Habervakti yazarımız sosyal politika uzmanı Prof. Dr. Ali Seyyar tarafından kaleme alınan, MGV Yayınlarından çıkan son kitabı “İSLÂM’DA SOSYAL DEVLET” üzerine konuştuk.

Habervakti: Hocam; Siz akademik kariyeriniz boyunca hemen her yıl 2 veya 3 kitap yazdınız. Şimdiye kadar yayınlanmış 40 civarında kitabınız var. 5 yıl aradan sonra MGV Yayınlarından çıkan en son kitabınız “İslâm’da Sosyal Devlet” üzerine oldu. Neden bu kadar uzun bir zamandan sonra böyle bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz?

Ali Seyyar: 2007 yılında Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 9. Kalkınma Planı kapsamında “Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele” Komisyonuna davet edilmiştim. Bu komisyonuna ilk defa zekât alanında uzman olan bir ilahiyatçı profesör de davet edilmişti. Akademik unvan taşıyan komisyon üyelerinden iki aşamalı bir sunum yapılması istendi. Birinci sunum, uzmanlık alanlarıyla ilgili genel bir bilgilendirme mahiyeti olması ve ikinci sunum da günümüz şartlarına bağlı olarak çözüm odaklı olması arzu ediliyordu. İlahiyatçı hocamız, birinci sunumunda klâsik dönemde zekâtın nasıl uygulandığına dair bilgiler verdi.. İkinci sunumundan önce hocamız yanıma geldi ve bana aynen şöyle dedi: “Ali Hocam; Ben Türkiye’nin sosyo-ekonomik kurumların yapısını tam bilmiyorum. Onun için zekâtın mevcut şartlar içinde nasıl bir işlev görebileceği yönünde hazırlığım yok. İstersen sen bu konuyu anlat. Doğrusu ben de hazırlıklı değildim ve “Hocam; estağfurullah. Siz bu alanın uzmanısınız. Şimdi ben sizin yerinize konuşursam bir İslâm âlimi olarak otoriteniz bundan yara alabilir. Siz yine de zekâtın temel esaslarını Kur’ân ve Sünnete dayanarak anlatın ve günümüzün sosyal bilim uzmanlarının ilahiyatçılarla birlikte bu temeller üzerinden bir zekât modeli geliştirmesi gerektiğini ortaya koyun. Zekâtın da ancak böyle kolektif bir çalışma sonucunda günümüzün sosyal sorunlarına ışık tutabileceğini belirtmiş olursunuz.” dedim. O günden beri ben de sosyal politika alanında o kadar çalışmalarım olduğu halde neden asrımıza uygun bir zekât modelinin temel esaslarına dair bir araştırma yapmamayım diye düşündüm. Dolayısıyla bu araştırma, benim hayli zamanımı almış oldu.

Habervakti: Peki, zekât alanında uzman oldukları halde ilahiyatçı hocalarımızın günümüzün sosyo-ekonomik sistemlerine alternatif olabilecek çağdaş bir zekât modeli sunamadıklarını neye bağlıyorsunuz?

Ali Seyyar: İlahiyatçılarımızın ekseriyeti, İslâm’ın sosyo-ekonomik kurumların özelliklerini teorik ve tarihî boyutuyla iyi bilmekle birlikte farklı sosyo-ekonomik sistemlerin hâkim olduğu günümüz karmaşık dünyasında bu İslâmî kurumların nasıl etkili olabileceği yönünde ikna edici somut fikir ve projeler geliştirememektedir. Diğer yandan sosyal bilim insanlarımız da aldıkları seküler ve kapitalist düşünce ekollerinin tesiri altında genelde İslâm’a uygun alternatif bir bilimsel açılım sağlayacak ve sosyal model üretecek nitelikte değildir. Bu garabetin ancak sosyal bilimlerin İslâmîleştirilmesi ile aşılabileceğini düşündüğüm için, konuya katkı sağlamak açısından böyle bir kitap yazmayı gerekli gördüm.

Habervakti: O halde kitabınızın adı mesela “Modern Dünyada Zekât” olabilirdi. Neden “İslâm’da Sosyal Devlet” ismini seçtiniz?

Ali Seyyar: Çünkü sosyal devlet olmadan zekât sistemini de oluşturmazsınız. Zekât, İslâmî bir devletin sosyal politika uygulamalarının hem bir aracı, hem de finansman kaynağıdır. Zekât, zengin Müslümanların düzenli olarak vermesi gereken bir nevi mecburî sosyal vergidir. Zekât ödemeleri ve dağıtımı, genelde kamusal ve hukukî bir çerçevede yapılması gerektiği için, zengin Müslümanların insafına bırakılmış bir uygulama biçimi değildir. Dinî emirden ziyade tavsiye niteliğinde olan sadakalar ise gönüllü zekât hükmünde olduğu için, sadakaları sivil sosyal yardımlaşma aracı olarak görebiliriz. Ancak zorunlu sadaka hükmünde olan zekât uygulamaları, devlet eliyle düzenli ve sistemli bir şekilde toplanması gerekmektedir. Aksi takdirde toplumda ne sosyal adaleti sağlayabilirsiniz, ne de yoksulluğu tam olarak giderebilirsiniz. Onun için zekât, kaçınılmaz olarak sosyal devlet kapsamında ele alınması gereken bir konudur.

Habervakti: Ancak bugün zekât, daha çok gönüllülük düzeyinde işlev görmektedir. Bu sizce yeterli değil midir?

Ali Seyyar: Zekât kurumu, Allah’ın içerik açısından detayları ile belirlenmiş kesin bir emri olması hasebiyle kamu düzenin eliyle ve hukukî bir çerçevede oluşturulması şarttır. Zekât kurumu, bugün kamusal sosyal politika aracı olarak kullanılmadığı ve kişilerin inisiyatifine bırakıldığı için, sosyal adaletin tesisine yönelik olarak hemen hiçbir etkisi yoktur.

Habervakti: Peki, Müslüman ülkelerde zekât kurumu ne durumdadır?

Ali Seyyar: Bugün Müslümanların içinde yaşadıkları devletlerin çoğu, İslâmî sosyal devlet niteliği taşımamaktadır. Birçok İslâm ülkesi, bir devlet biçimi olan cumhuriyet ile idare edildikleri halde İslâm dışı değişik siyasî ve iktisadî rejimlere sahiptir. Hanedanlıklar hariç, hemen tüm İslâm ülkeleri, genellikle kendilerini Cumhuriyet olarak vasıflandırdıkları halde, birçoğu demokrasiden uzak, otoriter bir idarî yapıya sahiptir. İslâm ülkeleri, ekonomik yönden zayıf kaldıkları gibi birçok gerekçe ile zekât kurumunu kamusal sosyal politikaların bir parçası olarak uygulamaya koymamaktadır. İslâm’ı anayasalarında resmî din olarak kabul eden çok az sayıda bazı İslâm devletleri, özellikle yoksullukla mücadele bağlamında zekât kurumundan kısmen de olsa faydalanmaktadır. Ne var ki kanunî altyapısına sahip oldukları halde bu ülkelerde elde edilen zekât gelirleri, toplam vergi gelirleri içinde çok düşük kalmakta ve dolayısıyla gelir dağılımındaki adaletsizliği de giderememektedir.

Habervakti: Bunu neye bağlıyorsunuz?

Ali Seyyar: Bu ülkelerde zekât ile ilişkili konulara farklı bakış zaviyelerinin ve uygulamalarının olduğu gözlemlenmektedir. Daha somut bir ifadeyle bu devletlerin bir kısmında bazı maddî değerler ve varlıklar, zorunlu zekâta tâbi tutulurken, başka devletlerde aynı maddî değerler muafiyet veya gönüllük kapsamına girmektedir. Diğer taraftan toplanan zekât gelirleri, bazı devletler tarafından daha çok genel vergiler gibi algılanmakta ve yoksulluk riski topyekûn ortadan kalkmadığı halde başka alanlarda da kullanılmaktadır.

Habervakti: Ülkemizde kanunen zekât verme zorunluluğu yoktur. Ama bazı inançlı zengin işletmecilerimiz gönüllü olarak zekât vermektedir. Bu durumda gönüllü olarak zekât veren vergi mükellefiyetleri, zekât vermeyen vergi mükellefiyetlerine göre maddî yönden dezavantajlı konuma düşmüyor mu?

Ali Seyyar: Evet, haklısınız. Hem zekât, hem de vergi ödeme sorumluluğunu yerine getiren Müslüman girişimciler, sadece vergi ödeyenlere göre fırsat eşitsizliğine uğramaktadır. Bu malî adaletsizliği önlemek adına belki mevcut sistemde devletin bir zekât fonu oluşturması mümkündür. Buna göre devlet denetimi altında olan bu resmî zekât fonuna gönüllü olarak zekâtlarını yatıran vatandaşlar, yatırılan miktara göre belirli bir oranda vergi muafiyetinden yararlanabilir. Böylece zekât vermeyen fakat vergisini veren vatandaşlarla hem vergisini, hem de zekâtını ödemiş olan vatandaşlar arasında fırsat eşitliği sağlanabilir.

Habervakti: Peki, böyle bir uygulama, zekâtın amacına uygun mudur?

Ali Seyyar: İsteğe bağlı olduğu için laiklikle uyumlu gibi görünen böyle bir zekât sistemi önerisi, zekât ödemeyi hem teşvik etmekte, hem de zekât verenlerin malî kayıplarını gidermektedir. Ancak gönüllülük esasına dayanan bir zekât sisteminde zekât verecek güçte olan zengin Müslümanların bütününü sisteme dâhil etmek, hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bununla birlikte toplanan zekât gelirleri yine yoksulluğu gidermede etkili olmayacaktır. Dolayısıyla sadece zekât verenlerle zekât vermeyen vergi mükellefleri arasında âdil bir düzenleme yapmak, zekâtın sosyo-politik amaçlarına ulaşması açısından yeterli değildir.

Habervakti: Peki, sizin öneriniz nedir?

Ali Seyyar: Vergilerde olduğu gibi zekât sistemi zorunlu olmadığı müddetçe kamusal sosyal politikaların etkisi de hep zayıf kalacaktır. Zekât sisteminden gerçek anlamda faydalanabilmek ve etkisini sosyal hayata yansıtabilmek için, Müslümanlar, hangi siyasî ve sosyo-ekonomik sistem içinde olursa olsun, o sistemi de değiştirecek bir şekilde zorunlu zekât kurumunu oluşturmalıdır. Demokratik sosyal hukuk devletlerinin anayasasında laiklik ilkesi bulunsa dahî, yoksulluğu topyekûn ortadan kaldırmak ve sosyal adaleti tesis etmek maksadıyla mutlak anlamda zekât adı altında olmasa da içerik bakımından aynı fonksiyonu icra edecek bir sosyal vergi türü oluşturulabilir. Sırf dinî kaynaklıdır diye zekâtın sosyo-ekonomik yönünü görmezlikten gelmek, dine saygılı laikliğin pragmatik yönünü de ihmal etmek anlamına gelir. Bu bağlamda toplumsal reel şartlar gözetilerek, yoksulluk gibi sosyo-ekonomik sorunların çözümünde mutlak etkisi olan zekât kurumu, parçalanmış bir şekilde değil de Kur’ân ve Sünnette açıklandığı gibi bir bütünlük içinde yeniden yapılandırılmalıdır.

Habervakti: Peki, diyelim ki zekât modelinin uygulanması önünde bir engel yoktur. Sizin kitabınızda da detaylı bir şekilde anlattığınız üzere asrımıza uygun olarak geliştirdiğiniz modelin özellikleri özetle nelerdir?

Ali Seyyar: Modern dünyamıza hitap eden zekât modelimizde “Fert Başına Düşen Ortalama Net Gelir”in üzerinde bir gelire sahip olan bir Müslüman, ortalama refahın üzerinde bir hayat sürdürdüğü için, zengin sayılmakta ve dolayısıyla zekât mükellefi olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında modelimizde Fert Başına Düşen Ortalama Net Gelir, zenginliğin nisabıdır. Yoksulluğa dair nisap ise gelişmiş bir sosyal-refah ölçütü olan Asgari Hayat Standardıdır. Bu standardın altında olan bir kişi, eski tabirle kifayete sahip olmadığı için, nispeten yoksul sayılmakta, kazancı yetmediği için de zekât kaynaklarından yararlanma hakkına sahip olmaktadır. Gerek Fert Başına Düşen Ortalama Net Gelir, gerekse Asgari Hayat Standardı, ekonomik gelişmelere paralel olarak her yıl değişken olabilmektedir. Modelimizde ne zekât vermekle yükümlü, ne de zekât alma hakkına sahip olan bir orta tabaka da bulunmaktadır. Modelimiz esnek ve dinamiktir. Buna göre her ülke, ekonomik gelişmişlik ve potansiyellerine uygun olarak zenginlik ve muhtaçlık nisaplarını farklı oranlarda belirleyebilir.

Habervakti: Türkiye’de sizce uygulamaya dönük zekât modeli üzerinde fikir ve proje geliştirmesi gereken kişi ve kurumlar var mıdır?

Ali Seyyar: Bugün Türkiye’de Diyanetin 140 bin kişilik bir kadrosu var, bundan daha fazla mensubu olan İslâmî cemaat, vakıf ve tarikatlar var, sayıları yüzü aşan ilahiyat ve sosyoloji, kamu yönetimi, çalışma ekonomisi gibi bölümlere sahip olan yüzlerce sosyal bilimler fakültemiz var. Bir de tam da bu konulara ağırlık vermesi gereken Sosyal Politikalar Bakanlığımız var. Ayrıca 2 yıldan beri Cumhurbaşkanlık Hükümet Sistemi kapsamında bizzat Cumhurbaşkanlığına bağlı Sosyal Politikalar Kurulumuz var. Ne var ki bu kurula atanan üyelerinin ekseriyeti, sosyal politika uzmanı olmadığından dolayı kendilerinden bu bağlamda böyle bir çalışma beklemek mümkün değildir. Daha genel bir ifadeyle maaşlarını ve statülerini aldıkları düzene karşı eleştirel bakamayan, İslâm’ı bir dünya görüşü olarak bir bütünlük içinde göremeyen bilim ve devlet adamlarımızın İslâm dostu sosyal politikalar ve bu bağlamda uygulamaya dönük bir zekât modelini geliştirebileceklerini pek düşünemiyorum.

Habervakti: O halde kitabınızda ele aldığınız zekât modeli belki de bu anlamda bilim ve siyaset arenası için yeni bir açılıma vesile olabilir.

Ali Seyyar: İnşallah. Gayret bizden, takdir ve tevfik Allah'tandır.