Sözlüklerde tarz kelimesi, bir kimseye ya da şeye özgü davranış, özgülük durumu; şekil; tür; biçim; alışılagelmiş şey olarak açıklanırken, sanat anlayışı; sanat üslûbu anlamları da bu açıklamaya dahil edilir

Ecdadımız, anlam yelpazesindeki genişliği, ilgili yeni ifadelerin üretilebilmesi bakımından bir imkân olarak görmüş olmalılar ki, tarz’a kadim kelimesini eklemek suretiyle tarzı-kadim terkibini elde ederek; sanat ve edebiyata dair eserlerin tümünü bu lafzın içine çekmişler.

Süreklilik anlamıyla edebîliğin kendisinden anlaşıldığı şey olarak kadimlik, aynı zamanda geçmişin genişliğine, kökenine inilmesinin imkansızlığına atıfta bulunma esasında, şimdinin / şimdiki zamanda olanın oluş zeminini ifade ettiği gibi, gelecekte olabilecek olana da eşiklik etmeyi belirtmektedir.

Bu yanıyla tarz-ı kadim, bir medeniyetin geçmişteki eserlere verdiği kıymet ile, şimdinin ve geleceğin inşa edilebileceği bir zemini kurma idealini kendinde birleştirmektedir.

Batılılaşma sürecine tabi olarak yaşadığımız kültür değişiminde, bizim tarz-ı kadimimizi, Batı’daki klasik terimine apriori olarak anlamca denk düşürmek suretiyle, mezkur kıymet ve ideali yanlış bir yapının içine taşıdığımızı da fark etmeksizin, onu rahatlıkla klasiğe feda ettik.

Selçuk Mülayim bunu klasiğin mevcut mahiyeti, ideolojisi ve savaşı hakkındaki şu değerli bilgilerle tahkim etmiştir:

“Romalılar’ın dilinde ‘classici’ öncelikle ‘üst sınıflara ait olan’ anlamına gelmekteydi. Bunu, soyluların kullandıkları dil, edebiyat, şiir ve sanat olarak açabiliriz. Belirli bir toplumsal sınıfı tanımlayan ‘class’, Batı dillerinde bugün, eğitim için ayrılmış öğrenci gruplarını da tanımlar. (…) Klasik, içte ve dışta (başka toplumlar üzerinde) aynı derecede etkin bir silah olarak geçerliğini korumuştur. Atinalılar’ın Persler’e karşı kazandıkları zafer bu sürecin kaynağında simgesel bir değer taşımaktaydı. 19. yüzyıl Avrupası, klasik’in algılanışı bakımından bir parçalanma sürecine girerken, bu kavram, egemenlik yönteminin etkin bir teknolojisi olarak iyice pekiştirilmiştir. Aydınların anladığı klasik, ulusal, dinsel ve yöresel ayırımları aşıp küresel değerleri esas almaktaydı. Ne var ki, aynı zaman sürecinde şahlanan sömürgecilik ve emperyalizm farklı bir yol tutmak zorundaydı.

Avrupalı aydınların, Fransız ve Amerikan devrimlerine ışık tutan klasiği ile generallerin klasiği farklıdır. Hammadde kaynakları ve yeni pazar arayışı içinde olan ikinci gruptakiler için oyun, Homeros destanları üzerinde değil; harita üzerinde oynanmaktadır. Ne klasizm ne de romantizm’in toprak paylaşımında yeri yoktur. Hatta, dünyanın bazı bölgelerinde (hammadde kaynak alanları oluyor tabi) yaşayanların, klasik’in yanından bile geçemeyecekleri açıktır. Bu nedenle Fidyas (Pheidias), Partenon (Parthenon), Çaykovski ve Dostoyevski, artık sadece okullarda okutulan taşlaşmış edebi metinlerdir. Nitekim bu süreçte Napolyon’un Mısır’ı yağmalaması Louvre Müzesi›ne hayat verdi. İngilizlerin Mezopotamya ve Anadolu›daki arkeolojik talanıyla British Museum neşvünema buldu. (...) Bethooven’i sevebilirsiniz, Antik heykelere hayran olabilirsiniz. Bütün bunlar en temel insan duyarlıklarıdır ve kınanamaz. Ancak bilelim ki, klasiğin asıl sahipleri(!) için dünya tasarımındaki yeriniz farklıdır.

Klasik denkleminin sonucu her kültür çevresinde farklı sonuçlar verdiğinden, universal bir klasikten söz edemiyoruz. Türkiye ve Türkler bağlamındaki klasik büsbütün özel bir konum sergiliyor. Türkler, öncelikle klasiğin konusu değil; Oryantalizm ve Şark Meselesi’nin konusudurlar. İnsanlarla, üzerinde yaşadıkları topraklar apayrı şeylerdir. Bu açmaz, bazen Boğaziçi’nin surlarına akseden eflatun rengiyle, bazen de zalim bir sömürünün adı olarak karşımıza çıkar. O halde jeopolitiğin bir enstrümanı olan Oryantalizm, Truva ve Helen topraklarıyla, bu antik mirası gasp edenleri özenle birbirinden ayırır. Klasizm, Batı’dan Doğu’ya baktığından R. Kipling kolayca şu tekerlemeyi dile getirebilmiştir: ‘East is east and West is west.’ Bu cümle Beyaz Irk’ın kendini koruma niyet ve maksadını öyle güzel özetleyip açıklıyor ki.” (Sanat ve Klasik, Klasik Yayınları, İstanbul 2006)

Bunlardan baktığımızda, klasik teriminin zikredilen uygulamalarla belirlenen ideolojisine göre, bizim yukarıda zikrettiğimiz gibi bir rahatlığın açık bir tehlikeyi ifade ettiğini, tarzı-kadim’de doğru olarak konumlanan manaların, terimlerin, deyimlerin klasiğe feda edilmesi halinde zihnî bir zelzeleye maruz kalınacağını iyi görüyor olmamız gerekir.