflar bir araya gelecek, hangi kurum nerede yer alacak tarafların konumu belirlenmelidir. Mevzuat hazırlanmasında sorumluluk ve görev tanımlarının doğru yapılması ve tarafların yer almasını sağlamak çok önemli. Bir oldu bittiye meydana verilmemelidir. Yapının doğru kurgulanması yeterli değildir. Kurum birimlerinin ehil ellere teslim edilmesi bir o kadar önemlidir. Ehil ve liyakat sahibi insanlara görevlerin tevdi edilmesi esastır. Eski siyasetçiye, bir siyasetçinin yakınına ya da konuya uzak birine bir makam, paye vermek için makamların tevdi edilirse daha işin başında sistemin ölü doğasına yol açacaktır.
Yönetici ve kurucu kadroda ehil ve idealist isimler yer almalıdır. Bir Selçuk Bayraktar (Baykar Savunma teknik müdürü), İsmail Demir (T. C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı), Mahmut Akşit (TEI Başkanı) doğru ve ehil isimlerdi. Savunma sanayiinde yazılan destana sadece ülkemiz değil tüm dünya şahit olmaktadır. Aynı ferasetin SEB’de de gösterilmesini bekliyoruz. SEB’i sağlıkta milliliği ve yerliliği dava edinmiş kadrolara teslim etmeliyiz. Direksiyonda proje ve patentleri/buluşları ile tanınmış, araştırmacı kişiliği ve yöneticiliği/tecrübesi ile öne çıkmış kişiler yer almalı.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı ülkemizi acentacıların hakimiyetinden kurtarabilir, kurulan koloni düzeninin kalelerini yıkabilir, bürokrasiyi engel olmaktan çıkarabilir. Milli Sağlık Endüstrilerinin kurulması ile ilaç ve cihaz aletlerinin üretiminde yerlilik oranı, % 5-10 ların çok ötesine savunma sanayiinde olduğu gibi zamanla % 60-70 lere çıkabilir.
Bilim adamları etken maddeyi hazırlıyorlar. İlaç adayı aktif molekülleri belirliyorlar. Sonraki safhalara geçmede hep engellemeler ortaya çıkıyordu. Bu yüzden ülkemiz kendi yerli ve milli ilacını hazırlayamıyordu. SEB’in kuruluşu tüm bu tıkanıklıklara çözüm olabilir.
Geleneksel ve tamamlayıcı tıbbı diriltmeye yönelik Sağlık Bakanlığının son yıllarda bazı atılımları oldu. Mesela refleksoloji, müzik terapi, osteopati, proloterapi, apiterapi, mezoterapi, homeopati, fitoterapi ve akupunktur ile larva, hi̇pnoz, sülük, kupa ve ozon uygulamaları alanlarında eğitim standartları yayınladı. Bunlar önemli gelişmeler. Ancak önünü açacak çalışmalara geçilemedi. Kısıtlayıcı ve engelleyici yasa ve uygulamalar var.
Yine ülkemizde endemik bitkileri tıbbın emrine verecek bazı planlar yapıldı. Ancak bu planları hayata geçirilecek adımlar atılamadı. Ülkemizde 4 bin 750 endemik bitki var. "Tüm Avrupa'daki endemik bitkileri topladığınızda bile Türkiye'deki sayıya ulaşılamıyor.
Ne binlerce yıllık geleneksel tıbbı, ne de bugünkü modern tıbbın imkanlarını yok sayabiliriz. Her ikisinin getirilerini bir araya getirebilir ve birleştirebilir, insanoğluna daha fazla sayıda şifa metodu sunabiliriz. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp ile modern tıbbı birbirlerinin alternatifi olarak gösteren yanlış kanaatler var. Halbuki bunlar birbirinin destekleyicisi ve tamamlayıcısı halini almalıdır.
BÜROKRATİK OLİGARŞİ
Sağlık alanında tedbirler ve planlar niçin hayata geçirilemiyordu? Neden güzel projler yolda kalıyor, yada içi boşaltılıyordu?
“İlaç ruhsatlandırma kriterleri” denilen dünya sağlık sitemini tekelinde tutan “BIG FARMA” denilen büyük ilaç devleri var. Bunlar ilaç üretimini kendi tekellerine almışlar. Bunların kurduğu sistemlere karşı büyük mücadele lazım.
Ülkemizde ilim ve teknoloji gücü var. Olmayan şey ise bu sistemlere karşı mücadele. Bu yüzden ürünüzü ruhsatlandıramıyorsunuz ve üretemiyorsunuz.
En fazla siz onların pazarlama ayağa halinde kalıyorsunuz. Paketlemeciden öte gidemiyorsunuz. Yani onlara hizmet ediyorsunuz. Ülkemizde durum bu büyük ölçüde.
Gözü doymaz kar hırsı ile ilaçları fahiş fiyatlarla satma adeta ilaç sektörünün vaz geçilmez adeti haline geldi. ABD de ilaç firmaları fiyatı istedikleri gibi belirlemektedir. Domuz gribini hatırlayalım. Televizyonlarda gribin reklamı yapıldığı ay aşısını dünyaya tahmini yarım milyar, dünyaya ise 55 milyar dolara sattılar. “Bir ilacın üretimi için en az 10 yıl gerekiyor” diyordunuz. Hani nerede? Demek bu kurallar kendileri için geçerli değilmiş. İlaç şu anda Dünyada en büyük rant ve gelir kaynağı. O yüzden global firmalar ilaç sektöründe ortak kabul etmiyorlar; yüksek rant sebebiyle tekellerinde kalmasını istiyorlar.
Bürokrasi nasıl engelliyor? Hangi metotları kullanıyor?
Ülkemizde “helva yapmak” için yeterli malzeme var. Bürokrasi, helvacıların önünü kapatarak, onlara imkan vermeyerek yıldırarak, sindirerek engelliyor.
Bürokrasi nasıl engelliyor? Bir misal verelim. Yerliden 1 liraya almanın makul olduğunu adı gibi biliyor. Ama mesela yabancı A firmasından 4'e alınınca alacağı komisyonu yerliden alamıyor. Niçin alamıyor? Yerleşmiş rüşvet mekanizmasından söz ediyoruz. Bu yüzden de yerli müteşebbisler bir bir eziliyor. Yerli üretici bu durumda ürünlerini kendi ülkesine satamıyor. Yabancıya da satamıyorsa, ayakta kalamıyor. Globaller sonunda bunları satın alıyor. Yeşeren filizler bir bir soluyor bu şekilde.
İşte Sağlık Endüstrileri Başkanlığı denizin ortasında fırtınada yapayalnız kalan müteşebbisin elinden tutmak için yeni bir sistem vaadediyor. Yerliye kol kanat olacak. Onların globallerce bertaraf edilmesini önleyecek.
Ülkemizde globallerin dizayn ettiği bir bürokrasi hakim olduğundan, “iyi takımlarınız” da olsa kale kapalı olunca gol atamıyorsunuz. Bu mevzuat milli ve yerli olanın önüne geçiyor.
Bürokratik oligarşinin gizli gücü ile "menfaate dayalı bir bürokrasi" düzenini kaldırabilirsek müteşebbis ve hamiyetli, buluşçu insanlarımızın önü bir bir açılacak.
SEB ayağımıza takılan, koşmamıza engel olan bu şeytani oligarşik menfaat düzenin kaldırılmasını vaad ediyor. Böylece merkezi otorite düzenleyici gerekli kararları alabilecek. Ödemeyi yapan merkezi otorite, kuralları yerli lehine koyabilecek. Çünkü SEB aradan bürokrasiyi kaldırmak için kuruldu.
Bir örnekle konuya devam edelim.
Sağlık bilimi ve teknolojisi alanında araştırma yapmak ve bilimsel çalışmaları desteklemek amacıyla 2015'te kurulan TÜSEB’e konuyu getirmek istiyorum. TÜSEB ile SEB’i karıştırmayalım. TÜSEB de SEB gibi "yerlileşme ve millileşme" vizyonunda en önemli yapı taşlarından biri olarak kuruldu. Ancak Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak değil, Bakanlığa bağlı bir birim olarak kuruldu. TÜSEB de SEB gibi kendi milli ilaç ve aşı geliştirmenin, kendi insülinimizi, tanı kitlerini geliştirmek için doğrudan tıbbi ürünlere yönelik destekler için TÜSEB (Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı) kurulmuştu. TÜBİTAK gibi ARGE çalışmalarını değil doğrudan ürüne yönelik çalışmaları destekleyecekti. Halbuki TÜSEB’in geldiği ve bulunduğu noktayı görüyoruz. Bürokrasinin gizli gücü TÜSEB’in amacına ulaşmasını engelliyor.
TÜBİTAK daha ziyade ARGE çalışmalarına destek veriyor. Doğrudan sınai ürünler ve uygulamaya yönelik çalışmaları sınırlı kalmaktadır. TÜSEB Sağlık alanının TÜBİTAK’ı olacaktı. Doğrudan ürüne yönelik çalışmaları destekleyecekti.
TÜBİTAK’ın güzel destekleri var. TÜBİTAK da sınai ürünler için proje destekleri veriyor ama, bu destekler çoğunlukla nihai ürüne gitmiyor. abi suç elbette ne o projeyi hazırlayan ve sunan da ne de TÜBİTAK’ta. Suçlu yanlış işleyen sistemde.
Yetkililer bir daha düşündü. Ters işleyen mâkus talihi değiştirmek için ne yapılabilirdi? TÜSEB kuruldu. İlk defa ülkede sağlık ürünlerini yerli ve milli üretiminde devlet desteğini sistemleştiren bir mekanizma kurulmuş oluyordu.
Kuruluşundan uzun bir süre sonra TÜSEB aktif ve amacı doğrultusunda çalışmalar yapan başkanını buldu ve ekip kuruldu. Başkanlığa Prof. Dr. Adil Mardinoğlu getirildi. Bu atama daha önce alışkın olmadığımız bir seçim oldu. Tabanla irtibatlı, çalışkan –dinamik, çözüm üreten bir başkan... Ülkemizin önde gelen sağlıkçılarının, sağlık birimi yöneticilerinin ve sağlık sektörü liderlerinin yer aldığı Sağlıkta Birlik Platformun teşkil ettiği whatsup grubunda gelişmeleri takip ediyorduk. Bazı toplantılara da katılıyor; TÜSEB’in başlattığı projelerden de haberdar oluyorduk. Mesela yerli ve milli ilaç sanayiine katkı bu dönemde ülkemize 20 milyar TL değerleri bulan yerelleştirme ve istihdama vesile olmuştu.
Ekibin aniden istifası büyük bir şaşkınlığa sebep oldu.
Bu ani görev bırakma şahit olduğumuz aşağıda bir kısmını saydığımız projelein yarım kalmasına sebep oldu.
Yerli ve milli İnsulin üretme projesi. Bu projenin yerli üretimi için çok emekler verildi. Son aşamaya gelmişti.
İnsülin ithal eden firmaların hangi baskıları oldu acaba?
TÜSEB ve TITCK’ın Tıbbi beslenme ürünlerinin yerli ve milli hale gelmesi projesi. Hali hazırda % 100 ithal iken yerli hale getirmek için geliştirilen projesi başarı ile alt yapısı hazırlanmıştı.
Yerli Plazma albümin ve globolin projeleri. Alt yapısı hazırlanmış ve hızla ilerliyordu.
Yerli Aşı projeleri çalışmaları.
Genom projesi. Genom projesinde büyük çabalar sarfedildi. Alt yapısı ve ekipler hazırdı.
Başka projeler…
Başlatılan projelerin akamete uğratılması ve ekibin çalışmaması için tekerin önüne taş koyan sadece bürokratik oligarşi, menfaat ilişkileri değildir. Büyük emek verilen aşı projesi, insülin üretimi projeleri salt bürokratik nedenlerle mi akamete uğradı? Hayır. Yerli biyokimya kitleri ve hatta tanı cihazları üretimi gibi projelere destek olmayan, kayıtsız kalan, toplantı gündemine dahi aldırmayan siyasi iradenin bazı temsilcilerine ne diyeceğiz?
Özetle şunu diyebiliriz. Sağlıkla ilgili konularda ülke menfaatlerini ve halkın sağlığını her türlü siyasi, ticari ve kişisel (menfaat) hesabın üzerinde tutmazsak yeni yapı ile de istenen netice hasıl olmayacaktır.
Önümüzdeki süreçte hem bu geçmiş tecrübelerden gerekli dersler çıkarılmalı hem de ciddi bir değişim yönetimi yaklaşımı ile bu yeni yapıya geçiş süreci yönetilmelidir.
KENDİ HİKAYEMİZ
Mağdur olanlaran birisi de bizim çalışma grubumuz olduğundan, ilaç adayı moleküllerimizin faz çalışmaları projemizden söz edelim kısaca.
İlaç Geliştirme Alanında Uygulamalı Proje İş Birliği Çağrısı -2 (Başvuru no 7152) çerçevesinde başvurumuzu yaptık. Bu çalışmalar, daha önce başarıyla tamamladığımız ve Proje Performans Ödülü alan TÜBİTAK projemizin devamı olarak tasarlanmıştı. Kolay ve uygun yollarla sentezini başardığımız moleküllerin yüksek biyolojik aktiviteleri ortaya çıktı. İlaç adayı molekül oldukları belli idi. Özellikle kanser, tip 2 diyabet, Alzhemier hastalığı bunlardan bazıları. İlginçtir ki molekülün bir teki aynı anda dört beş çeşit hastalığa karşı ilaç adayı molekül konumunda idi.
Ekibimizle başvurumuzu yaptık. Başvurumuz sözünü ettiğimiz TÜSEB yönetiminin görevden ayrıldığı aylardan az bir zaman öncesine rastlamaktadır. 1 yıl kadar sonra bize gerekçesini anlayamayacağımız muğlaklıkta kısa olumsuz bir cevap geldi. O geçen bir yıl içinde gelişmeleri öğrenmek için kurumda muhatap dahi bulamamıştık.
Desteklenmesi için başvurusunu yaptığımız projedeki moleküllerin ön biyolojik aktivite çalışmaları ülkemizde bu sahada yetkin grup arkadaşlarımız tarafından yapılmıştı. Sonuçların bir kısmı dünyaca saygın önde gelen prestiji yüksek dergilerde yayınlanmıştı. Konuda 30 aşkın makale yayınlanmış ve 200’ü aşkın atıf almış çalışmalardan söz ediyoruz. Kinolin ve grubu moleküllerin sentezi ve biyolojik aktiviteleri ile sahasında bir ekol oluşturmuş bulunuyoruz.
SEB’in kurulması ile araştırma grupları ve bilim adamları için ümit doğmuş bulunuyor. Bilim adamları ön testlerle aktivitesi ortaya konulmuş ilaç adayı molekülleri yada preparatları hazır ediyorlar. Yüzlerce örneği bulunuyor. Ancak daha ileri gitmelerine izin verilmiyor. Ürüne dönüştürme yolu kapalı olunca makale olarak yayınlamak zorunda kalıyorlar. Bu durumda o çalışmaları ileri götürenler ve ürüne dönüştürenler biz değil, ABD ve Avrupta ülkelerindeki bilim adamları oluyor. Dolayısıyla mevcut yapı ülkemiz bilimini Batının taşeronu seviyesine indirmektedir.
Değişik şekillerde defalarca mağdur olmuş birisi olarak ülkemizde çalışan benim gibi mağdur edilmiş ve engellenmiş yüzlerce bilim adamının dramına tercüman olmaya çalışıyorum. Yerli bilim adamlarının yaşadıklarına ve akıl almaz engellere tercüman olmaya çalışıyoruz.
Bilindiği gibi bir molekülün ilaç halini alması için şu safhaları tamamlaması gerekiyor:
(I) Keşif ve araştırma: Hücre denemeleri ile aday etken molekülleri belirleme. (II) Preklinik çalışmalar. (III) Klinik çalışmalar. (IV)Tedavi onayı
Ükemizde sadece birinci aşamayı tamamlayabiliyorsunuz. Yani size daha ileri gidemezsiniz deniyor. YÖK sistemi halka hizmeti; ürün (endüstriyel, kültürel, mali..) ve endüstriyel çıktıları yerine yabancı dilde bilimsel makale yapmayı öne çıkararak sömürü düzeninin bir unsuru olarak çalışmış oluyor. Halbuki yabancı dilde bilimsel yayının öne çıkarılması ile elinizdekini, Türkiyenin bilimsel varlığını “dışarıya” taşımış oluyorsunuz. Bu durumda yabancının (özellikle Batının) taşeronu haline geliyorsunuz. Çünkü makale-yayın haline getirdiklerimizi daha ileri götürenler/ürüne dönüştürenler biz değil, yabancılar oluyor.
ÇÖZÜME DOĞRU
Ülkemizin dışa bağımlılıkta belini büken en ağırlıklı sektör sağlık alanı mı?
Sağlık hizmeti ve sağlık ürünlerinin en büyük alıcısı hatta çoğu kere tek alıcısı devlet sektörleri olmaktadır. SEB'in kurulmasında "yol haritası" tavsiyelerimizde, en kuvvetli vurgumuz, üretilecek ürünlerin Devlet alım garantisinin yer almasıdır. Tedarik zincirini yönetecek bir yapının ortaya konulması gerekir. Müşterisi olmayan bir üretime kimse talip olmak istememektedir. Üretimin kilit taşını teşkil eden unsur “talep”tir. Başlangıçta kalite farkı olsa bile devlet alımlarında yerli ürünleri satın alma şartı getirmelidir. Yerli sanayimizin hızla gelişmesinin ve gittikçe kaliteli hale gelmesinin yolu budur.
Türkiyenin yıllık tıbbi cihaz pazarı 3.2 milyar dolar kadar. 2021 yılında sağlık bütçesi toplam 200 milyar kadardı. Neredeyse bütçenin yarısı dış alıma gidiyor. Bu duruma göre dışa bağımlılığın ve döviz çıktısının en büyük kaynağını sağlık harcamaları teşkil etmektedir.
Ne yapmak lazım peki?
BioNTech- Pfizer aşısını hayata geçiren Uğur Şahin hocanın pandemi henüz başladığında invivo çalışmaları daha yeni başlamıştı. Bu firma, doğru ortak ve doğru yatırımcısını bulunca doğru bilim insanlarıyla ve doğru yatırımla yola çıkınca hedefini bulmak zor olmuyor. Bir de tabi hükümetin firmaya verdiği ciddi desteği unutmamak lazım. Şartlar hazır olunca 18 ay içinde aşı hayata geçti. Halbuki m-RNA teknolojisinin Ar-Ge’sinin 10-15 yıl devam eden geçmişi vardır. Tüm paydaşlar hazır değilse, işlerin öyle hızla ilerlemesi beklenmemelidir
Şu aşamada yapmamız gereken, üniversitelerde bilim adamları paydaş ve ekosistemi oluşturma çalışmalarına devam etmelidir. Su bile kritik sıcaklığa erişmeden kaynama göstermez. Dönüşümün eşiğine gelmeniz için kritik kütleye ulaşmanız gerekiyor.
Ülkemizde bu tür yatırımlara destek çıkan fon sistemleri yeterli değil. Ülkemizde ilaca ve aşıya yatırım yapacak öncüler ve girişimciler henüz ortaya çıkmış değiller. Evet bunları sahada büyük “meydana muharebeleri” bekliyor. Teknolojik bağımsızlığa kavuşmak için buna ihtiyacımız var. Bu sahada savaşacak cengaverlere büyük iş düşüyor.
Savunma sanayi, Ar-Ge çalışmaları için şimdiye kadar (20 yıl içinde) 80 milyar dolar kadar destek almış. Bunun sadece onda biri bile sağlık teknolojileri üzerine yapılsaydı, ciddi ve sürdürülebilir projelere yatırım yapılsaydı, bu alanda aldığımız mesafe hayli büyük olacaktı.
Bu yolda yapmamız gerekenler açık. Yüksek teknolojik bilginin ticarileştirilmesine yönelik start-up geliştirilmelidir. Sektör paydaşlarına dolaylı teşviklerin yanında doğrudan teşvik modelleri artırılmalıdır. Savunma sanayisi çok iyi bir rol model oldu. Yerli üretim alım garantili şartname ihale modellerinin artırılarak geliştirilmesi sektör ve ülkemizi çok iyi bir noktaya taşıdı. Aynı modelin sağlık teknolojileri için de uygulanması gerekir.
İşte Sağlık Endüstrileri Başkanlığının kurulması ile bu tür garantiler hayata geçirilecektir. Zaten SEB için doğan umutların kaynağında bu beklenti vardır.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı olaya sistemsel yaklaşımın ve sahip tarafın adı olacaktır. Yerli ürün tercih ederek kendini global devlerin pençelerinde hissedebilecek yöneticilere devletin prim vermesi ve olabilecek aksi durumlarda Sayıştay denetimlerinde koruma kalkanı gelecektir. Yerli lehine her yıl alım oranını yukarı çekmeyen yönetici maaş ve tenzili rütbe riski ile karşı karşıya bırakılmalıdır.
Sayın Erdoğan dünyanın 5'ten büyük olduğunu yüksek sesle ifade etmişti. İlaç üretimini elinde tutan tekellere karşı benzer cesur seslere ihtiyaç var.
Amerikan Medtronic firması Türkiye’ye her yıl 3-4 milyarlık malzeme satışı yapıyor. Bunu nasıl sağlıyor? Gerektiğinde “belden aşağı” vurabiliyor. Böyle durumlarda koro halinde harekete geçen basın trolüne sahip.
Medyada okuyoruz. Yerli yaptığımız her tıbbi teknoloji cihazı kötülenir; ithal olanlar ise bir harikadır! Bitmeyen tıbbi sömürü düzeninin yalanı bu. Tekelin kalkması için bu yanlışlığa ses çıkaranlar bir şekilde cezalandırılır, sindirilir, korkutulur ve hatta ortadan kaldırılır.
Ve ABD’li Medtronic Türkiye gibi ülkelerde kazandığı paralarla sadece 2010-2019 yılları arasında 36 şirketi satın almış. Tekelleşmenin bir yolu bu. Senin yerli firmalarının güçlenmesine fırsat verilmiyor. Sahip olmadığında ve elinden tutmadığında bir bir elinden çıkıyor yerli firmalar. “Ejderhaların” önünde duramıyorsun.
Sonra bu devler, senin tanı kitini, senin kendi ulusal pazarına bile sokturmuyor. Tanı kiti üreten milli ve yerli firmalar ülkemizde bu şekilde “batırıldı”. Daha doğrusu ejderhalara küçük lokma oldu.
100 yıldır bu ülkenin yapamadığı "silahsız ve silahlı insansız hava aracı" yapan ve uçuran Selçuk Bayraktar, bizi bürokratlar engelledi diyor. Adam diyor ki: "başından beri her şeyimle engellendim ve hala daha engellenmeye çalışılıyorum.” Otomotiv sektörüne parça üreten Baykar firması olarak değil, Bu ülkenin Cumhurbaşkanı'nın damadı olarak diyor. Bu ülkenin Başbakanı'nın damadı olmasına rağmen engelleniyor, iftiraya uğruyor. Peki diğerleri bürokrasi engellerini nasıl aşacak , iftiraların karşısında nasıl duracak?
Peki nasıl oyun kurucu hale gelebiliriz?
Molekül saflaştırma zorunluluğu veya ilaç ruhsatlandırma kriterlerini onların kanunlarını mutlak kanun olarak bu ülkeye dayatırsan, oyun kurucu olarak onları kabul etmiş oluyorsunuz. Sonrası onların size biçtiği görev ile kalıyorsunuz!
Bu kördüğümü çözmek için ne yapmamız lazım?
Cesur ve radikal bir karar verebilirsiniz. Kanun ve kuralları İran, Rusya, Çin, Hindistan nasıl kırmışsa, nasıl kendi kanunlarını yazmış ve başkasının oyununa malzeme olmaktan kurtulmuşsa biz de bu yolu deneyecek ve kıskaçtan kurtulabiliriz.
MİLLİ VE YERLİ ÇÖZÜM YOLU
En basit yolu Hindistan bulmuş ve ülkesine ait yüzlerce yıllık tıbbi formüllerini bunlar ‘geleneksel Hint tıpı formülüdür, modern bilimin yöntemlerinin ürünü değildir' diyerek kendi mührünü vurmuş. AYURVEDİK TIP (HİNT TIPI) adı altında üretmiş ve tüm dünyaya da ihraç ediyor, kendi tıp kültürünü de yayıyor. Dünyanın hemen üçte birinde bu metotları ve ürünleri doktorlar reçete ediyor, halk da kullanıyor.
Dünya patent haklarını dinlemeyen ülkeler var. Hindistan bunlardan birisi. Dünya Patent Haklarını dinlemiyor. Benim 1,5 milyon kadar kanser hastası insanım var diyor. Ben bunu dinlemiyorum diyor haklı olarak. Jenerik olarak aynı ürünü yapıyor. Biz de kendi başımızın çaresine bakmamız lazım. Ayrıca geleneksel tıbbı diriltmeliyiz. Geleneksel, yada tamamlayıcı tıbbı geliştirerek kullanışlı hale getirmeliyiz.
Doktorlar reçete edebilmeli.
Dünya sağlık harcamalarında ve sağlıkta en az ilaç kullanan toplum Hindistan. Sonrası Çinliler... 1 milyar üstünde nüfusa sahip Hindistan 16 -20 milyar liralık ilaç kullanıyor, 80 milyonluk Türkiye Hindistan'da daha fazla sentetik ilaca para yatırıyorsa, ortada bir yanlışlık var. Çin Akapunktur'unu kültür olarak dünyaya yaydı, Çin tıbbını yaydı, otları bile ülke kültür ve reklamı olarak kullanılıyor. Halbuki bizim kültürümüzde, tabiatımızda binlerce yıllık zengin birikimimiz var. İbn-i Sina bin yıldır dünya tıp biliminde okundu. Kendimize yetecek ve Dünyaya satacak çok şeyimiz var. Türkiye geleneksel ve tamamlayıcı tıpta dünya mutfağı olabilir.
Tüm dünyaya da ilaç ruhsatlandırma kriteri için hücre kültür çalışması, hayvan deneyleri faz deneyleri (faz 1-2-3) derken, en hızlı çıkacak ilaç 10 yılda işlemler tamamlanabiliyor. Oysa bitkisel ilaçlar binlerce yıldır kullanılmaya devam ediyor. Mesela bir bilim adamı ya da bir yatırımcı bunları bile bile niye bu işe girsin? Tünelin ucu gözükmüyor çünkü
Yani bir akademisyen öyle bir şeye kalkışsa ömrünün yetmeyeceğini bildiği için kimse uğraşmıyor, yatırımcı en az 10 yıl sonra ne olacağı belli olmayan bir projeye de kimse para yatırmıyor. Zaten devlet de üretim tesisi kurmuyor.
Dışa bağımlılıkta enerjiden sonra ikinci sırada ilaç geliyor. Allah korusun ilacını ithal ettiğimiz firmaların bize ürün vermediğini düşünün, ülkemiz gerçekten zor durumda kalabilir. Malum İran'a ambargo uygulandı ama İran artık şu anda biyoteknolojik ürünlerde ve ilaç konusunda kendi kendine yeter hale geldi. Akılları başına geldi. Darısı bize.
Patent kanunları vs hep bizim gibi ülkelerin aleyhine çalışıyor. Nüfusu büyük bir ülkeyiz. Dünya Patent Kanunu’na uyalım ama son dönemde getirilen ve elimizi bağlayan düzenlemeleri arkasındaki niyetleri ve bizim nasıl engellenmek istendiğini görelim.
Milli İlaç Endüstrisi Başkanlığı dağınık halde sağlık sektörünün güçlerini bir araya getirebilir. Bilim insanlarını, yatırımcıları ve endüstri liderlerini bir araya getirebilirsek o zaman gerçekten kendimize yetebilecek ve hatta başka ülkelere de satabilecek tıbbi malzeme ve ilaçlar geliştirebiliriz.
Sağlık Endüstrileri Başkanlığının Vaadettikleri
Türkiye’nin yetkin ve uzman bilim adamları var. Herkes kendi alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir araya gelmedikçe faydalı bir şeyler üretmek mümkün olmuyor.
SEB sayesinde savunma sanayiinde sağlanan anlayış ve kümeleşme ilaç alanında da yapılabilir. Sadece muadil ya da fason ürün olarak değil yenilikçi ilaç dediğimiz kendi molekülümüz, özlük haklarıyla yani patenti ve yayınları ile tamamen ülkemize ait ilaç geliştirebiliriz.
Daha da önemlisi Hindistan, İran, Çin, Rusya gibi kendi tıp ve tedavi anlayışımızı meydana getirebiliriz.
SEB kendi ilacımızı geliştirmek bize büyük özgüven sağlayacak. Molekülü hemen Faz-III yada Faz-IV'e kadar çıkaralım demiyoruz. Molekülü Faz-I'e getirmek bile önemli bir aşama. 4-5 milyon dolarlık yatırım anlamı taşıyor çünkü. Geliştirdiğiniz ürün 100 milyon dolar etmeye başlıyor.
O takdirde büyük firmalar satın almak için peşinize düşüyor hemen. Yani ekonomik anlamda da kazançlı olan projeler. Satın alan firma geliştirmeyi tamamlıyor, güvenlik çalışmasını da yaparak piyasaya sunuyor. Ülkemizde faz çalışmalarını yapabilecek merkezler var artık.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığının kurulması ile sağlık alanında dağınık potansiyellerin bir araya geleceğine inanıyoruz. İlmin ve aklın ışığında, milli ve yerli gereklilikler doğrultusunda ihtiyaç duyulan yapılanmalara zaman geçirilmeden başlanmalıdır.
Evet, Bu makus talihin değiştirilmesi lazım. Şimdi ümidimiz SAĞLIK ENDÜSTRİLERİ BAŞKANLIĞINDA. Temennimizi bu kurumun liyakatlı ve ehil ellerde doğru bir yapılanmaya gitmesi.
Acentacı ve pazarlamacı olmaktan kurtuluşa ilk adımı atmak ve zincirleri kırmak zorundayız. Malum kurum kurmak işin kolay tarafı. Zor tarafı ise uygun mevzuatını bulmak, dinamik bir yönetim sistemi kurarak kurumu ehil ve liyakatlı yönetici kadrolara teslim etmek…