“İnsanların çoğu, ortak koşmaksızın Allah’a inanmaz.” (Yusuf 106)
-ŞERÎATSİZ İSLAM, İSLAM DEĞİL LAİKLİKTİR ve ALLAH’A ORTAK KOŞMAKTIR
Milyonlarca tür canlılar arasında insanoğlu en mükemmelidir. Yeryüzünde genel kabul de budur. İnsanlar arasında “Biz yaratıcı olmaksızın var edildik” diyebilecek kadar akıl tutulması yaşayan insanlar yok denilecek kadar azdır.
-KUR’ÂN ALLAH’I İNKÂR ÜZERİNDE DURMAZ
Allah’ın insanlığa son mesajlarını içeren Kur’ân’da bizim Allah’ın varlığı ve yaratıcılığına inanmaz anlamına ateist dediğimiz tiplere pek yer verilmez . Çünkü Allah’a iman, insan doğasına işlenmiş bir gerçektir. Bir diğer ifadeyle yüce vasıflarına değilse de Yaratıcının varlığına iman aklın gereğidir.
İslam’ın özü ve teklifi Allah’a şirk koşmaksızın imandır. Kur’ân’ın kabulünü emrettiği “La ilâhe İllah”ın anlamı da budur:
“ Onlara: “ La ilâhe İllellah /Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur” denilince büyüklenirler.” (Saffat 35)
Lailâhe illelah denildiği zaman büyüklenmelerinin anlamı Allah’ın varlığı kabul etmemeleri değildir. O’nu, peygamberleri aracılığı ile koyduğu emirleri ve yasakları ile kabul etmemeleri yani Şeriati ile kabul etmemeleridir ve onun huzurunda sorgulanacakları, cezalandırılıp mükâfatlandırılacaklarına inanmamalarıdır.
Çünkü Kur’ân’ın bu ilk muhatapları Allah’ı göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunu, her varlığın Onun egemenliği altında bulunduğunu biliyorlar ve de inanıyorlardı. Böylesi bilgi ve inanç içinde iken Kur’ân’ın onlara niçin düşünüp öğüt almıyorsunuz, niçin sapmalardan korunmuyorsunuz ve nasıl oluyor da akıl tutulmasına uğratılıyorsunuz demesinin anlamı da buydu. (Bak. Müminûn 84-89)
Bu sebeple Peygamberimiz, hayatı yönlendirici Kur’an ile onlara ne zaman Allah’ın otoriter birliğinden ve hakimiyetinden söz etse nefretle arkalarını dönüp uzaklaşıyorlardı. ( Bak. İsra 45)
-ALLAH’A ORTAK KOŞARAK İNANMAK
İnsanlarının çoğunluğunun zaafı da budur; Allah’ın mutlak otoritesini kabul etmeyip ona ancak şirk koşarak inanmalarıdır:
“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler. ” (Yusuf 105-106)
İslam’ın iman ve yaşam kurallarının özü bu şirk konusu olduğu için Allah yalnızca bu şirk günahını bağışlamayacağını bildirmektedir. (Nisa 116)
-ALLAH’A ŞİRK KONUSU NİÇİN ANLAŞILAMIYOR?
Şirk konuşunun anlaşılamayışı, Allah’a ortak koşulması denildiğinde putların çağrıştırılmasıdır. Oysaki bu anlayış Ona ortak koşmanın en ilkel şekildir.
Yasadığımız dönemde asıl şirk Allah’ın yasalarını dışlayıp seküler-laik yasaları benimsemek; Allah’ı, Rab olarak tanımamaktır.
Hayatımızda görülen en önemli Allah’a ortak koşma şekli budur. Bu türü şöylece hülasa edebiliriz:
Allah’a inanılır iken ve O’nun gönderdiği yasalar, yani emirler ve yasaklar ortada iken, bu ilahi emir ve yasaklarla çelişen insan ürünü kuralları, ilkeleri, sistemleri benimsemek, içselleştirmek…Bir diğer anlatımla İslam Şerîati’ni dışlayarak seküler/laik yaşamı meşrulaştırmak… Bu da Allah’a ortak koşmaktır.
Bu türle öylesine bir Allah’a ortak koşma içindeyiz ki, sağlam İslâmî bilgi ve bilinç sahibi olunmazsa korunmak mümkün değil gibidir.
-Allah korusun-, içine düşülen bu Allah’a ortak koşma türünde hal diliyle söylenen şudur:
Allah vardır-birdir, bütün varlıkları yaratıcı, yaşatıcı ve koruyucudur. Ama Allah yasa koyucu değildir. Onu yasa koyucu olarak kabul edemeyiz. Örneğin eğitim, hukuk ve ekonomi hayatımızı belirlemede biz bize yeteriz. Aklımız da bize yeter. Üstün akıllı olarak gördüğümüz insanların/toplumların oluşturdukları kurallar, yasalar ve sistemler bize kâfidir.
Evet lisan-ı hal ile söylenen budur, bir diğer anlatımla bu hayatı Allah ve O’nun emirleri ve yasakları yani şeriati yokmuş gibi yaşamaya kalkışmaktır. Kur’an ifadesiyle Allah’ı yasa koyucu yegane Rab olarak tanımamaktır.
Oysaki Allah’ın en büyük vasıflarından biri yasa koymaktır, O yarattığı her varlığın varlığına yaşamı ile ilgili özgün yasalar kodlamaktadır. “ Biz her varlığı bir kaderle / bir programa göre yarattık” şeklindeki âyetin anlamı da budur.
Evet imanımızın gereği, yalnızca Allah’ı Rab olarak tanımaktır. Allah’ı Rab olarak tanımak, O’nu emirleri ve yasaklarıyla yani koyduğu şeriatle tanımak anlamına gelir. Tevbe suresinin 31. ayetine aziz Peygamberimizin getirdiği yorumun aktaracağımız özeti de bu gerçeği açıklamaktadır.
Rabbimiz bu ayette Ehl-i Kitabı yererken, Yahudiler ve Hristiyanların din adamlarını Rab edindiklerini dile getirir.
Peygamberimiz de bu Rab edinişi şöyle açıklar:
“Onların, din adamları/yöneticileri olan Ahbar ve Ruhban’ın Allah’ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını da haram kılmalarını aynen kabul etmeleri yok mu? İşte bu, onları Rab edinmekti.”
Görev yükleme veya haram kılmada bırakınız sıra insanları, hiçbir Peygamber Rab olarak kabul edilemeyeceği gibi hiç bir peygamber de Peygamberlerin Rab edinilmesini emretmemiştir. (Ali İmran ,79-80) Alah’a ortak koşmaktan korunabilmek için insanların birbirlerini Rab edinmemelerine Kur’ân’ımızda da vurgu yapılmıştır: ( Al-i İmran 64)
Yazımızı, konumuzu özetleyecek bir âyetle bitirelim:
“Onlara, “Hayır, cezanızı çekeceksiniz!” diye cevap verilecek, “Çünkü siz, hayatınızı düzenleyecek kurallarını kabul ile bir tek olan Allah’a imana davet edilince O’nu inkâr ediyordunuz. Ama yönetici birtakım ilkeler, kurumlar, sistemler ve putlaştırılmış varlıklar O’na ortak koşulunca, ancak o zaman Allah’a inanıyordunuz.”
Oysa hüküm verme, şeriat koyma yetkisi, yücelik ve azamet sahibi olan Allah’a aittir. ” (Mümin 12)