Peyami Safa'nın ifade gücündeki mahirlik, yalnız eserlerinde değil; kalem kavglarında, yani polemik hususundaki başarısında da görülür.

Milliyet, Tasvir-i Efkar, Havadis, Cumhuriyet ilh gazetelerinde yazan Peyami Safa, gazeteler için kıymetli bir tiraj kaynağıydı.

Safa PEyami

Gazetecilik ve dergicilik yıllarında birçok kalem kavgasına girişti. Bunlardan en meşhuru Ahmet Haşim ile giriştiği kavgadır. Haşim , Safa'nın yetimliğini bir kelime oyununda kullanmaktan sakınmayarak 'Sen yalnız yetîm-i Safa değil, yetîm-i zeka imişsin de' der. Kavganın sebebi ise Safa'nın, Haşim'in Fransız edebiyatı okulları (ekolleri) hakkında verdiği hükümleri, 'Allemelik' diye nitelendirerek istihfaf etmesidir. 

  • Safa, Milliyet'te Haşim'in 25. ölüm yıl dönümü dolayısıyla yayımladığı 'Ahmet Haşim'in Kabrinde' yazısında Haşim'in şiirinden ve onun imaj, hayal dünyasının zenginliğinden sitayişle bahseder.

Safa, Nazım Hikmet'ten Necip Fazıl'a, Yakup Kadri'den Nurullah Ataç'a birçok isimle kalem kavgasına girişir fakat hiçbirinde kavgaları, istihzaları ve hatta hakaretleri yargıya taşımaz.

  • Necip Fazıl, Peyami Safa'nın kendisinin Para oyunundan 'intihal' diye bahsetmesi üzerine Safa'yı mahkemeye vermiştir. Fakat mahkeme tarafların anlaşması ile sonuçlanmıştır.

Safa, bu durumu 1960 yılında Tercüman'da neşrettiği 'Niçin Davâ Etmem' başlıklı yazısında şöyle izah etmiştir:

Yarım asıra yakın meslek hayatımda irili ufaklı kalem sahiplerinin yüzlerce hakaretine ve iftirasına uğradım. Hepsinin cevabını verdim, fakat hiç birini dava etmedim. Birçok yazılarımda, cevaplarına tahammül etmek şartıyla, herkesin bana dilediği şiddet ölçüsünde hücum edebileceğini ve herhangi bir kalem sahibi aleyhinde hakaret davâsı açmayacağımı tekrarladım, bu sözüme de sadık kaldım.

Kendim kabul edip yine kendime kabul ettirdiğim bu kanunun gerekçesi, şartsız ve hudutsuz bir fikir hürriyetine taraftar olmak değildir. Bilakis, fikirlerin mevcut olmadığı münakaşa hallerinde fikir hürriyetinin de boş bir kavram olduğunu bilirim. Fikir hürriyeti yalnız fikir sahiplerinin hakkıdır. İnsan hür doğmaz, boş doğar. Fikir ve hürriyet sonradan gayret ve liyakat yoluyla elde edilmek lazımdır. Biz kanunun değil, ancak kafanın verdiği hürriyete layık olabiliriz. Küfür eden yazarlar elbette bu hürriyete layık değildirler ve adalete hesap vermeleri doğru olur.

Fakat elinde kalemi, önünde kâğıdı, verilecek cevab ve bunu yayınlayabileceği gazetesi olan bir yazarın hakarete uğradığını farz ettiği hallerde yapacağı şey mahkemeden imdat istemek değildir. Birisi benim dinsiz olduğumu yazarsa, evvelâ bunu hakaret saymam: bu yanlış iddiayı yüzükoyun yere kapaklandırmak için iki kelime kâfidir: "Elhamdülillah Müslümanım!" Fikir münakaşalarında, ispattan daha yıkıcı, delilden daha öldürücü silah yoktur. Bunlara sahip olmağa çalışırım, sahip olduğum zaman da adaleti kendime siper edip er meydanından kaçmam. Birinci sebep bu.

Başka bir sebep de, yüksek basın seviyesinden mahrum memleketlerde sert şekilleri tatbik edilen Basın ve Ceza Kanunlarının en seviyesiz muarızlarıma karşı benim arzumla harekete gelmesini doğru bulmayışımdır. Muharrir adına layık bir adam, kanundan evvel kendi vicdanından korkar. Bu vicdana sahip olmayanları kanun yoluyla bir müddet susturmak mümkün, fakat ikna yollarının dışında onlara bir vicdan kazandırmak imkânsızdır.

Nihayet bir de mesleğinin meslekdaş seviyelerini aşan yüksek bir değer mertebesi vardır. Herhangi bir kalem sahibinin bir maznun sandalyesine oturttuğum zaman, ben o nasibsizin şahsında mesleğimi küçük düşürmüş, bana hakaret edildiği iddiasıyla herhangi bir kaleme hakaret etmiş olurum. Çünkü benim yazı müessesesine karşı beslediğim saygı, en âdisinden en kalitelisine kadar her çeşit kalemi düşürmeyi değil, yere düşerse onu alıp kaldırmayı bana emreder...

Bu sebeplerden ötürü hiç bir kalem sahibini dâva et- medim, etmem ve bundan sonra prensibime sadık kalmak, sabrını bana vermesini Allah'tan dilerim..