Aile içerisinde, eşler arasında, çevrede, akraba ilişkilerinde, komşuluk haklarında, var olan güzelliklere hasret kaldık. O günleri hep derinden bir ahhh, çekerek andık.

Bir dedenin, bir nineye veya Bir ninenin, bir dedeye, yıllardan beri devam eden; bağlılığını, sahiplenmesini, onu; o haliyle kabullenmesini, görmedik, göremedik… Onları bağlayan bağ, nedir? Araştırmadık…

Mutluluk dolu bir ailenin hasretini çektik…

Anne, Baba çocuklardan oluşan içi mutluluk, güzellik dolu, bugünkü imkanlara sahip olmasa da içerisi huzur yuvası olan evleri arar olduk

Tüm dışımızda gelişen olaylar, nedeniyle; Aile birliğimizi, dirliğimizi kaybeder olduk. Özelde mutluluğun; güçlü ve dayanışmaya dayanan bir Aile birliğinden, geçtiğini unuttuk…

Dost kavramının içini boşalttık, yalın bir kelime olarak, algılayarak; gerçek ifade etiği anlamına uygun, dostlukları yaşayamadık.

İnsanlık adına; Her alanda insanların yardımına koşanların neden bu davranışı yaptığını sorgulamadık. Hasta Hanelerde yardıma muhtaç insanların, yardımlarına fedakarca koşan bireyleri fark edemedik… Aman, canım, sende; deyip geçiverdik…

Sevgililer, sevgilisinin; bir yetimin başını okşamanın, değerini; dillerinden muhteşem şekilde ifade etmesinin mana ve içeriğini kavrayamadık…

Uyduruk sevgililer günlerini; içi boşaltılmış kavramlarla, şekillere dönüştürerek o anlamlı ifadeyi de kapitalizmin pençesine esir ettik.

Sadaka taşını, zimem defterini, yoksula, yolcuya yardım etmeyi, zekat ile yetinmeyip, infak etme alışkanlığımızı, terk ettik. Karşılıksız yardımın ne demek olduğunu, neden her alanda vakıf medeniyetleri kurduğumuzu bir türlü anlayamadık…

Sevgi, gibi muhteşem bir kelimenin arkasından; ilahi aşkın gelme ihtimalini unutarak o kelimeyi sahte dünyaların, sapık ilişkilerin, aldatmaya yönelik planların; simgesi haline dönüştürdük…

Yaratılan her şeyin; Yaratıcısına saygı duymayı, bu anlamda iman etmeyi unuttuk…

Allah'ın dilediğine mal vereceği beyanatına rağmen; ben çalıştım, gayret ettim, emek sarf ettim; ben kazandım, ifadesinde bulunmayı; kendimize ilke edindik. Fakiri, yoksulu kollamayı, unuttuk…

İnsanları mutlu görmenin; kendimizin de mutlu olacağı gerçeğini anlayamadık…

Kin, nefret, istememek, kıskançlık, yalancılık, fitnecilik, gibi onlarca yanlış davranışları, öne çıkardık… arkasında durduk…

Asıl mutluluğun; paylaşmakla, bölüşmekle, yardımlaşmakla, sevgi dolu bir bakışla, her alanda insanların birbirleri ile kaynaşması ile; elde edildiğini unuttuk… Mutlu insanlar topluluğunun; mutluluğu yaşanır hale getirmiş, örnekler olabileceğini akıl edemedik…

Komşuluk ilişkilerini arar olduk. Aslında o, ilişkilerin altında; dayanışmanın, bir olmanın, beraber olmanın, dost olmanın ve öylece kalmanın; asıl unsur olduğunu hatırlamadık…

Herkes çocukluğunu arar oldu. Neden? Çoğu insan, tüm olumsuzluklara rağmen; mutluluğu orada bulmuştu. Yaşamıştı, yaşatmıştı, tüm hesapları bir kenara itilmiş insanlar gibi; her türden canlı ile barışık olarak günlerini geçirmişti. Ağlamanın, yaralanmanın, oyun oynamanın, hoşça vakit geçirmenin, dayak yemenin bile tatlı olduğu günler… Ondan çocukluk günleri aranırdı. Bugün yıllar sonra; yaşadığı ana topraklara dönen insanların neden çocukluk günlerini aradığını anladınız mı? Mutluluğu, hesapsız günleri, bir gülücüğün neler ifade etiği günleri arıyor da ondan… Yalan ve sahte ilişkilerin olmadığı, hesapsız ilişkilerin zirve yaptığı günler olduğu için; O günler aranıyor…

Etrafımıza bakalım. Onlarca belki, bizim fark edemediğimiz güzel, iyi olaylar ve davranışlar vardır. Bütün bunları yapanların da bir insan olduğunu unutmayalım. Eğer, mutlulukla dolu bir hayatı yaşamak ve yaşatmak istiyorsak; bu anahtarın bir ucunun kendimizde olduğunu hatırlayalım…

Ünlü ozanın sözünü hatırlayalım. Sevelim, sevilelim. Dünya kimseye kalmaz…